Roma İmperiumu
Roma imperium’a genel olarak model olmuştur. Batı merkezli bir tahayyül nedeniyle söylemiyoruz bunu. Roma imperium’un yapısal tüm özelliklerine sahipti neredeyse. Bu nedenle imperium’un en uzun soluklu, en fazla yaşayan örneği oldu. Doğusu ile birlikte Roma, iki bin yıla yaklaşan bir ömür sürdü. Hatta taklitçileri bile ortaya çıkıp üçüncü Roma olduklarını iddia etti. Demek ki imperium’a dönüşmek isteyenlerin hayallerini süslüyordu. Kalıcılığı, tırnak içindeki ihtişamı, dünyaya getirdiğini iddia ettiği barışa muktedirler imrenme ile bakıyordu. Bunların en başında gelenlerden biri Fatih’di. İtalyan rönesansını Roma’nın bir mirası olarak görüyor ve başarısı karşısında büyüleniyordu. İmperium sahiplerine özenip Bellini’ye portrelerini yaptırıyordu. Payitahttaki Venedik ve Ceneviz varlığı kuşkusuz bu ilgiyi körüklüyordu. Fatih’in hayali Osmanlıyı üçüncü bir Roma yapmaktı. Kendini hem Müslümanların hem Katoliklerin hem de Ortodoksların hamisi görmek istiyordu. İmkanları olsa Roma’yı fethetmekten geri durmayacağı konusunda kuşkumuz yok. Aynı arzu Kiev ve Moskova prenslikleri içinde geçerliydi. Bizans ile girdikleri rekabette ortodoksluğun ekümenik temsiliyetini uhdelerine almak istiyorlardı. Ancak bilinen dünyanın kıyısında kaldıkları için hayallerinin gerçekleşmesi imkânsızdı. Daha sonra Çarlar aynı hayalin peşine düştüler, ama bu defa da Osmanlıya hamilik yapan güçler buna izin vermedi. Gelelim Roma’nın öyküsüne…
M.Ö 8.yüzyılda Palatium tepesi üzerinde etrafını kazıklı çitlerle çevirerek emniyet altına almış Latince konuşan küçük topluluklar yaşıyordu. Mezarlıklar üzerinde yapılan incelemeler 10.yüzyıldan bu yana bölgede yaşam izlerine rastlanıldığını göstermektedir. Bilindiği gibi Roma tepe ve vadiler üzerine kurulmuştu. Hemen yanından yaklaşık 30 km sonra Akdeniz’e dökülen Tiber akmaktaydı. Kuzeyinde Etrüksler güneyinde Latinler doğusunda Sabini kavmi yaşıyordu. Sabiniler bölgeye Alplerden inmiş, hayvancılıkla uğraşan bir halktı. Latinler çiftçilik yapıyordu. Bölge verimli tarım arazilerine sahipti. Bu nedenle erken bir aşamadan beri yerleşimci çekiyordu. Homer destanlarında kahramanlık çağı olarak geçen Bronz devri kapanmış Demir çağı başlamıştı. Kabile yaşamına Şefler hâkimdi, şefler bir süre sonra rahipliği, savaşçılığı ve de siyaseti kendilerinde birleştirmişti. 7.yüzyıla gelindiğinde kabileler; şefler, soylular ve avam olmak üzere tabakalara parçalandı. Şefler bir süre sonra kral olacak, soylular patrici sınıfına dönüşecek ve toplandıkları meclis ileride senato haline gelecekti. Kabileler halinde yaşayan topluluklar idari olarak curialara yani kantonlara ayrılmıştı. Ortak atalara inanıyorlar ve Pagan bir inanışa sahiptiler. Ayinleri topluluk ruhunu canlı tutuyor bir kabile asabiyesi kazandırıyordu.
Kuzey komşuları Etrüksler zenginlik, güç ve kültürde Latinlerin epey ilerisindeydi. Savaş teknolojisi ve nizamında daha ileri Etrüksler bir süre sonra Roma’yı ele geçirdiler. Etrüks kralları Roma’yı bir şehir, şehir devleti ve monarşi haline getirdiler. Kabile şeflerinden oluşan patriciler büyük topraklara sahiplerdi. Fakat iş savaşmaya gelince bu iş küçük çiftçilerden oluşan assidui’lerin omuzlarına yüklenmişti. Assiduiler hoplites denilen askeri sınıfı meydana getiriyordu. Patriciler ile assiduiler arasındaki çekişmeler Etrükslere kolaylık sağlamıştı. Etrüks kralları bu çelişkilerden yararlanarak Roma’yı fethetti. Roma’nın kaderini çok uzun bir süre bu iki sınıf arasındaki ilişkiler belirleyecekti. Monarşi döneminde Krallar Cumhuriyette ise consüller büyük toprak sahiplerine karşı küçük çiftçileri harekete geçirecek ve bu kitle dinamiğini kullanmak isteyeceklerdi. Ordunun askeri gücü küçük çiftçilerden oluşacaktı. Patriciler karşısında yaşadıkları sınıfsal çelişkiler asker yazılmalarına neden olacak bu da beraberinde iştahlı bir fetih politikasını getirecekti.
Roma Cumhuriyet olarak yeniden kuruluncaya kadar Tiranlar, Krallar güçlerini hep bu sınıfa yasladı. Küçük çiftçiler ürün kıt olduğunda büyük toprak sahiplerine borçlanıyor, borçlarını ödeyemedikleri için topraklarına el konuyordu. Mülksüz kalan bu kişiler şehirde kargaşa çıkarıp kamu düzenini bozuyordu. Tiranlar toplumsal dayanaklarını bu sınıftan alıyordu. Onların hoşnutsuzluklarını kendi amaçları için seferber edebiliyorlardı. Onları oyalamanın ve desteklerini almanın en etkili yolu sürekli bir fetih politikasıydı. Fetihler sayesinde Roma sınırları genişliyor, Tiran ve Krallar güçlerini perçinliyor, askerler yağmadan pay alıyordu. Bu aşamada Roma’nın henüz düzenli bir ordusu yoktu.
Küçük çiftçiler ve plepler orduya çağrılıyordu. Yağmadan elde edilen zenginliğin bir bölümü kamu harcamalarına ayrılıyordu. Etrükslerin Roma’yı yeniden kurmasından sonraki dönem yaklaşık iki yüzyıl sürdü. Bu dönem sonuna gelindiğinde Roma artık bir Etrüks şehri haline gelmişdi. Monarşi büyük toprak sahiplerinin devrimiyle son buldu. Yerine büyük toprak sahiplerinin mutlak anlamda egemen oldukları Cumhuriyet kuruldu.
Roma’nın kuruluşu anlattığımız gibi yaşanmasına karşılık efsane onu bambaşka bir kılığa soktu. Roma’nın kuruluşu ile ilgili mitler Octavianus döneminde ortaya çıkıp yaygınlaşmaya başladı. Octavianus Roma’yı çok uzun yıllar etkisi altına almış ve neredeyse sonunu getirecek iç savaşa son verdi. Sezar’ın katledilmesiyle başlayan süreç Roma’yı yıkımın eşiğine getirmişti. Her eyalet bağımsız hareket etmeye başlamış, birçok merkez ortaya çıkmıştı. Roma orduları doğuda Pontus ve Armenia ülkesinin ile savaşıyor batıda Sezar Britanya içlerine kadar ilerlemiş İskoç ülkesinin sınırlarına dayanmıştı. Merkezde ise tüm Galya ülkesi ile İber yarımadası Roma’nın kontrolündeydi. İmperium’un sınırları Kartaca’nın düşmesinden sonra Kuzey Afrika’yı da içine almıştı. Merkez Roma olmak üzere bilinen dünyanın büyük bölümü fethedilmişti ve ‘bütün yollar Roma’ya çıkar’ lafı dolaşıma girmişti. Sınırlar belirsizleştikçe yeni rakipler, yeni düşmanlar ortaya çıkıyordu. Atanan savaş beyleri senatoyu baskı altına alarak görev sürelerini uzatıyor ve diktatörlük eğilimine giriyorlardı. Sürekli savaş Roma’nın sınırlarını genişletiyordu, fakat savaşın yarattığı olağan üstü hal Cumhuriyetin kurumlarının altını oyuyordu. Cumhuriyetin temelinde toprak sahipliğine dayalı Senatonun üstünlüğü vardı. Toprak sahipliği siyasal seçkinliği beraberinde getiriyor ve hizipler arası mücadele senato çatısı altında işliyordu. Savaşa bağımlılık sürekli savaş halini ortaya çıkarıyor bu da askeri alanda başarı sağlayan komutanlarda keyfiliği doğuruyordu. Gerçi Roma’yı korumakla görevli bir muhafız alayı vardı, ama bu güç de ganimetten aldığı paya göre saf değiştiriyordu. Cumhuriyetin varlığı ile hanedanlık bağdaşmıyordu. Hanedanlık yokluğu ve zayıf senato istikrarsızlık nedeniydi. Cumhuriyet kendini istikrararlı kılacak kurumsal güvencelerden yoksundu. Bunlar pamuk ipliğine bağlıydı.
Oktavianus dağılmanın eşiğine gelen devleti uzun iç savaştan sağ salim çıkarmayı başardı ve ayrıca yeni topraklar fethetti. Oktavianus zamanında Roma doğal sınırlarına ulaşmıştı ve şimdi yapılması gerekli iş elde olanı konsolide etmekti. Konsolidasyon fikri ilk Oktavianus’un icat ettiği bir fikir değildi. Daha önceleri de benzer girişimler olmuştu, ancak büyüme dinamikleri hep baskın çıktığından kalıcı düzenlemeler gerçekleştirilememişti. On İki Levha kanunları ile Cumhuriyetin başlangıcında ilk hukuki düzenlemeler gerçekleşmişti. Aile ilişkileri başta olmak üzere birçok alanda değişiklikler yapılmıştı. Ancak bu düzenlemelerin hepsi geride hukuki bir birikim bırakmakla birlikte geçici olmuştu. Oktavianus dönemi bu anlamda farklıydı, çünkü hem iç savaş çok uzun sürmüştü ve elitler arasında yeni bir düzen ihtiyacını doğmuştu hem de Oktavianus’un iktidarı yaklaşık elli yıl sürmüştü. İmperium bilincinin ilk defa Augustus döneminde ortaya çıktığı konusunda genel bir mutabakat vardır. Birçok kez çöküşün eşiğine gelmiş olmasına, iç savaşlar atlatmasına ve içine girdiği çevrimleri başarıyla atlatmasına rağmen Roma ilk kez bu dönemde kalıcı bir istikrara kavuşmuştu. O nedenle Augustus ilk imparator olarak taltif edildi.