Kobani Davası
İktidar bloku içinde Ergenekoncu hizbi temsil eden Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Üst Kurulu Başkan Vekili Mehmet Uçum, Kobani Davası kararları üzerine mahkeme heyetine teşekkürlerini sunan bir sosyal medya iletisi paylaştı. Uçum mesajında ‘Türk yargısının hem içeride yargı üzerinde siyasi baskı kurmak isteyen çevrelere hem de emperyalist batının Türkiye üzerindeki dayatmalarına bağımsız ve tarafsız duruşu ile en net cevabı verdiğini’ söylüyordu. Saray danışmanı olmasına karşılık temsil ettiği güçlerin çıkarları için saraya bile ayar verme cüretini gösterebilen bu eski TKP artığının yayınladığı şükran mesajı verilen kararın içeriğini her şeyden fazla özetliyor.
Mevcut koşullarda Türkiye’de, özellikle siyasileşmiş davalarda, yargının bağımsız ve tarafsızlığından ironi yaparak bile söz edilemez. İroninin çağrıştırdığı şeyle az çok bir bağı vardır. Ama Türkiye’de, doğrudan ‘düşman ceza hukuku’ ile yargılananlar karşısında yargıç sıfatı ile yer alanların bağımsızlığından ve de tarafsızlığından söz ettiğiniz an buna kargalar bile güler. Eski TKP artığı, kimsenin inanmayacağı böyle bir şeye elbette inanmakta özgür olabilir. Ancak aklını kiraya vermemişler ve gözünü Kürtlere yönelik hınç bürümemişler dışında kimseyi böyle bir şeye inandıramaz. Muhaliflerine norm karşısında tedbir hukukunu, olağan değil olağanüstü hukuku uygulamakta bir an tereddüt etmeyen Türk yargı pratiğinin muhatabı bir de Kürt olduğunda karşısına ‘düşman ceza hukuku’ ile çıktığı vaka-i adiyedir. Yani anlamayanlar için daha da sadeleştirerek söyleyelim; normaldir, olağandır ve rutinin ta kendidir. Türk yargıcı istisnalar haricinde yargıçlık mesleğine adımını attığı andan başlayarak kamu düzenini ilgilendiren davalarda devletten daha devletçi, kraldan daha kralcıdır. Uçum’un söyledikleri saray katlarından mahkeme yargıçlarının Kobani davasında işlerini iyi yaptıklarının tescil etmektedir. Uçum yargıçlara adeta şunu söylüyor: ‘hukukun değil size hükmeden güçlerin dediğini yaptınız ve bu nedenlerle devletiniz size minnet borçludur’.
Bir saray danışmanı tarafından takdir edilmek ise evrensel ölçülerde hukukçuluk yapmak isteyen biri için utanç vesikası olmalıdır. Çünkü hukukçu hassasiyeti dışında başka hiçbir hassasiyet taşımaması gereken bir yargıç sadece önündeki dosya ile sorumludur. Delilleri kılı kırk yarıp tartacak, kararını hukukun yerli ve milli ölçülerine göre değil evrensel edinimlere göre verecektir. Hukukun yerli ve millisi dediğiniz şey hukuk değil bir ideolojidir . Yerliliğin ve milliğin kutsandığı bir yerde yargısal faaliyet ancak evrensel ölçülerde yapılırsa hukuki bir kıymet taşıyabilir. Ancak bu şekilde verildiği taktirde kararlar hukukilik vasfı kazanabilir. Devletin ideolojik aygıtları olur ve devlet bunlar aracılığıyla ideolojisini vazedip yaygınlaştırabilir. Ama yargısal pratik devletin ideolojik aygıtlarından herhangi biri gibi davranmaya başlarsa orada artık hukuk yoktur. Hukukun sadece bir karikatürü, taklidi vardır. Bunu yapan yargıçlar bağımsızlık ve tarafsızlığını kaybederek iktidar güçlerinin birer aparatı haline dönüşür. Eğer bir yargıç kendini bu duruma düşürmüş ise hukukçuluk denilen ve asıl işi adalet dağıtmak olan -ki bu eylemin kendisi ancak soylu insanlara verilmelidir- iş ile de tüm bağını yitirmiştir. Bu ise zelil bir durumdur ve bu duruma düşmüş insanlara sadece acınır.
Uçum bize Kobani davasını siyasileştirmek isteyen çevreler olduğu vaazını veriyor. Hukukun siyasete alet edilmediği bir yerde isteseniz de bir davayı siyasileştiremezsiniz. Bir davayı siyasileştirme işini sadece kudret sahipleri yapabilir. Bu kudret ise siyaseten elde edilebilir ancak. Kimsenin başka türlü böyle bir şeye gücü yetmez. Kobani olayları 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde yaşanıldı. Dava ise çözüm süreci çözümsüzlükle sona erdikten ve devletin çöktürme planını hayata geçirmesi ile tozlu raflardan indirildi. Demirtaş ve arkadaşları bu olaylar sırasında yaşanılan can kayıplarının hiç birinden sorumlu tutulmadılar. Ama yandaş basın dava süresince Demirtaş’ı bir cani gibi göstermeye devam etti. Şimdi biraz olsun yüzleri kızarmayacak mı, ar damarları çatlamayacak mı?
Bu dava iktidar sahipleri tarafından bir kin, garez davası olarak açılmıştı. Kürt siyasetçiler onurlu barışa evet, ama Erdoğan’a siyaseten hizmet etmeye hayır dedikleri için zindana atılmış, hâkim karşısına çıkartılmış, karar ile birlikte de ağır cezalara çarptırılmışlardır. Verilen kararın hukuksal ölçülerle hiçbir kıymeti yoktur. Devlet Kürt siyasetçilerine memuru gibi davranmak istemiş, onurlu bir barış için çabalayanları ise diğerlerinden ayıklayıp ağır cezalara maruz bırakmıştır. İmralı’ya gönderdiği memurlarının başına iş gelmesin diye MİT kanununu bile değiştiren iktidar, barış için çabalayanları, üstelik her şey kendi bilgisi dâhilinde yapılmasına karşılık, hukuksal güvenceden yoksun bırakmıştı. Buradan bir çift sözde onlara edelim: alavere dalavere Kürt Memet nöbete lafından kulaklarınızda hiçbir şey mi kalmamıştı?
Dolayısıyla Uçum davanın siyasileştirilmesinden bahsederken merdi kıpti gibi konuşmaktadır. Kritik davaların yargısal süreçlerinin kimlerin yönlendirmesi ile ilerlediğini bilmeyecek denli aptal değiliz. Bulunduğu konumdan bu tür davalarda kimlere ayar verdiğini de biliyoruz. Uçum gibilerin yani artık kendilerini devlet gibi görenlerin hukukla ne bir bağları ne de bir dertleri vardır. Onlar sadece devlet içinde edindikleri ve her tür denetimden uzak kalmış güçlerini korumanın derdindedir. Sıka sıka suyunu çıkardıkları bürokratik vesayet dedikleri de tam böyle bir şey. Vesayeti yok etmek onlar için eski devlete karşı mücadele de kullanılacak bir palavraydı. Eskisinden çok daha katı bir vesayeti kendileri hayata geçirdi. Özendikleri Carl Schmitt’in tozu olamayacak bir müktesebatla baş hukukçu pozlarında kritik davalara müdahale ediyor, ayar veriyorlar. Schmitt’in kötü birer taklitçisi olmak dışında hiçbir vasfa, kapasiteye sahip değiller. Schmitt çok daha açık sözlüydü. Zengin bir entelektüel kapasite ile yazardı. Ama en nihayetinde Hitler denilen bir caninin fino köpeğiydi.
Karar emperyalist batıya bir meydan okumaymış. Bunu söylüyor bize saray cahili Uçum. Türk yargısı verdiği karar ile ülkesel egemenliğe sahip çıkmış. Yargısal etkinlik tıpkı para gibi egemenlik alametidir elbet. Devlet yargısal egemenliğe sahip olmakla birlikte evrensel hukuka da karşı değildir ve olamaz. Çünkü modern hukuk, ancak gelenek hukukundan ayrışarak, modern devletin tamamlayıcısı haline gelebilmişti. Hukukta yerlilik ve milliliği savunmak bir fantezi olarak kalsa zararsız bir şey. Ama hukuku yerlilik ve milliğe uydurmaya başladığınız yerden sadece despotizm çıkar. Despotizm ise hukukun inkarıdır. Montesquieu okumuş herkes bunu az veya çok bilir.
Emperyalizme her şeyleriyle bağımlı olanların, bu bağımlılık zincirinden kurtulmak için en küçük bir adım atamayanların, yargısal egemenlikten bahsetmesi tam bir kandırmacadır. Türkiye Mahir Çayan’ın dediği gibi ciğerlerine kadar emperyalizme bağımlı bir ülkedir. Üstelik bu bağımlılık dışsal değil içsel bir karakter taşır. Yani emperyalizm denilen olgu içkin ve içseldir. İçkinliği öyle kolay kopartılıp atılamayacağı anlamına gelir. Devlet aygıtının baştan aşağı emperyalizme bağımlılık içinde yeniden kurulduğuna delalet eder. Emperyalizme bağımlılığa gıkını çıkaramayanların iş hukuka geldiğinde egemenlikçi kesilmesi ve yargı bağımsızlığından bahsetmesi komik bile karşılanamaz. Bugün hukuk iktidar sahiplerinin yönetim teknolojisinin en kullanışlı şantaj aracıdır. İçeride ve dışarıda yapacağı siyasi pazarlıklar için elinin altındaki bir avadanlıktan ibarettir. Demirtaşlarda işte bu yüzden kendilerini sanık değil tutsak görüyorlardı.
Üstelik Türk devleti yargısal egemenlik hakkından kendi isteğiyle vazgeçmiş ve bunu anayasasına işlemiş. Anayasanın 90.maddesi hala yerinde duruyor. AİHM’nin iç hukuk karşısındaki üstünlüğü imza altına alınmış. Uçum gibiler ancak bir hukukçu müsveddesi olabileceklerinden konuşurken bunları bile unutuyorlar. Biz bu güç sarhoşlarına şunu sormak istiyoruz; çıkın Bahçeli gibi anayasa mahkemesi başta olmak üzere tüm hukuka ve imza attığınız sözleşmelere ve uluslararası mahkemelerin kararlarına karşı olduğunuzu deklare edin de görelim sizi? Yapamazsınız, çünkü batının sıcak parasına muhtaçsınız ve bunları yaptığınız an da dünyanın başınıza kepeceğini biliyorsunuz. Sizin gücünüz ne emperyalizme ne de batının tehditlerine söker sadece onurlu barış isteyenlere yeter. Zindanlarda çürütseniz de başımızın tacı olacaklar.