Komşu Kendini Tanımıyor Ki!..
Akdeniz ve hatta bu sorunun devamını düşündüğüm de, Ege’de yaşanacaklar ve zaman içinde yaşananlar ile ilgili komşumuz Yunan Hükümeti siyasi hareketler yapsa da, tarihimiz ve komşuluğumuz, şimdilerde dünya’nın süper gücüyüm diyenlere göre bile çok çok eskidir.
Bu durumda, Yunan Hükümeti’nin siyasi yaptığı yaklaşımların tamamının nedeni, Fransa’nın kendini bilmez yetkilisi Makron olarak okunuyor.
Yunan hükümetinin, Makron’dan aldığı gaz, Doğu Akdeniz’de muhtemel bulunacak gaz rezervinden daha da büyüktür.
Böyle söylemlere gerek olmasa da hatırlatmakta fayda vardır, Türk Milleti’nin avcılık sertifikası olan vatandaş sayısı, Yunan ordusunun sayısı kadardır.
Aşağıdaki alıntı yazı yaşanmış bir öyküdür, durumu bana anlattığı gibi sizlere de anlatacaktır, bu öykünün sonundaki bir cümle çok önemlidir.
Tüm dünyayı öptünüz, şimdi Akdeniz&Ege – Yunan&Türk kaldı!..
Bu yaşanmış öykü; yazar, ressam, amatör denizci Haldun Sevel'in “Böyledir Denizler Ülkesinde Yaşamak” adlı kitabından alıntıdır.
"Haldun Sevel, Haziran1994'te, Maviş adlı küçük teknesiyle, Ayvalık'tan yola çıktı. Bir sure sonar Midilli'nin “KolposYares” koyuna demirledi. Geceyi orada geçirdi.
Ertesi sabah teknede tembellik ederken, kulağına bir türkü çarptı; “Elapopsestukoma/ Masupeksobaklama/ Naka tebuniyageli/ Napoleksuçiftetelli, çiftetelli, çiftetelli...“
Haldun Sevel, ayağa kalkıp bakındı. Az ötede ki kayıktan geliyordu bu ses.
Civardaki teknelere balık satan yaşlı bir adam, hem sazının tellerine vuruyor, hem de türkü söylüyordu. Kayıkta kürek çeken, 12 - 13 yaşlarında bir kız çocuğu daha vardı. İhtiyar birkaç el kol hareketi yapınca, tombul kız kayığı Maviş'e yanaştırdı.
Haldun Sevel, yarım Yunancası ile balığın fiyatını öğrenmeye çalışırken; ihtiyar, gayet temiz bir Türkçe ile sordu: “Siz yoksam Türk müsünüz? .İstanbul'dan, Fenerbahçe'den mi yoksam?...”
Sevel, olumlu yanıt verince, ihtiyar ile küçük kız birbirine bakıp gülmeye başladılar. Ardından ihtiyarın soruları geldi: “Belvü duruyor mu Belvü? Murat'ınbabası Mustafa Kaptan yaşıyor mu? Todori ne durumda?”
Eski günleri anlatmaya başlamıştı: “Ben, bundan 40 - 50 yıl once Belvü Gazinosu'nda Müzeyyen Senar Hanımefendi okurken, ona sahnede beyaz karanfil verdim, benim elimi sevdi, onu yanaklarından öptüm.”
Artık balık satmayı boşlamıştı ihtiyar adam. Anlattıkça anlatıyor, anlattıkça anlatısı geliyordu.
İstanbul Rumlarındandı... Ona burada Aristidi Kaptan derlerdi. Yanındaki, Atina'da yaşayan kızından olma torunu Panayota idi, tatil için gelmişti... Yoksa Aristidi orada yalnız yaşıyordu...
Aristidi Kaptan sordu; “Sende rakı var?” Evet, vardı. ”Ama Atatürk'ün rakısından”diye, açıklama getirdi sorusuna ihtiyar.
“Herhalde Kulüp Rakısı istiyor” diye düşündü Haldun Sevel. Sonra birlikte Aristidi'nin koya bakan küçücük evine gittiler. Az sonar yemek masası; çiroz salatası, lakerda, sirkeli cacık, salata çorbası ve zeytinyağında kızartılmış iri barbunlarla donatılmıştı.
Anlatmayı sürdürdü Aristidi Kaptan: Babası dedesi hep İstanbulluydu...
Son olarak Moda'da, Mektep Sokak'ta oturmuşlardı. 6 -7 Eylül (1955) olaylarından sonara ayrılmak zorunda kalmışlardı... Şimdi 80'ini aşmıştı...
Haldun Sevel'in: “Yaşlısın, hastasın, niye kızının yanına taşınmıyorsun? Burada doğru dürüst hastane yok, doctor yok”demesi üzerine; Aristidi Kaptan elini Türkiye kıyılarına doğru sallayarak şöyle dedi: “Gitmem... Bak buradan memleketim görünüyor, memleketimi görüyor, memleketimi seyrediyorum buradan, hiç bir yere gitme.”
Bu arada rakılar bitmiş, UZO’ya geçilmişti...
Böyle sıcak anılarla dolu birkaç günden sonar ayrılık vakti geldi.
Sevel sordu: “Tekrar geleceğim... Benden ne istersin?”
Aristidi Kaptan iki şey istedi: “Atatürk'ün rakısından getir... Bir de Fenerbahçe rozeti”
Haldun Sevel, o an ayırdına vardı. Aristidi'nin yakasında yıpranmış, solmuş bir Fenerbahçe rozeti vardı.
Merakla sordu Haldun Sevel: “NedenFenerbahçe?”
İhtiyar da anlattı “Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra İstanbul işgal edildi...İşgalci İngilizlere, Fransızlara beddua ediyorduk... Mütarekenin sonuna doğru, babam heyecanla geldi... Maça gidecektik... İngiliz takımı ile Fenerbahçe karşılaşacaktı...
İngilizler bu maç için kendi memleketlerinden, Malta'dan profesyonel futbolcular getirtmişler; günlerdir, haftalardır bu maça hazırlanıyorlardı...
Herkes Fenerbahçe'nin perişan olacağını sanıyordu... Çok sert maç oldu... Fenerbahçe kazandı...
Ortalık bayram yerine döndü... Sokaklarda fener alayları yapıldı... İstanbul halkı evindeki gaz lambalarında kullandığı gazı dahi, meşaleleri yakalım, galibiyeti kutlayalım diye bize verdi. İşte bu rozeti o gün yakama taktım, bir daha da çıkartmadım.”
Futboldan anlamasa da Fenerbahçe taraftarı olan Haldun Sevel bunun üzerine Aristidi'nin elini öptü!
Aradan iki yıl geçti. Söz vermesine, çok istemesine rağmen Haldun Sevel, Midilli'ye gidemedi. Nihayet, 1996 yazında bir fırsat bulup; rakıları ve Fenerbahçe rozetlerini teknesine yükleyip yola çıktı. Ve Aristidi Kaptan'ın kapısını çaldı... Ama bu geçen sure içinde Aristidi iyice kötülemişti, ayakta zor duruyordu.
Önce onu tanımadı…
Haldun Sevel, Kulüp rakılarını, Fenerbahçe rozetlerini çıkarınca belleği yavaş yavaş yerine geldi: “Niye bu kadar geç kaldın?” diyebildi.
Zar zor yerinden kalkan Aristidi, eski ceketini giydi...
Yakasına yepyeni Fenerbahçe rozetini taktı...Haldun Sevel'in koluna girip kahvenin yolunu tuttu. Ofluya puflaya, dura kalka, nefes nefese kahveye vardı ve Fenerbahçe rozetini gururla arkadaşlarına gösterdi:
“Size demiştim… Geldi işte rozetim, geldi... ”Ağlıyordu...
Kahveden koca bir alkış sesi yükseldi birden.
Kısa bir sure sonra, Aristidi dünyaya gözlerini yumdu. Mezarına, Haldun Sevel'in Fenerbahçe ve Moda'dan alıp götürdüğü memleket toprağı serpildi."
Haldun Sevel, Aristidi kaptanın kulübesinin kapısının arkasında asılı duran, tülbente özenle sarılmış bir Türk Bayrağı görmüş.
Allah Rahmet Eylesin!..