1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Normalleşme Mi Yoksa Devşirilme Mi?
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Normalleşme Mi Yoksa Devşirilme Mi?

A+A-

Kitabın ortasından girelim. 31 Mart seçimlerinden birinci çıkmış partinin genel başkanı olarak Özgür Özel’in ilan ettiği ‘normalleşme’ çağrısının asıl muhatabı kimdir? Özgür Özel çağrısını yerel seçimlerde CHP’ye oy verdiğine inandığı AKP seçmenine çıkardığını söylese de gerçekten de çağrının asıl muhatabı onlar mıdır? Özgür Özel bu seçmenlerden ödünç oy istediğini, bir kez olsun kendisine kulak vererek iktidara bir sarı kart göstermesini söylediği için bu seçmenin partisine destek verdiğini, dolayısıyla ödünç alınmış bu emanet oylarla erken seçim zorlamasında bulunmanın bu seçmeni CHP’den kaçıracağını ve bunu yapmaya hakları olmadığını söylüyor. Normalleşme çağrısının ardındaki gerçek niyet sahiden de böylesi bir söze, vaade mi dayanıyor? Yoksa siyasetçilerin çoğu kere yaptığı gibi gerçek niyetler gizlenip toplumun oyalanması için manevralar mı yapılıyor?

Özgür Özel’in birkaç sözü üzerinden ilerleyelim. Seçimlerden sonra CHP’nin genel başkanı birkaç yerde ‘seçimleri devletin değil milletin kazandığını ve millet ile devletin girdiği her seçimde kazananın eninde sonunda millet olduğunu’ söylemişti. Türkiye’nin siyasal tarihinde bu refleksin çalıştığı anlar olmuştu ve Özel’de muhataplarına aslında bunları hatırlatıyordu. Diyordu ki milletin tercihlerini es geçmeyin, onu dikkate almamazlık yapmayın ve millet ile devleti karşı karşıya getirmekten uzak durun. Tek parti CHP’si de 1946 seçimlerinde millet tercihi ile zıtlaşmıştı, ama en sonunda 1950 yılında iktidarı devretmeyi öğrenmişti. 12 Eylülcüler Özal’ı değil kendilerinden biri olan Sunalp’i istiyordu, ama devletin değil milletin dediği oldu ve iktidar Özal’a bırakıldı. 28 Şubatçılar iktidarı asla milli görüşçülere bırakmayacaklarını gerekirse 28 Şubat’ın bin yıl süreceğini söylüyorlardı, ama aynı gelenekten gelen Erdoğan’a iktidarı bırakmak zorunda kalmışlardı. Muhtemeldir ki Özel’in aklında bunlar vardı millet ile devlet karşılaşmasından bahsederken.

Özel Murat Sabuncu’ya verdiği bir röportaj da ‘devletin içerisinde hem Erdoğan’a hem de Bahçeli’ye dediklerini yaptıran bir gücün olduğunu ve asıl devletin de onlar olduğunu’ söylüyordu. Demek ki tek adam diye muhalefetin popülerleştirdiği iktidar okuması doğru değildi. Erdoğan her şeye karar veren, tüm süreçleri belirleyen ve iktidarın asıl olarak şahsında bedenleştiği biri değildi. Kendini siyasetin ve hukukun ardına gizleyen gerçek bir iktidar merkezi vardı ve asıl iktidar onların kontrolündeydi. Devlet dediğimiz aygıtın elinde toplanmış gerçek gücü de onlar kullanıyordu. Özel belki bunları kişi olarak tanımıyor, bilmiyor olabilirdi. Ama kurumsal olarak hangi çevreler olduğunu ve bu güçlerini nereden aldıklarını biliyordu. Millet devlet karşılaşmasından bahsederken mesajını vermek istediği yerlerde buralar olmalıydı.

Belediyeler muhalefetin eline geçmeden önceye kadar yapılan bir tartışma vardı. Muhalefetin belediyeleri kazanması ve yerel de iktidar olması ile birlikte bu tartışmalar da kesilmişti. Devlet muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı seçimleri kazanmış olsa bile iktidarı ona bırakır mıydı? Şöyle de sorulabilir devlet muhalefetin adayının seçimleri kazanmasına izin verir mi? Dediğimiz bu tartışmalar muhalefetin belediyeleri almasıyla birlikte hız kesmişti. Tartışmalar renk değiştirmiş muhalefetin adayının yanlışlığına, altılı masanın iç sorunlarına, Kılıçdaroğlu’nun kendi adaylığını dayatmasına kaydırılmıştı. Seçimler sanki adil, tarafsız ve dürüst yapılmış gibi bir sonuca ulaşılmıştı. Muhalefetin belediye seçimlerini kazanması bu yargıyı güçlendirici bir etki yapıyordu. Yerel seçimler muhalefet tarafından kazanıldığına göre demek cumhurbaşkanlığı seçimlerine de her hangi bir hile karıştırılmıyordu.

Ama Türkiye’de gerçek iktidarı belediyeler temsil etmiyordu. Belediye seçimlerinin muhalefet tarafından kazanılmış olması eğer cumhurbaşkanlığı seçimleri de muhalefet tarafından kazanılmış olsa iktidarın öyle güle oynaya teslim edileceği anlamına gelmiyor. Türkiye de rejim faşizme doğru bir kaplan sıçrayışı gerçekleştirmediği sürece iktidar her zaman sandık aracılığıyla belirlenecektir. Çünkü devleti yöneten güçlerin sandıktan edinilecek meşruiyete her zaman ihtiyaçları olacaktır. Eğer bu meşruiyeti bile dikkate almayan bir aşamaya gelinir ise rejim de artık başka bir şey olacaktır. Anayasasızlığın hüküm sürdüğü bir rejimden meşruiyet için sandığa bile artık lüzum duyulmayan bir evreye geçmiş olmak zifiri bir karanlığa adım atmakla eşdeğerdir. Türkiye’nin ne iç şartları ne de uluslararası koşullar böyle bir şeye uygun değildir. Ama daha henüz o evreden uzak olmamız milleti kazananın devleti de kazanacağı anlamına gelmiyor. Yani milletin desteğini arkasına almaya başlayan bir partiye Türkiye’de öyle güle oynaya devlet iktidarı teslim etmeyecektir.

Özel’in son sözü millet söyler ve eninde sonunda onun dediği olur kelamı bir hüsnü kuruntudan ibarettir. İktidar sahipleri ile kalemşorları CHP’yi ve CHP’lileri her defasında yerel de iktidar olmalarının devlet de iktidar olacakları anlamına gelmeyeceği konusunda uyarıyor. Bahçeli bu lafı sıkça hatırlatıyor. Erdoğan da taraftarlarını yatıştırmak veya devlete hâkimiyetini göstermek için benzer laflar ediyor. Özel’in Erdoğan ve Bahçeli gerçek iktidarı temsil etmiyor ve onları da yöneten başka güçler var dediği güçler kimin iktidar olacağına karar veriyor. Bu güçlerin elindeki imkânlar sınırsız ve canlarının istemediğine iktidarı teslim etmeyecek kadar da yoğun.

Biz Özel’in normalleşmeden asıl kastının bu çevrelerle işleri düzeltmek olduğunu anlıyoruz. Özel’in derdi AKP seçmenini küstürmek veya onlar karşısında bir mahcubiyet yaşamak değil. Biz emanet oylar istemiştik şimdi erken seçim dersek bu çevreleri etrafımızda tutamayız mantığının hiçbir inandırıcılığı yok. Özel yerel seçimde partisinin adaylarını destekleyen seçmeni değil devletin içinde gerçek iktidarı temsil eden güçleri kazanmak istiyor. Halka devletin dediği değil daima milletin dediği olur diye popülizm yapsa da gerçek iktidarı temsil eden odaklardan vize almadan Türkiye’de bir iktidar değişiminin yaşanmayacağını kendisi de bal gibi biliyor. Önceki genel başkanı ile arasına kalın bir çizgi çekme isteği de bundan kaynaklanıyor. Özel devletin Kılıçdaroğlu’nu cumhurbaşkanı olarak görmek istemeyeceğini ve her hal ve kayıtta bunu engelleyeceğini biliyordu. Çünkü devlet geldiği aşamada parlamenter sistem vaat eden birine teslim edilmeyecek kadar yeni şartlara entegre edilmiştir. En fazla bir yarı-başkanlık gündeme gelebilir. Türkiye’de sermaye sınıfının istekleri ve uluslararası sistemin kaotik işleyişinden devlet aklının çıkardığı dersler ancak bu kadarını verebilir.

O nedenle Özel erken seçim konusunda ipe un sererek, iktidarı gerçek anlamda zorlayacak bir muhalefetten kaçınarak, ama asıl pazarlığı devletin sahipleri ile yaparak ve ona her geçen gün daha fazla uyumlanarak bir iktidar değişimini gerçekleştireceğini planlıyor. Bu konuda bu şekilde davranması için aldığı telkin ve öneriler de olabilir. Birileri CHP iktidarına, ancak bu şartlarda vize verebileceklerini de fısıldamış olabilir. Ama şu bahsettiğimiz kurgu içinde halk güçlerine hiç yer yok ve bütün oyun da zaten onların dışarıda bırakmak üzere planlanıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar