Neyin Restorasyonu?
Altılı masa madem yükselen beklentileri karşılayamıyoruz, adayla ilgili kör düğümü çözemiyoruz o zaman kendimize bir format atıp yeni bir şey yapmış olduğumuzu cümle aleme duyuralım diyerek adını millet ittifakı olarak değiştirdi. Geldiğimiz noktada siyaset adına yapılan bütün arkeolojik kazılardan Türk sağının bilindik klişeleri çıkıyor. Çok katmanlı bir kriz içinde debelenen ülkenin çıkış umudu Türk sağının klişelerinin ötesine geçemiyor. Mevcut düzenin iktidarının ve muhalefetinin ufkunu bir gelecek ideali değil geçmişe ilişkin özlemler tayin ediyor. Halbuki bir kriz beraberinde yeninin doğum umutlarını ve heyecanlarını getirmelidir. Erdoğan varolan statükoya mahkum olduğu, onu ancak daha da gericileştirdiği taktirde iktidarını koruyabilir. Erdoğan Türkiye'nin sorunlarını çözme ehliyetini kaybetmiştir. Tarih hiç kimseye tanımadığı fırsatı ona tanımıştı. Vesayet güçlerinin konuşulmasına bile izin vermediği meseleler bu dönemde çözülme eşiğine gelmişti. Erdoğan kendisinin ve temsil ettiği güçlerin kişisel ve keyfi egemenliğini sürdürmek adına bütün çözüm umutlarını berhava etti.
Erdoğan keyfi bir iktidarın sözcüsü olduğu halde sanki muhalefetteymiş gibi bir algı yaratmak istiyor. İçeride karşısında bir vesayetçi güç odağı kalmadığı için bunların artık dışarıda olduğunu söylüyor. Erdoğan şimdi kendisiyle uğraşanların, iktidarına göz dikenlerin uluslararası merkezler, güç odakları olduğu hikayesine taraftarlarını inandırmaya çalışıyor. İçeridekiler ise bunların basit bir enstrümanı, piyonu olmanın ötesinde bir role sahip değil. Erdoğan tepe tepe kullandığı ve kullanmaktan bir türlü kurtulamadığı klişelere sığınmaktan başka bir çıkış bulamıyor. Demokrat Parti'yi iktidara taşıyan slogana adeta bir can simidi gibi sarılıyor. Demokrat Parti ' yeter söz milletin ' diyerek CHP'nin yirmi yedi yıllık iktidarına son vermişti. Şimdi Erdoğan iktidarının yirmi birinci yılında ve geleceğe dair en küçük bir hayalden bahsedemezken bu sihirli cümlenin kendini kurtaracağını sanıyor. Aynı sloganı millet ittifakı da canı gönülden benimsiyor. Erdoğan iktidarı ile CHP iktidarı arasında doğal bir korelasyon kuruluyor. CHP kütlesi gözünü seçimlere diktiği için bu sloganın kendine karşı üretilmiş bir slogan olduğunun bile farkında değil. Tek parti CHP'si sanki başka bir parti, arada kurumsal ve tarihsel bir süreklilik yokmuş gibi davranılıyor.
Postmodern zamanlar için şöyle bir formül uydurulmuştu: ' anything goes ( her şey gider ) '. Postmodern zamanlarda yaşadığımıza delalet eden en önemli sözlerden biridir bu. Evet her şey gider, her şey olabilir, çünkü hayat bir ' boş gösteren 'dir. İçine her şeyi yerleştirebilir, her şeyi atabilirsiniz. Çünkü hayat doluluğunu ve derinliğini kaybetmiştir. Özel bir çabaya, özel bir gayrete de lüzum yok. Reklamcılığın dili siyasete hakim olunca kelimeleri ve sloganları tersine çevirmeniz yeterlidir. Madem Erdoğan seçim günü olarak 14 Mayıs'ı düşünüyor ve yeter söz milletindir diyor bir tersine çevirme işlemi ile sloganı kendinize mal edebilirsiniz. Hem de yaptığınız iş zamanın ruhuna da uygun olur. Uçuculuğun, derinlik kaybının, şizofrenik öznenin egemen olduğu bir zamanda hayalle, umutla ilgilenmek ağır kaçabilir.
Akşener Türkiye çapında donattığı bilboardlar ve afişlerle millet ittifakının açıklayacağı hükümet programının habercisi olmuştu. Akşener bu afişlerde yer alan sloganlarda önceliğin devlete ait olduğunu peşinen açıklamıştı. Akşener'e göre devlet 'adildi, şefkatliydi, ahlaklıydı, merhametliydi ve kin tutmazdı'. Devlet ile millet arasında kopan bağları yeniden onarmak ve milleti yeniden devleti ile barıştırmak gerekiyordu. Öncelik milletin onun tercih etmediği sözcükle toplumun değildi. Yaşadığımız sorunun gerçek içeriği bir devlet krizi olmasında düğümleniyordu. Devlette yaşanılan kriz çözüldükten sonra toplumun meselelerine sıra gelebilirdi. Akşener'in bakışının, perspektifinin sadece ona mahsus olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisi nasıl ülkeye hakim olan rejim krizi karşısında geliştirilmiş bir rejim önerisi idiyse millet ittifakının açıkladığı hükümet protokolü de öncelikle içinde yaşanılan devlet krizine son vermeyi hedefliyor. Altı parti devlet krizi için aralarında az çok bir mutabakat üretirken sıra toplumsal dertlerimize gelince ‘önceliğimiz başka şimdilik bunların sırası değil’ yaklaşımını benimsiyor. Ortaya çıkan metne eleştirel yaklaşanlar dahi umutlarını, iyimserliklerini kaybetmemek için görmek istediklerini görüyorlar. Diğer meselelerinde zaman içinde hal yoluna konulacağına dair iyimserliği elden bırakmak istemiyorlar.
AKP'nin ve Erdoğan'ın iktidardan gitmesi gerektiği konusunda hiçbir tereddütümüz yok. Erdoğan'ın iktidarda kalması demek Türkiye'nin ' açık faşizme ' doğru yelkenleri fora etmesi demektir. Bu hususu bıkmadan usanmadan tekrarlıyoruz. Karşı karşıya olduğumuz seçeneğin ne olduğu konusunda da herkesten daha uyanık bir bilince sahibiz. Ancak şunu da çok iyi biliyoruz ki Erdoğan'a alternatif olacak bir devletçi restorasyonda bu toplumun hiçbir derdine çare olmayacaktır. Türkiye'nin kadim meseleleri devletin toplumsal talepleri kulak ardı etmesinden, devlet işleyişinin toplumsal sorunları çözmek yerine onlara güvenlikçi bir bakışla beka sorunu olarak algılamasından kaynaklanmaktadır. Osmanlı ve Cumhuriyet toplumun kendi olmasına hiç fırsat tanımadı. Devlet gelmiş geçmiş tüm iktidarlar tarafından öncelikli olarak algılandı. Toplumsal taleplere açık bir devlet anlayışı siyasetçiler tarafından çok kısa bir sürede terk edildi. Siyaset iktidara gelmeden önce az da olsa toplum adına konuşurken iktidar olduktan bir süre sonra toplumla olan ilişiğini kesti ve devletin sözcülüğüne soyundu. Türkiye'de gelmiş geçmiş tüm sağ iktidarlar millet adına iktidara talip olduktan kısa süre sonra devlet demeye başladılar.
Açıklanan program bu anlamda önceliği devlete tanıyor. Devletin restorasyonunu, önceki haline dönüşüne öncelik veriyor. Elbette devlet krizine son vermek, devlet katlarından yaratılan kutuplaşmaya, ayrıştırmaya sonuna kadar karşı çıkmak gerekiyor. Weberci anlamda bir bürokrasiye, işlevselliğe ve soyutluğa ihtiyaç var. Bürokrasi toplumun tamamına yansız, nötr olarak hizmet vermek zorunda. Devlet yaşamında rasyonellik, işlevsellik ve nesnellik olmazsa olmazlar. Ama yinede yaşadığımız çok katmanlı krizin kaynağının tek başına devletten kaynaklandığını düşünmemek gerekiyor. Devlet dediğimiz şey kendi başına aşkın bir özne değil. İçinde yaşanılan toplumsal ilişkiler tarafından belirleniyor ve yeniden üretiliyor. Toplumun meselelerine odaklanmadan, sorunun kaynaklarının orada düğümlendiğini unutarak hiçbir sorunumuza kalıcı cevaplar üretilemeyecektir. Bu anlamda üretilen metin zayıftır, yetersizdir ve eksiktir. Bu haliyle kaldığı müddetçe de krizi çözebilme şansı yoktur. Siyaset önceliği devlet krizine verdiğinden toplumun kendi derdine sahip çıkmasından başka bir çıkış umudu da yoktur. Siyaseti bu gerçekçi hatta sokacak olan ise toplumun siyasallaşması ve kendini gerçek bir özne haline getirmesi olacaktır.