Olgulardan Öğrenmek
Olguların, hareketin şaşmaz bir mantığı vardır ve yaşadığımız şeylere yön verir. Bu mantık zihnin ürettiği bir soyutlama değildir. Önceden belli bir plana, tasarıma göre hareket etmez. Arkasında bir oyun kurucu yoktur. Ama alışılmış zihin bunun böyle olduğunu varsayar. Kadiri mutlak bir güç oyunu kurmuş, oyuncuların oynaması gerekli rollerin tanımını yapmış, hedefe uygun davranmaları için harekete geçirmiş ve onlarda sadece bu rolün taşıyıcısı olmuştur. Olguların başına buyruk davranmaya başlaması sapma olarak görünür. Eninde sonunda asıl denilen irade sürece hakim olacak ve olgulara kendi mantığını yeniden dayatacaktır.
Bu düşünme kalıbı tümüyle idealizmle malüldür. İdealizm ise sınıflı toplumların egemen düşünme biçimidir. Şeylerin egemenliği altına girmiş insanın böyle düşünmesi de olağandır. Bu düşünme biçiminde nedensellik zinciri önceden belirlenmiş hedeflere hizmet eder. Gerçek nedensellikler üzerine kafa yorulmaz. İradesini dayatan, olaylara yön veren, varılacak hedefi belirleyen aşkın güçlerin iradesine karşı çıkılamaz. İnsan ne bir faildir ne bir öznedir olsa olsa kendisine biçilen rolün taşıyıcısıdır. Eylem alanı çok kısıtlı ve dardır. Tarih yapma hakkı elinden alınmıştır. Tarih denilen şeyi ya Tanrısal bir irade ya kadiri mutlak güçler ya da insan ürünü ama insanın artık sözünü geçiremediği odaklar yapar.
İnsanın kendi eylemine yabancılaştığı, kendi eyleminin bir hiç olduğuna inandığı dönemlerde şu söylediklerimiz şaşmaz bir doğru olarak görünür. Kopmloculuk yaygın bir düşünme haline gelir. Tanrısal irade komploculukta yerini dünyevi güçlere terk eder. Ama her ikisinin de mantığı aynıdır. İkisinin de gerisinde diyalektikten uzak bir düşünme biçimi vardır. Komploculuk bu nedenlerle idealist düşünme biçiminin kitlelerce çok kolay benimsenecek bir varyantıdır. Her olgu diğer olgulardan koparılır. Olguların birbirleri üzerindeki etkileri yok sayılır. Bir olgu yaşanılıp bittikten sonra sonuçtan sebebe doğru ilerlenir ve artık keyfe göre bir sebep sonuç ilişkisi kurulur. İnsan kendini bir fail olarak kaybettiği için olgunun ardında ona hükmeden güçler olduğunu düşünmeye başlar. İnsan böyle düşündükçe kendini hiçleştirir ve egemen ideolojinin işte o zaman taşıyıcısı haline gelir.
Bu düşünüşte rastlantıya, tesadüfe yer yoktur. Rastlantı dediğimiz şey yinede olgunun kendisi tarafından üretilir. Yoksa bahsettiğimiz mucize kabilinden bir rastlantı, Tanrısal bir müdahale değildir. Tarihi yapan unsurların birbirine söz geçirememesi, pekçok iradenin kendini dayatırken ortaya çıkan şeyin hiçbirinin arzu ettiği sonuç olmamasıdır. İşte buna rastlantı, tesadüf deriz. Halbuki öyle değildir. Tarih önceden kurulmuş, nihai sonuca doğru akıp giden teleolojik bir süreç olmadığından her anında rastlantıya yer vardır. Yine de rastlantı aralıklarını öngörebiliriz. Kendimizi buna ayarlayabilir ve büsbütün dışında kalmayabiliriz.
İnsan birşey olup bittikten sonra kendini haklılaştırmak ister. Yanılmak, yanıldığını kabullenmek, ancak öğrenmeye açık zihinlerin işidir. Olgular karşısındaki durumumuzu şurasından burasından yontarak her şeyi önceden öngördüğümüze kendimizi ikna ederiz. Bu kendini aldatmanın, kandırmanın çoğunluk tarafından kabullenilmiş biçimidir. Bir yanlışla yaşayamayız çünkü. O yanlışı defetmek, uzaklaştırmak gereklidir. Çoğunluk hayata böyle bakar böyle davranır. Tekrar tekrar aynı şeylere maruz kalır ve aynı şeyleri yapar.
Olgunun kendisine kendimizi verdiğimizde ancak mantığına nüfuz edebiliriz. Bu mantık ancak diyalektik mantık ise olgu kendini bize açabilir. Klasik mantığın başvurduğu tümdengelim veya tümevarım hiçbir işimize yaramaz. Yukarıda açıklamaya çalıştığımız yöntemlere tümdengelim hakimdi. Başlangıçta akla yakın olduğuna inandığımız bir varsayımı doğru kabul ederiz ve artık ondan çıkarımlarda bulunmaya başlarız. Bu mantık olguya dışarıdan dayatılır. Olgunun kendi içkin mantığı ile bir ilgisi yoktur. Diğeri olan tümevarımda ise soyutlama hakkı elimizden alınmıştır. Olgunun içinde yolumuzu kaybederiz. Bu yöntemde zihnin her hangi bir rolü yoktur. Kavram ve kategoriler üretme hakkı elinden alınmıştır. Olgunun kendisi doğrunun tek ölçüsüdür. Eğer idealizm ilk yöntemle malül bir düşünme biçimi ise onun bilimci olduğunu iddia ettiği pozitivizmde ikincisiyle malüldür. Her ikisinin de diyalektikle ilgisi yoktur.
Bunları neden yazdın sorusuna cevabımız şu olsun; son yetmiş iki saatte yaşadıklarımız doğrudan bununla ilgili değil miydi? Millet masası dağıldığında, Akşener masadan kalktığında etrafta uçuşan fikirler demeti şu yukarıda anlattıklarımızdan farksız mıydı? Çoğunluk ne oluyoruz, ne oldu diye sorup kendi cevabının şaşmaz bir doğru olduğuna inanmıyor muydu? En palavra, alakasız yorumlar ortalıkta cirit atmıyor muydu? Bu kanaat sahipleri onlarca yanılgıdan sonra şimdi hala haklı olduklarının yeni bir açıklamasını gecikmeden sunacaklardır. Onları önyargıları, gereksiz spekülasyonları, boş kanaatleri ile başbaşa bırakıp kendimizi akıp giden hareketin sunacağı imkana bırakalım.