Neler Oluyor (2)
7-Türkiye’nin etrafındaki statüko çatırdıyor ve gerekli önlemleri alamadığı takdirde bu fırtına Türkiye’yi de etkisi altına alabilir. Türk istihbaratının başında 13 yıl kalmış birisi olarak Hakan Fidan bir ‘üçüncü dünya savaşı’ olasılığından bahsettiğinde şaka yapmıyordu. Kuzeyde Ukrayna Savaşı’nın güneyde ise İsrail’in Gazze’de başlattığı savaşın yangını büyütme tehlikesi kuvvetliydi. Batı’nın Ukrayna’ya vereceği füzelerin Rus topraklarını vurma tehlikesi ve buna karşılık Putin’in elini nükleer başlıklı silahlara dokundurması savaşın kıta Avrupa’sını da içine alması sonucunu her an doğurabilirdi. Gazze savaşının başlarından itibaren İsrail’in hedeflerinin yalnızca Gazze’yi bir beton yığınına çevirmek ve Hamas’ı yok etmekle sınırlı olmayacağı anlaşılmıştı. ABD ve İngiltere’nin senaryolaştırdığı, vurucu güç olma rolünü ise Ukrayna ile İsrail’e verdikleri yapımda asıl amaç hegemon bir güç olan Çin’i bağlaşıklarından yoksun bırakmaktı.
8-Ukrayna savaşı ile kıta Avrupası yeniden Amerikan gücüne biat edecek kıvama getirildi. Almanya’nın otonom davranabilme yeteneği elinden alındı. Rusya ile kurduğu enerji ve Alman emtialarının değiş tokuşuna dayalı ticarete müdahale edildi. Bir sanayi devi olan Almanya’nın İran ile geliştirdiği ilişkilerde bu vesile ile darbelenmek isteniyor. Macaristan gibi ehemmiyetsiz ülkelerin karşı çıkışı dışında Avrupa’da hiçbir güç bu sürece karşı çıkacak cesareti gösteremedi. AB bağımsız bir askeri güce ve buna dayalı bir dış politika kapasitesine dayalı olmadığından sözde Rus yayılmacılığı karşısında güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak için kendini yeniden ABD’nin kollarına bıraktı. Bu tercihi sonucunda Rusya gibi büyük bir pazardan olduğu gibi belki de ilk defa karşısına çıkan bir fırsatı da geri tepti. AB kuzu gibi ABD’nin peşine takılmamış olsa idi önemli bir uluslararası gelişme karşısında ilk defa otonom davranabilme kabiliyeti kazanmış olacaktı.
9-Gazze’de başlayan savaşın menzili Hamas’ın yönettiği toprakların çapını çoktan aştı. Savaş bölgedeki statükoyu tümüyle değiştirebilecek bir yere doğru evrilme riskini taşıyor. Başta ABD olmak üzere tüm Batı’nın koşulsuz desteğini arkasına alan İsrail hedefine İran’ı yerleştirmiş gözüküyor. İran ise bilindiği gibi sadece İran’dan ibaret değil. İran edindiği kapasite ile bölgedeki tüm Şii yayını harekete geçirebilecek bir güce sahip. Bu Şii hilaline Suriye gibi Batı ile çıkarları ters ülkeleri ve Hamas gibi Müslüman Kardeşler Enternasyonaline yakın örgütleri de dahil etmek gerekiyor. İran savunması İran topraklarından değil Direniş Ekseni denilen yerlerden başlıyor çünkü. Bölgedeki her statüko değişikliği İran’a kazandırmıştı. Irak’ın işgalinden en büyük parsayı işgalci ABD değil İran koparmıştı. Şii nüfusun çoğunluğu oluşturması nedeniyle Irak İran’ın nüfuz alanına girmişti. Arap Baharı’nda yıkılmak istenen Suriye’de iç karışıklıklar başladığında bu ülkenin imdadına devrim muhafızları ile Lübnan Hizbullah’ı koşmuştu. Bu iki gücün verdiği destek olmasaydı Esat’ın ayakta kalabilmesi mümkün değildi.
10-İran Esat Suriye’sini ayakta tutan en büyük güçtü. Kara savaşını onlar yürütmüştü. Ruslar verdikleri hava gücü desteği karşılığında Akdeniz kıyısında askeri üsler elde ederken Esat karşıtı cihatçı yapılar ile sürdürülen savaşı İran yönetmişti. Bunun karşılığında İran Suriye devleti nezdinde ciddi bir ağırlık ve itibar kazandı. Böylece İran bölgedeki statükonun her bozuluşundan büyük kazanımlar elde etti. Bölgesel hasmı İsrail ile komşu oldu. Hem Hamas hem de Hizbullah askeri, lojistik ve stratejik açıdan İran’ın etkisi altında olan milis yapılanmalar. Bunların varlığı İran’ı güçlü hale getiriyor. Kendine yönelecek doğrudan tehditleri ülke topraklarından uzakta savuşturma imkânı veriyor. Bu güçlerin tasfiyesi, etkisizleştirilmesi ve güçlerinin kırılması demek İran’ın saldırılara açık hale gelmesi anlamını taşıyor. Dolayısıyla bu güçler yenildiğinde İran topraklarının artık güvence de olmadığını biliyor.
11-İsrail’e ABD ve İngiltere’nin verdiği destek yalnızca İsrail’in korunmasından kaynaklanmıyor. Koşulsuz desteğin arkasında tek yanlı bir bağımlılık yok. İsrail bulunduğu topraklarda aynı zamanda emperyalizmin çıkarlarının da muhafızlığını yapıyor. Dünya ekonomisinin ağırlık merkezi Pasifik’e kaymış olsa da fosil yakıtlarına dayalı enerjinin büyük kısmı Ortadoğu’da bulunuyor. İran, Irak ve Suudiler bu belirlenmiş rezervlerin yarısından fazlasına sahipler. Enerjiyi ve nakil hatlarını kontrol edenlerin önemli bir güce sahip oldukları bir dünyada yaşıyoruz. Dünya rezervlerinin %20’ne İran tek başına sahip. Irak bilinen rezervlerin %18’ne sahip. Tek başına bu gerçek bile gelişmeleri anlamak açısından yeterli. ABD ilgisini Pasifik’e ve Çin’e kaydırmak isterken bölgeyi de elden çıkarmak istemiyor. Hele Çin ile Rusya ve İran’ın işbirliğini kendisi açısından en büyük tehdit sayıyor.
12-Tüm bu olguları alt alta dizdiğimiz vakit Batı açısında tıpkı Ukrayna’da Rusya’nın zayıflatılmasında olduğu gibi geniş Ortadoğu sahasında da İran’ın direniş ekseninin tasfiyesi ile bu ülkenin destabilizasyonu öncelikli hale geliyor. Hamas’a karşı sürdürülen savaş bu nedenlerle yayılma ve doğrudan İran’ı hedef alma potansiyelleri taşıyor. İran bir iç karışıklık içerisine sürüklendiğinde ve tıpkı Irak ve Suriye’de olduğu gibi toprak bütünlüğünü kaybedip fiili oluşumlara geçit verildiğinde bu ülke bölgesel denklemlerden de uzaklaştırılmış olacak. Irak ve Suriye’de olduğu gibi iç sorunlarla cebelleşecek ve bölgesel ağırlığını kaybedecek. Direniş eksenini yönetme, ayakta tutma kabiliyetinden yoksun kalacak. Suriye çok daha kolay bir biçimde Batı’nın sözünü dinler hale getirilecek. Yeniden yapılandırılmak istenen Irak üzerindeki İran vesayeti sona erdirilmiş olacak. Bölgenin fosile dayalı yakıtları daha doğrudan biçimde emperyalizmin kontrolüne girecek. Çin’in bölge ile ilişkisi kesilecek ve ‘bir yok-bir kuşak’ projesi akamete uğrayacak. Ayrıca Çin büyük ölçüde İran petrolüne bağımlı bir ülke.
Not: Tüm bunların Türkiye ve son süreç ile ilgisini yazmaya devam edeceğiz.