1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Milli Yargıdan Milli Hukuka (7)
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Milli Yargıdan Milli Hukuka (7)

A+A-

Asıl olarak bir 19.yüzyıl tarihçisi olan E.J.Hobsbawm bu dönemi 20.yüzyılın aksine ‘uzun yüzyıl’ olarak nitelendirmişti. Üçlemesinin ilk cildine ‘devrim çağı’ adını vermiş ve 1789 ile 1848 yılları arasını incelediği yapıtına aynı adı koymuştu. 19.yüzyılın ilk yarısı sahiden de köklü ekonomik, toplumsal ve hukuki dönüşümlere tanıklık etmişti. 18.yüzyıl bir Aufklerung çağıydı ve akıl kendini sınırlayan gelenek, görenek gibi bağlardan kurtarmıştı. Bireyleri harekete geçiren dürtü maddi çıkarları, somut menfaatleriydi. Otonom bireyin müracaat kaynağı son tahlilde aklıydı. Özel mülkiyet temel hakların en başına yerleşmişti. Devrimin entelektüel sınırlarını burjuvazinin azami talepleri çizmişti ve mülkiyet hakkı 1804 tarihli Fransız Medeni Kanuna burjuva özel mülkiyet hakkı olarak girmişti. Kanunla sınırlanmadığı takdirde mülkiyet eşyadan yararlanma ve üzerinde dilediği biçimde tasarrufta bulunma hakkını ihtiva ediyordu. Kanunla sınırlanma ise daha çok kentsel mekândaki mülkiyet hakkını ilgilendiriyordu. Bayındırlık ve imar faaliyetlerinde önceki dönemlere göre eşine rastlanmadık bir artış olmuş bu gelişme merkezi idareye özel mülkiyet hakkına değerini ödemek kaydıyla müdahale imkânını vermişti. Bir diğer sınırlama ise soyluların zorla el konulan mülklerini ilgilendiriyordu. Restorasyon devrimin hızını kesmiş, soyluları yeniden iktidar ortağı haline getirmiş ve onlarda müsadere edilen mal ve mülklerinin derdine düşmüştü.

Böylesi bir ortamda 1827 tarihli Orman kanunnamesi ormanlık arazilerde görenek hukukundan kaynaklı zilyetlik haklarına son vermişti. Soylular kaybettikleri mülklerine yeniden kavuşmak istiyor, burjuvalar topraktaki özel mülkiyet haklarına sımsıkı yapışıyor, yoksul köylüler ise geçimlik ihtiyaçlarını karşılamak için yararlandıkları çalı çırpının zilyetliğini ellerinden çıkarmak istemiyorlardı. Yoksul köylülüğü kazanma konusunda soylular ile burjuvalar birbirleri ile mücadele ediyordu. Köylülük kendini bu sınıflardan bağımsız biçimde temsil edecek siyasi temsil olanaklarından yoksundu. Dağınık biçimde yaşaması, kendi mülküne gömülü bir hayat sürmesi kolektif davranmasını engelliyordu. Ayrıca tarımın her geçen gün piyasa ilişkilerinin içine çekilmesi, kapitalistleşmeye başlaması yoksul ve küçük köylülüğün altındaki zeminin çekilmesine ve üretim araçlarından yoksun kalıp kentlere birer özgür emekçi olarak gelmelerine neden oluyordu.

Bütün bu gelişmeler soyluluğun iktisadi ve siyasi yaşamda daha etkili olduğu Prusya için de söz konusuydu. Marx’ın ‘anlatılan senin hikâyendir’ deyiminde olduğu gibi Fransa’da yaşanılanlar Prusyalıların başlarına geleceklerin sadece habercisiydi. 1807 tarihli tarım reformu ile toprağa bağlı serfliğe son verilmiş eskinin serfleri küçük köylülere dönüşmüştü. Marx’ın doğduğu ve yaşadığı Renanya’da devrimden en fazla etkilenen Prusya topraklarının başında geldiğinden Code Napolyon burada etkisini her yerden daha fazla göstermeye başlamıştı. Köylülüğün kendi dar dünyasında olandan bitenden çoğu kez habersiz olduğu bir dönemde sınıfsal çatışma liberal burjuvazi ile eski rejimin savunucusu soyluluk arasın sıkışmıştı. Liberal burjuvalar çok sınırlı siyasi temsil imkânına sahip oldukları için sınıf çıkarlarını dile getirecek basın yayın araçlarına ihtiyaç duyuyordu. Hegel’in dediği gibi burjuvalar sabah duası yerine gazete okumayı tercih ediyordu.

Marx’ın gazeteyi yönettiği dönemde Renenya Dieti’nin önündeki konulardan en önemlisi ‘odun hırsızlığı kanunu’ hakkındaki düzenlemeydi. Yeni kanun ile ‘düşen dalların/odunların aşırılması veya kuru dalların/odunların toplanması ‘hırsızlık’ başlığı altında değerlendirilecek ve ‘hırsız’ keresteyi çalmış gibi cezalandırılacaktı.’ 1532 tarihli Ceza Kanunnamesi odun hırsızlığını ‘kesilmiş odunu çalma ve hırsızlık amacıyla odun kesme’ olarak sınırlandırmıştı. Düşen dalları, çalıyı çırpıyı toplamak eski kanuna göre suç sayılmıyordu. Yeni kanun ile mülkiyetin kapsamı genişletiliyordu. Önceki mülkiyet biçiminde ağaç ile ilişkisi doğal yollarla kesilmiş olan eklentiler mülkiyet kapsamına alınmıyor ve bunlar üzerinde hak sahibi olan zilyetlik iddia edebiliyordu. Yeni kanun ise ağaçla organik bağı kesilmiş olan mütemmim cüzleri dahi özel mülkün bir parçası sayıyordu. Mütemmim cüzler orman köylülerinin yaşamı düşünüldüğünde çok önemliydi. Ağaçtan kopan parçalar ile hem yakacak odun ihtiyaçlarını karşılıyor hem de küçük de olsa bir gelir elde ediyorlardı.

Marx tartışmaya dahil olduğunda daha fikirleri berraklaşmış değildi. Henüz ekonomi politik okumaları yapmaya başlamadığı için meta biçimi ile hukuksal biçim arasındaki yakınlığı fark edebilmesi mümkün değildi. Babasının işleri nedeniyle bir ayağı Manchester’de olan dostu Engels ile de tanışmıyordu. Engels ekonomi politik okumalarına Marx ’tan çok önce başlamıştı ve bu alana ilgisi de Engels ile tanışmasından sonra artacaktı. Marx daha çok felsefeyle uğraşmış, ama hukuk formasyonu da edinmiş birisi gibi yaklaşıyordu meseleye. Hegel’e göre hukuk kişilerin şeylerle ilgisini düzenlerken Savigny’e göre kişilerin diğer kişilerle ilişkisini düzenliyordu. Kişilerin şeylerle ilişkisini düzenleyen hukuk bu nedenlerle soyut, ussal ve dogmatikti. Konusunu doğrudan özel mülkiyet oluşturuyordu. Bir görenek hukukçusu olan Savigny’e göre hukuk kişilerin kişilerle ilişkisini düzenler ve bu nedenle de karşımıza değişik mülkiyet biçimleri çıkardı. Zilyetlik yani elde bulundurmak mülkiyetin en bilinen biçimiydi.

Marx yazılarında Hegel ile Savigny karşı karşıya getiriyor ve kendi özgün yolunu bulmaya çalışıyordu. Odun hırsızlığı kanunu yaban mersini, böğürtlen gibi meyvelerin toplanmasını da suç haline getiriyordu. Orman bekçilerinin ömür boyu görev yapmaları düzenleniyordu. Ömür boyu görev yapma keyfi davranışlara yol açacak ve suçlu karşısında bekçileri bir taraf haline getirecekti. Devlet otoritesini bekçiler üzerinden orman sahiplerine devretmiş oluyordu. Kimin suçlu olduğuna, fiilin hırsızlık kapsamına girip girmediği konusunda bekçiler tek söz sahibi olacaktı. Sivil toplumdaki tekil çıkarlar karşısında evrenselin yani genel çıkarın savunucusu olması gereken devlet özel çıkarların bekçisine dönüşüyordu. Maddi çıkarlar ile özel mülkiyet arasındaki bağı fark eden Marx, Hegel’in hukuk ve devlet teorisindeki boşlukların üzerine gitmeye başlamıştı. Devlet odun hırsızlığı kanunda olduğu gibi hiç de genel çıkarı değil kişilerin özel çıkarlarını savunuyordu. Üstelik elindeki tüm yetkeyi de bunun için seferber ediyordu. Genel yararı kollaması gerekli kamu hukuku özel hukukun buyruğuna girmişti. Devletin elindeki güç bir takım kişilerin özel gücüne dönüşmüştü.

Kanuna göre cezalarını ödeyemeyenlerin belgelenmesi halinde bu kişiler orman sahibinin yükümlü olduğu köy yollarında mecburi çalışmaya tabi tutulacaktı. Mahkeme masrafları özel kişilere yıkılıyordu. Bu feodal hukukun en temel biçimi olan angarya uygulamasının yeniden hortlatılması demekti. Burjuva özel hukuk biçimi sahiplerinin ellerinde geçmiş hukuk ile barışabiliyordu. Demek ki arada antagonist yani uzlaşmaz çelişkiler yoktu. Yoksul köylüler karşısında eski hukuk yeni hukuk kalayca ittifaka gidebiliyordu. Kanunu görüşen ve onaylayan Diet genel çıkarların sözcüsü değil özel çıkarların koruyucusu olmuştu. Şöyle diyecekti; ‘ Diet görevini tamamlamıştır, görevi gereği belli özel çıkarları temsil etmiş ve nihai noktayı koymuştur.’

Balzac’ın bir eski rejim taraftarı olmasına karşılık yeni açılan dönemi yani burjuva dünyasını en mükemmel biçimde anlayan birisi olmasında olduğu gibi Marx ’ta bir kanun tasarısı üzerinden yeni dönemin anatomisini erkenden çıkaracak: ‘ tüm bu anlattıklarımızdan meclisin yürütme gücü, idari yetke, suçlananın hayatı, devlet fikri, suçun kendisi ve de cezalandırmayı nasıl alaşağı ederek özel çıkarların maddi aracı haline getirdiği üzerinedir’ diyecekti. Görenek hukuku da yoksul orman köylülerine hiçbir koruma sağlayamayacaktı.

Önceki ve Sonraki Yazılar