Rene Descartes (3)
Descartes; Jansenci teolog Arnauld'a, yazdığı bir mektupta ısrarla 'cogito' ile insanı, yeniden tanımladığını ifade ediyordu. Yeni insan, zamanını doğru planlayacak ve yararlı işlerle uğraşacaktı. Bu yararlı işlerin ne olduğuna ise aklı ile kendi karar verecekti. Aklını kullanmaya başladığında ise düşüncesini istila eden, bir yığın yanlış fikirden kurtulmak zorunda kalacaktı. Descartes'a göre insan zihnindeki bilgiler, şaşılacak bir bağla birbirine zincirle bağlanmıştı. Bu bilgiler zorunlu olarak birbirinin içinden çıkarılacaktı. Bunun için çok becerikli olmaya gerek yoktu. Sorun en basit ve temel olandan başlayarak, yukarıya doğru çıkmaktı. Descartes, bugüne kadar kimsenin gözlerini kendisinin söylediği yana çevirmediğini, düşüncesini belirttiği alanlara odaklamadığını, bundan dolayı da aynı şeyleri görmediğini söyleyecektir.
Descartes, Tabiat Işığı İle Tanrı'yı Arama' da sözcüsü kabul edeceğimiz Eudoxe' nin ağzından adeta felsefi bir program sunar. Yaklaşık bir sayfalık konuşmada Descartes tüm programını ilan eder. Her şeyden önce akıl ve ruh ile işe başlamak gerektiğini çünkü bütün bilginin orada gizli olduğu belirtir. Sonra yaratıcı dediği Tanrı'ya geçmek gerektiğini, kim olduğunu, dünyadaki her şeyi neden var ettiğini açıkladıktan sonra duyularımızın şeyleri nasıl sezdiğini, düşüncelerimizin doğru ve yanlışı nasıl ayırt ettiğini inceleyeceğini bunları tamamladıktan sonra insanların somut, maddi nesneleri nasıl icat ettiğini, zanaatın makine ve otomatları nasıl ürettiğini açıklar. Yüzünü tabiata döner, bitki ve hayvan ruhlarının insan ruhundan nasıl farklı olduğunu göstererek bütün bu şeylerin yapısını gözden geçireceğini belirtir. Özet olarak verilen bütün bu gözden geçirme sırasında her şey birbirinden doğar. Başlanılan yere yeniden dönülür ve daire tamamlanır. Dairenin tamamlanması Descartes'ın yaşadığı yüzyılda felsefi yetkinliğin ispatı sayılıyordu.
Descartes, bitkiyi hayvandan ayırdığı gibi insanı da hayvandan özenle ayırır. Filozof bu ayırımla insanı yeniden tanımlamış olur. Descartes'dan önce kimse böyle bir şeye cüret edememişti. Aritoteles, insanı bir cinsin içinde öteki türlerden olan özgül farklarına göre tanımlamıştı. Ona göre insan 'animal rationale' idi; yani akıllı hayvan. Bu tanımda hayvan, insan ve akıl kavramları birbirine dışsal biçimde bağlanmaktaydı. Buraya yeniden dönmek üzere Tabiatın Işığına geri dönelim. Eudoxe; hiç okuma yazması olmayan, Poliandre'ye cogito tecrübesini yaşattıktan sonra 'siz nesiniz?' sorusunu sorar. Poliandre, bu soruyu niçin bilgili birine değil de kendine sorduğunu sorsa da tereddütsüz 'ben bir insanım' cevabını verir. Cogito, deneyiminin kesin sonucu düşünenin bir insan olduğudur. Zihnin ürettiği düşünceye sahip olan hiç tereddütsüz bir insandır. Bu Aristoteles'in tanımından bambaşka yepyeni bir tanımdır. Artık insan canlılar denilen cins içinde tür olarak hayvanlara mensup fakat onlardan aklı ile farklılaşan bir varlık değil sırf düşündüğü için insandır. Gereksiz, zorunlu olmayan tüm tanımlar yeni tanımın dışına atılmıştır.
Aristoteles'in tanımı bir dizi güçlükler doğuruyordu. İlki, ‘havyan nedir?’ sorunuydu. Öncelikle hayvan nedir dediğimizde bir dizi alt kategori karşımıza çıkacaktı ve tek tek bunları ispatlamamız gerekli olacaktı. Bu bizi içinden çıkılmaz bir tekrarın içine sürükleyecekti. Baker'in deyişiyle düşüncemiz hantallaşacak, çıkmaz sokaklara sapacaktı. Onun dediği gibi karşımıza farklı bir zaman rejimi çıkacaktı. Halbuki cogito deneyimi işini 'sonsuz bir süratle' görmektedir. Bunun yan sonuçlarına gelmeden bunu bizzat Tabiat Işığı'nın okuma yazma bilmez konuşmacısı Poliandre'den dinleyelim: 'bir insanım dediğim zaman, bilmediğim, kimseden de duymadığım ve ancak icat edenlerin hayal gücünde olduğunu sandığım bu bir sürü skolastik varlığı düşünmemiştim, ama gördüğümüz, dokunduğumuz, hissettiğimiz, kendimizde denediğimiz şeylerden, bir sözcükle insanların en sıradanının dünyanın en büyük filozofu kadar bildiği şeylerden söz etmek istemiştim. Yani ben, ' iki koli iki bacak, bir baş ve insan cismi denilen şeyi teşkil eden başka bütün bölümlerden kurulu, üstelik beslenen, yürüyen, duyan ve düşünen herhangi bir bütünüm,' demek istemiştim.' Poliandre'yi konuşturan hiç şüphesiz Descartes ve onun ağzından skolastikçilerle alaya ediyor. Skolastikçilerin tasavvur ettiği insan gerçek değil hayali bir varlıktı. Sadece fikirlerin, düşüncelerin, ideaların soyut dünyasında yaşıyordu halbuki Descartes'a göre öncelik düşüncede, ruhta olmakla birlikte insan bir bedene gövdeye sahipti.
Baker, Descartes'ın yeni bir insan tanımı yapmakla birlikte fikirlere sonsuz bir sürat kazandırdığını ve yeni bir zaman rejimi de icat ettiğini belirtir. Filozofun tanımındaki tüm kavramlar zorunlu olarak birbirine ulanır ve birbirini doğurur. Aralarındaki geçişler sonsuz bir hıza sahip olup ilişkiler tümüyle içseldir. Kendisinden kuşku duyamadığım tek şey düşünmek ise bir ‘Ben’ olmadan tüm bunları yapabilmem mümkün değildir. Tanımın güvencesi yine de kuşkudur. Doğru yönetilen, sorularını doğru soran kuşku, mutlaka bir ‘Ben'e çıkacaktır. Artık insanın yeni tanımı budur: ‘düşünmek’. Descartes'ın tanımı, hemen genel bir kabul görmedi. Onu, aceleci olmakla suçlayanlar olduğu gibi Pyrrhonculuğun yeni bir çeşidini yarattığını söyleyenlerde oldu. Zihnin düşündüğünü, bedenin neden bundan muaf tutulduğunu soranlar çıktı. O ise bunlarla ilgilenmediğini, düşünen beden veya başka bir şey olmadığını söylemediğini yalnızca kuşkusunun izini sürdüğünde karşılaştığı sonucu anlattığını söyledi.
Moderniteyi bir milat bulmak konusunda bitmeyen bir tartışma vardır. Modernitenin başlangıcı, Kartezyen akıl mıdır yoksa Kant'ın eleştirel aklı mıdır tartışması hala devam etmektedir. Ama skolastiği yıkıp, teolojinin tahtını sallayan, Descartes'ın tanımıdır. Bu tanım insanı Tanrı karşısında ayrı bir entite olarak konumlandırmış onun failliğine, özneliğine giden yolu açmıştır. Skolastiğin ve teolojinin insanın karşısına çıkardığı engelleri önemli ölçüde temizlemiştir. Felsefeyi yalınlaştırmış, sorduğu soruları basitleştirmiş ve bilimlere yepyeni bir yöntem önerisinde bulunmuştur. İnsanın uğraştığı konuları ayıklamış, skolastiğin boş boğazlığına ve gevezeliğine tahammülünün kalmadığını bildirmiştir. Skolastiğin boş boğazlığını huy edinen bazı post modernlerin onun hedef almasının nedeni de budur.