1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Metin Çulhaoğlu’nun Ardından
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Metin Çulhaoğlu’nun Ardından

A+A-

Metin Çulhaoğlu’nun ardından epeyce birşey yazıldı. Yazıların ortak paydası gecikmiş bir hakkın teslimiydi. Çoğu zaman ortadaki haline pek bakmadan burnundan kıl aldırmaya yanaşmayan sosyalist sol Metin Çulhaoğlu’na hakkını ödemek konusunda olgun davranmayı  başarabilmişti. Bunun geldiğimiz düzey kadar asıl olarak Çulhaoğlu’nun tartışmasız saygınlığından, ağırlığından kaynaklandığını düşünüyoruz. Evet Çulhaoğlu memleketin en yaratıcı, en kapasiteli Marksistlerinden biriydi. Bütün bir hayatını Marksist ortodoksiyi kaçkınlar karşısında berkitmeye içinden konuşanlara karşı ise inceltmeye harcadı. 

Türkiye sosyalist hareketinin devrimci damarı güçlüdür. Ancak bu devrimci damar devletin ağır fiziki saldırıları karşısında tek başına ayakta kalabilmek için o kadar da güçlü değildir. Asıl zayıflık ise kuramsal ve ideolojik saldırılar karşısında birikimin cılızlığından kaynaklı dirençsizliktedir. Çulhaoğlu bu devrimci damarın aşısız ayakta kalmasını zayıf bir ihtimal olarak görüyordu. Çabasının yabana atılamayacak bir bölümünü devrimci hareketin kuram aracılığıyla aşılanmasına harcadı. Bu konuda çok özgün tahlillere sahipti şimdi bunlara girmenin sırası değil. Ardından yazılanlar, söylenenler bu çabanın boşa gitmediğini gösteriyor. Ördüğü istinat duvarının sağlamlığı bunun bir nişanesi. 

Sosyalist hareketin iki şeye sahip olması gerektiğini bıkmadan usanmadan anlatmaya çalıştı. İlki özgün bir Marksist ekole sahip olmaktı. Tıpkı Bolşeviklerin Rusya’da, Mao’nun Çin’de yaptığı gibi bu topraklarda Marksizme ilişkin bir model üretilmeliydi. Bu model diğer modellerin taklidi olmamalıydı. Taklitçiliği kuramsal birikimin doğrudan bir sonucu olarak görüyordu. Gelişkin bir kuramın yaşanılan toprağa daha sağlam basmaya ve siyasi öz güvene dönüşeceğinin ayrımındaydı. Yalnız bunun kof bir söylemle, üfürmekle ve salt belagatla olmayacağının farkındaydı. Çubuk bükmek dediği şey içinde bunlar olabilirdi ama hakkını vermek kaydıyla. 

Gelişkin bir kuramın teorisizme saplanmaması  için özgül bağlamlı bir devrim modeline ihtiyaç vardı. Bu ise ancak kuram, ideoloji ve siyaset arasında kurulacak dolayımlarla mümkündü. Çulhaoğlu’nun parlaklığı bu dolayımları kurmaktaki yaratıcılığından geliyordu. Kuramın en yüksek düzeydeki soyutlamaları ile siyasetin olgularını kavrayıştaki bütünlüğünü sonuna kadar zorlamaya çalıştı. Her yazısında bunu sınadı. Kuram da, siyasette bir defa da olmuş bitmiş şeyler değildi. Kuramın sabiteleri elbette daha dayanıklıydı, ama siyasetin zenginliği karşısında kendisini tekrar ve tekrar sınamalıydı. Özgül bağlamlı devrim bunun test edildiği alandı. Kuramın soyutlamaları evrensel iken siyaset daha tikel ve toplumsal formasyona içkindi. Birinde kaybedilecek denge bizi bütünlükten uzaklaştıracaktı. Bütünlük belki de onun üzerinde titizlendiği en kıymetli kavramdı. 

Üzerinde en fazla durduğu konulardan birisi yerlileşmekti. Yani bu topraklara basmak, kalıcı biçimde buraya ait olmak. Buranın davranışını, bu topraklara ait bir devrimciliği üretebilmek. Kuramın soyutlamaları sizi taklide sürükleyebilirdi. Bu konuda daha ileri düzeyde olan çevrelerin taklitçiliği aşamadıklarını Çulhaoğlu ahir ömründe yaşamış ve görmüştü. Bunun çaresi sahici bir yerlileşmekten geçiyordu. Taklit, öykünme, zorlama içermeyen ve eğreti durmayan bir yerlileşme. Kültürün içinden konuşmak, ancak onun arkaizmini yüceltmemek. En ileri ile bu topraklara has olanı birlikte düşünebilmek. Bunun sırça köşkte, fanusta olmayacağını da biliyordu. Kimlerin mukallitliğe saplanıp kaldığını da...

Çulhaoğlu sürekli kendini aşmak için çabaladı. Aştığını düşünenler onun bu çabaları karşısında üstenci bir dile sahiplerdi. Öldükten sonra da bunu ele veren yazılara tanık olduk. Çulhaoğlu’ndaki merak hevesinin, deneyim arzusunun ve aşmak çabasının biraz onlara da bulaşmasını dilemekten başka yapacağımız birşey yok. Haklılığı çıkmış geçmişiniz, ulaştığınız teorik düzey size bir imtiyaz, rüçhan hakkı sunmuyor. Çulhaoğlu’na biz de bu konularda dokunmadan edemezdik. Ama o çabanın samimiyetinden, aranışçılığından zerre şüphede bulunmadık hiçbir vakit.  

Bu topraklar ideolog, siyasetçi üretmek konusunda sanıldığı kadar bakir değil. Elimizin altında yeteneklerini ispatlamış ciddi bir envanter var. Ancak Çulhaoğlu gibi kuramla bu düzeyde ilgilenmiş, orjinal kavramlar ve sözcükler üretmiş olanların sayısı bir elin parmaklarından bile fazla değil. Çulhaoğlu Marksizmin en zor meselelerine nüfuz edebilecek bir yeteneğe, bu konularda orjinal şeyler üretebilecek bir kabiliyete ve daha önemlisi bunları anlamayacak olanlar için sadeleştirip anlatabilecek yüksek kapasiteye sahip bir Marksisti. Kuramın cılızlığı hala bir Türkiye Marksizminden uzaklığımız onun katkılarının anlaşılmasının önündeki en büyük engel. 

Çulhaoğlu sadece sosyalist siyasetle uğraşanların değil akademik bir Marksizmin içinde olanlarında dikkatle takip ettiği birisiydi. Takipçileri de her hareketin gelişmiş kadroları ile akademi içinden Marksizme merak salmış kişiler ve topluluklardı. Çulhaoğlu bu çevrelerle irtibatını da hiç koparmadı. Siyasete merak aşılamak isterken akademiye de siyaseti taşımak istedi. Yıllar evvel kopan bu bağların tamiri en büyük arzularındandı. Akademik Marksizmin siyasallaşması ve güncele yoğunlaşması konusundaki çabaları dikkate şayandı. 

Bu yazı da ardından yazılan her yazıda olduğu gibi biraz dağınık ve gelişigüzel. Kuşkusuz külliyatının, birikiminin bilançosu çıkartılacak. Eserlerinin, yayınlanmamış yazılarının yeni basımları yapılacak. Bu topraklarda Marksizme heves eden, onun dediği gibi 19.yüzyılın bize bıraktığı kalıcı sorunlarla uğraşmaya istekli, devrimi güncelde aramaya çalışan, ufuk çizgisine bir devrim isteğini yerleştirmişler için karanlıkta kalmamak adına bir fener olmaya devam edecek. Bizde aklımıza düştükçe yazacağız.

Önceki ve Sonraki Yazılar