1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Noam Chomsky'nin Ardından
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Noam Chomsky'nin Ardından

A+A-

Sartre öldüğünde insanlık, vicdanının en büyük sözcülerinden birini kaybetmişti. Sartre aydın denilen ve 19.yüzyılda Rusya’da ortaya çıkmış inteligencia sınıfının en parlak temsilcisiydi. İnteligencia ile entelektüel arasında ciddi bir farklılık vardı. İnteligencia, Osmanlıcadaki münevvere karşılık geliyordu. Nişanyan sözlüğüne göre kelimenin etimolojik kökeni Arapça nwr kökünden türetilmiş munawwar’a dayanıyordu. ‘Munawwar’ ise aydınlık, ışıklı anlamlarına geliyordu. İnteligencia’nın üyelerinin derdi etraflarını, çevrelerini aydınlatmaktı. Karanlığı yok etmek, gerçekler üzerindeki tozu silkelemek ve yanılsamalarla dolu bir dünyaya son vermek istiyorlardı.

Entelektüel daha çok zihinle ilgili bir kategoriydi. Zihin ile kol gücü arasındaki işbölümünde, zihin emekçileri olarak adlandırılan kesim entelektüeller olarak adlandırılıyordu. İnteligencia’ya dâhil olmak için zihin işçisi olmak gerekmiyordu. İnsan, hayatını bir kol işçisi olarak kazanarak da bu sınıfa dahil olabilirdi. Önemli olan bilgiyi hangi amaç ve niyet için kullandığıydı. Zihin ile kol arasındaki işbölümü, ilk defa topluluğun ihtiyaçlarının ötesinde bir artı ürüne sahip olunmasıyla ortaya çıkmıştı. Kol gücünün ürettiklerinin muhasebesini tutacak ve giderek başka fonksiyonlarda üstlenecek olanlar, artık topluluğun sırtından yaşama imtiyazına da sahip olacaklardı.

Aydınlanma nedir sorusuna ilk tumturaklı yanıtı veren Kant, aydının da tarifini yapıyordu aslında. İnsan kendi elleriyle düştüğü cehaletten, ancak aklını kullanarak kurtulabilirdi. Kant aydınlanma nedir sorusuna bireysel bir cevap veriyordu. İnsan cehalete kendiliğinden mi sürüklenmişti? Cehaletten kurtulabilmesi, demek kendini aydınlatabilmesi nasıl olanaklı olacaktı? Koyu karanlığın içinden aydınlığa ulaşabilmek, bireysel çabalarla mümkün müydü? İnteligencia bu işin, ancak kendini bununla görevli sayanlar sayesinde mümkün olacağını iddia ediyordu. Aydının görevi, her türlü olumsuzluğu katlanarak, etrafındaki cehalete, karanlığa savaş açmaktı. Bunun için her türlü otoriteyle, güç odaklarıyla arasına bir mesafe koymalıydı. Sartre’ın dediği gibi aydın olay ve olgulara yansız, nötr yaklaşamazdı. Gelişmeleri yukarıdan, tarafsız bir gözle inceleyemezdi. Olaylar ve olgular, ancak angaje olduğumuz takdirde gözümüze gerçekte oldukları gibi görünürlerdi. Yansızlık bizi egemen fikirlerin saflarına iterdi. Egemen fikirler ise Marx’ın dediği gibi egemen sınıfların fikirleriydi.

Sartre dedesine hayranlıkla dolu çocukluğunu anlattığı ‘Sözcükler’ adlı otobiyografik anlatısında kitaplara olan tutkusunu anlatının merkezine yerleştirir. ‘Aydınlar Üzerine’ de ise angaje aydın sorununa değinir. 50’li ve 60’lı yıllar aydınların bir kategori olarak hala etkili olduğu dönemlerdi. İktidarlar aydınlardan hem rahatsızlık duyuyor hem de onlara karşı temkinli hareket etmeyi tercih ediyordu. Çünkü gerçeğin tavizsiz bir savunucusu olan aydınlar aynı zamanda toplumsal vicdanı da temsil ediyordu. Gerçeklikten pek bir ürküntü duymayan iktidarlar, toplumsal vicdanı yok sayamıyorlardı. İktidarlar daha henüz vicdanları köreltmemiş ve vicdanlar üzerinde egemenlik kuramamışlardı. Sartre’ın heybeti ve gücü toplumsal vicdanı temsiliyetten geliyordu. De Gaulle bile bunun karşısında geri adım atmak zorunda kalacaktı. Sartre 70’lerin ortasında vefat ettiğinde tarihi bir kategori olarak aydının da sonuna yaklaşılmıştı. Toplumsal mücadelelere önderlik edenler artık kendilerine aydın sıfatını yakıştırmıyordu. Aron gibiler bir aydın despotizminden bile söz edebiliyordu. Foucaultgiller ise her türlü temsil ilişkisine karşı çıkıyordu. Hava aydınların aleyhine dönmüştü.

En son Said, aydının değil, ama entelektüelin itibarını kurtarmak için sahneye çıkacaktı. Zihin işçisi olarak bilinen entelektüel, Said ile birlikte aydının bir kısım sorumluluklarını devralacaktı. Amerikan sosyolojisinin önemli temsilcilerinden Alvin Gouldner’e göre modern toplumun ortaya çıkardığı mesleklerin mensupları da birer entelektüeldi. Ve bunların sayıları her geçen gün artıyor, geleneksel orta sınıfların yerlerini alıyorlardı. Amerikan sosyolojisi entelektüelin gerçekle, hakikatle ilişkisi üzerinde durmuyor, onu çalışma yaşamının içine yerleştiriyordu. Kavramın tanımı ve tarifi konusunda bir uzlaşma yoktu. Bilgiyle ilişkisi her zaman daha değer yüklü olan kıta geleneğine göre entelektüel olmak için salt zihin işçiliği yeterli değildi. Bunun yanında gerçeğin sözcüsü olmak ve onu her tür iktidar karşısında savunmak entelektüel olmanın olmazsa olmazıydı. Daha çok kıta geleneğine yaslanan Said, Jülien Benda’dan başlayarak bir entelektüel tanımı geliştirecekti.

Buna göre entelektüel her kayıtta gerçeğin sözcüsüydü. İktidarların eğik büktüğü gerçeği, onların elinden çekip kurtarmak en önemli göreviydi. Gerçek sadece devlet merkezli güç odakları tarafından çarpıtılmıyordu. Gerçeğin mistifiye edilmesinden çıkarı olan çevreler çok daha geniş bir bağlama oturuyordu. Entelektüel bunlara karşı da yılmadan mücadele etmek zorundaydı. Gerçeğin sözcüsü olmak için her tür iktidarın dışında bir konum alınmalıydı. Üniversiteler ve medya düzeni karşısında uyanık olunmalıydı. Çünkü, artık gerçeğin çarpıtıldığı yerler buralarıydı. Entelektüel şan, şöhret ve ilgiden kendini uzak tutmalıydı. Payeler peşinde koşmamalı, alçak gönüllü bir yaşamı tercih etmeliydi. Said, Foucault’dan çok etkilenmiş biriydi. Şarkiyatçılık da onun bilgi ile iktidar arasında kurduğu ilişkiyi model almıştı. Ama temsiliyeti yok saymıyordu. Bir aydın sorumluluğu yüklenmekten kaçınsa da, entelektüel ile madunlar arasında dolaysız ilişkiler geliştirilmesinden yanaydı.

Chomsky ise hem aydın hem entelektüel özelliklerine sahip bir figürdü. Sartre gibi dünyanın tüm ezilenleri ile organik bir ilişki kurmaktan çekinmiyordu. Latin Amerika’nın ezilen halkları, Kürtler ve özellikle Filistinliler, Chomsky’nin ömrünün son demlerine kadar dayanışmasını esirgemediği halklardı. Bu dayanışma soyut bir içerikten uzaktı. Bu halkların yayınlarında yazıları yayınlanıyor, kampanyalarına katılıyor ve toplantılarına iştirak ediyordu. Sırça köşkünde oturmak yerine doğrudan, yürütülen mücadelenin bir parçasıydı.

Türkiye gibi ülkelerde en sıkı emperyalizm karşıtı olanlar bile kendi ülkelerine iş geldiğinden sus pus olur. Liebknecht’lerin, Roza’ların militarizm karşıtı mücadelelerine hayranlık duyanlar, kendi devletlerinin militarizmi karşısında suskunlaşır. Chomsky Amerikan vatandaşı bir Yahudi olmasına karşılık, ömrü boyunca ABD emperyalizmi ile Siyonizme karşı mücadele etti. Sağlam bir emperyalizm karşıtı olmak, önce kendi devletine tavır almaktan geçiyordu. Ezilen halklar ile dayanışmak da kendi milletinin verdiği imtiyazları reddetmekle başlıyordu.

95 yaşında vefat bu büyük düşünür, ömrünün sonuna kadar yazdı çizdi ve daha iyi bir dünya mücadelesine katkı koydu. Amerikan emperyalizminin dünya çapında yürüttüğü kirli faaliyetlerin tam bir dökümünü çıkardı. Bununla ilgili sayısız kitaba imza attı. Terörü elinde bir maymuncuğa çevirmiş olan bu ülkenin gerçek bir terör devleti olduğunu bütün belgeleri ile ortaya koydu. Bütün dünya onun ülkesiydi. Her yerde filizlenen direnişlerin, isyanların ve devrimlerin yanında durdu. Filistin meselesinde elini atmadığı bir boşluk bırakmadı. En az Said ve Achcar kadar bu meseleye ilgiliydi. Yahudi lobilerinin nefretini çekmek bahasına Filistin halkının yanında olmayı tercih etti. Kürtlerin mücadelesine koşulsuz destek sundu. Yazılarının Kürt medyasında yayınlanmasından onur duyuyordu. Yazılarından ve kitaplarından hiçbir telif almıyordu. Geride herkese örnek olacak bir hayat bıraktı.

Not: Bu yazı, Chomsky'nin vefatının duyurulmasıyla, bu büyük insana karşı hissettiğimiz derin saygının nişanesi olarak kaleme alınmıştı. Eşi ve Tarık Ali hayatta olduğunu açıklayınca, sanki bir yakınımızda yaşayacağımız ferahlığı hissettik. Ancak yazıyı olduğu gibi bırakmayı tercih ediyoruz. Çünkü karşımızdaki insan bu övgülerin çok daha fazlasını hak ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar