Kurucu Meclisin arka planı, Atatürk’ün motivasyonu
Mustafa Kemal pek çok konuda üstün yetenekleri olan bir insandı. İttihatçı önderlik içinde, Osmanlı paşaları arasında artık ömrünü tamamlamış bir imparatorluktan yeni bir Cumhuriyet çıkarmanın stratejik planına sahip olan istisnai şahsiyet oydu. Kuşkusuz Osmanlı’yı yeniden diriltmenin, canlandırmanın zamanı tersine çevirmek olduğunu düşünen başkaları da vardı.... Çünkü birinci dünya savaşı Habdburglar, Romanovlar başta olmak üzere Avrupa’nın büyük karasal imparatorluklarının sonunu getirmişti. Altıyüz yıl ayakta kalmış, ondokuzuncu yüzyılda hantallaşmış, hasta adam haline gelmiş ve yarı-sömürgeleşmiş imparatorluğun vadesi artık çoktan dolmuştu.
Mustafa Kemal kendi kuşağı içinde hırslarıyla, yetenekleriyle, yönetme tutkusuyla bilinip tanınıyordu. O vakitler yükselmenin iki merkezi olan ne Sarayla ne de İttihatçı önderlikle çok yakın ilişkileri vardı. Her iki tarafla da bağları olmakla birlikte hiçbirinden özel bir himaye görmedi.
Balkanlar’dan gelmiş, imparatorluğun toprak kaybını en derinden hissetmiş bir kuşağa mensuptu. Selanik gibi sınıf çelişkilerinin çok görünür olduğu, işçi sendikalarının, sosyalist basının ve modern eğitim kurumlarının ilk örneklerinin kurulduğu canlı ve dinamik bir liman şehrinde alt sınıf Müslüman bir aileye mensuptu. Bu şehir de yaşamak onda hem sınıfsal olarak yükselme isteğini uyandırmıştı hem de mensubu olduğu Müslüman Türk toplumunun geri kalmışlığı üzerinde uzun uzun düşündürmüş olmalı.
Başarılı askeri kariyerine rağmen yükselişi her defasında İttihatçı önderlik, ama özellikle Enver Paşa tarafından engellenmişti. Kendisi de siyasal eleştiriler bir tarafa İttihatçıları askeri tercihler konusunda eleştirmekten kaçınmamıştı. Bu konularda bilgisine ve yeteneklerine çok güveniyordu. Sürekli savaş alanlarında kurmay olarak askerlik yapmak imparatorluğun artık yitip gittiğini fark etmesine yol açtığı gibi düşüncelerine de realist bir boyut kazandırdı.
Cumhuriyetçi olmakla, Roesseau’dan etkilenmekle beraber üzerinde nedense çok fazla durulmayan İmparatorluk gururuna sahip bir paşaydı da aynı zamanda. Dağılan imparatorluk enkazı altında, emperyalist güçlerin doğrudan vesayeti altında yaşamaya tahammülü yoktu. Bu anlamda özgürlüğüne ve bağımsızlığına düşkündü.
Önündeki güçler gelişmeler tarafından ıskartaya çıkartılırken o tam bir kurmay hesabıyla stratejik hedeflerine yoğunlaşmıştı. İttihatçı önderlik savaşın siyasi ve askeri bozgunu karşısında emperyalist güçlerin Ermeni kıyımının faturasını kendilerine çıkarılacağının bilgisiyle yurtdışına çıkmak zorunda kalırken İstanbul’daki Saray erkanı zaten ruhen düşmana teslim olmuştu. Bu güçlerin tanıyacağı kadarıyla bir yaşam hakkını kabullenmişlerdi. Direnmek, kurtuluş için mücadele etmek gibi hesapları yoktu.
Açılan boşlukları, önündeki güçlerin teslimiyetçiliğimi bir dahiye yakışır şekilde gördü. Anadolu’daki dağınık mücadeleleri birleştirebilir, bir ağırlık oluşturduktan sonra İstanbul’a karşı ikili iktidar durumu yaratabilir, işgal altında iradesi ipotek altına alınan Halife sultana karşı direnişin getirdiği meşruiyet ile gücünü dayatabilirdi. Bu sayede bütün kuvvetleri Anadolu’daki Meclis’in çatısı altında toplayabilir ve Uluslararası aleme de tek güç olarak kendisini onaylattırabilirdi.
Diğer yandan uluslarası ilişkilerde manevra fırsatı veriyordu. Rusya’da çarlık yıkılmış, Bolşevik’ler emperyalistlerin sinsi anlaşmalarını deşifre etmiş, sömürge ve yarı/sömürge milletler ayağa kalkmıştı. Gelişmiş kapitalist dünya ise bir taraftan savaş yorgunluğu içindeydi diğer yandan da kendi içindeki Bolşevik etkileri bastırma telaşındaydı. Bu paşaya üzerine basabileceği ve birini diğerine karşı kullanabileceği bir denge sağlıyordu.
Bütün bu okumaları stratejik bir vizyona yaslanıyordu ve zekiceydi. Edindiği tecrübeler, çok özel yetenekleri, keskin gözlemleri, daha 40 yaşına ulaşmamış bu kişiye bir halkın kaderine yön verme fırsatını sundu. Stratejik hedeflerine ulaşmak için nasıl ihtiraslı ise atacağı taktik adımlar konusunda da o kadar temkinli, realist ve planlıydı. Aşamaları birbirine hiç karıştırmadı. Düşmanlarını yalnızlaştırmayı, dost ve müttefiklerini çoğaltmayı incelikle hesapladı. Attığı her adımda meşruiyetçiydi, kurtuluş savaşını kazanmak için herkese ama özellikle Anadolu’nun eşraf ve bey takımına ihtiyacı olduğunun ve bu nedenlerle onları ürkütmemek gerektiğinin de farkındaydı.
Bağımsızlık, antiemperyalizm, Sovyet dostluğu , medeni dünyadan kopmamak özellikle kurtuluş savaşı yıllarında söylemindeki hakim motiflerdi. Ama belirgin biçimde bir ideolojiye dayanmaktan imtina etti. Halkın kurtuluş savaşı sırasındaki hakim dürtüsünün boyunduruk altında yaşamamak isteği olduğunu bilmekle birlikte bu motivasyonun Müslüman milliyetçiliği dediğimiz bir dünya görüşünden kaynaklandığının pekala farkındaydı. Bunu daha sonra yapacağı devrimlerle seküler bir ulusalcılığa dönüştürmek isteyecekti.
Birinci meclisin açılmasını şu yukarıda anlattığımız tarihsel bağlama yerleştirdiğimizde ancak kavrayabiliriz. Birinci Meclis savaşı yöneten, bütün erkleri bünyesinde toplayan, herşeye karar veren bir Meclis olması hasebiyle böylesi bir tarihsel orijinalliğe sahiptir. Peyderpey bütün iktidarı kendinde toplamış, direnişin bütün kuvvetlerini emri altına almış ve bu nedenlerle de kuruculuk vasfına sahip olmuştur. Yıkıma uğratılmış, tarumar edilmiş Cumhuriyeti yeniden kurmamız gereken bir eşikte ufkunu kuruculukla çizmeyen siyasetin topluma söyleyeceği herşey boşlukta gürültü olarak yankılanacaktır.