Kimiz
Bizim sorunumuz Baykal’la değil temsil ettiği zihniyetle. Önceki yazımızda bunu yapmaya çalıştık belki yeterince anlaşılmamış olabiliriz. Türkiye’de gerçek bir solun gelişmesinin önündeki en önemli engelin devlet fetişizmi ve milliyetçilik olduğunu düşünüyoruz. Bu anlayışların her ikisi de merkez ve sağ siyasete aittir. Evrenselciliği gözden yitirmeyen bir sol ile uzaktan yakından bağları olamaz. Devlet fetişisti devleti kutsar ve onu adeta bir tapınç nesnesi haline getirir. Siyaseti devletin üzerine yıkar. Sınıfların, halkın, sivil toplumun devletten bağımsızlığına kuşkuyla yaklaşır. Son tahlilde hepsini devletin bir aparatına dönüştürmeye gönüllü yazılır. Güvenlik ve dış politikayı siyasetin konusu olmaktan çıkarır. Bu alanlar doğrudan devletin tasarrufunda olmalıdır. Bu konuları tartışmaya açmak, yönetenlerin tercihlerini sorgulamak devleti sorgulamakla eşdeğer kabul edilir.
Güvenliği ve dış politikayı devlete yıktığınız zaman siyasetin alanını daraltıp kısıtlamış olursunuz. Hele Türkiye gibi sorunlarla dolu bir bölgede yaşayan ülke için bu tercih iktidar sahiplerine geniş bir manevra alanı sunmuş olur. Tüm iktidarlar ama özellikle Akp iktidarı muhaliflerinin kendilerine açtığı bu krediyi sınırsızca kullanmıştır. Devlet fetişisti anlayış iktidar sahipleri için yine çok elverişli kullanım aracı olan terörist ithamını da sorgulamasız kabul eder. İktidar sahiplerinin sırf kendi iktidarlarını ayakta tutmak için muhalifleri üzerinde sopa gibi kullandıkları bu suçlamaya itiraz edilmediği taktirde bugün olduğu gibi herkes birgün bu suçlamayla karşı karşıya kalır ve iktidarın güdümüne girmiş yargı tarafından haksızca cezaevine yollanabilir.
Biz anarşist olmadığımız için devlet olgusuna kategorik olarak karşı değiliz. Kurucu felsefeyle, laik yaşam ilkesiyle ve cumhuriyet değerleriyle de en küçük bir sorunumuz yok. Bu ilke ve değerleri sonuna kadar sahiplenip savunuyoruz. Ama devlete de bir kutsiyet atfetmiyoruz. Onun varlığından ziyade edindiği değerler üzerine kafa yoruyoruz. Devletin sahiplerinin değiştiğini, kurucu felsefenin yok edildiğini ve devletin çok radikal bir dönüşümden geçtiğini düşünüyoruz. Bugün legal ve illegal devlet simbiyoz olup içiçe geçmiştir. Aradaki tüm sınırlar yok edilmiştir. Derin diye tanımlanan, kendini gizlemek zorunda kalan, rutinin dışına ancak geçici olarak çıktığı düşünülen devlet şimdilerde tüm varlığıyla hukuk devletini silmiş ve yok etmiştir. Eğer bir devlet fetişisti iseniz bu duruma sonsuz gerekçeler bulabilir ve yapılanları haklılaştırabilirsiniz.
Bugün Türkiye’de sol diye ortalıkta gezinen birtakım nevi şahsına münhasır zatın Erdoğan’la ve onun kurduğu devletiyle hiçbir problemi yoktur. Bunlar sadece Perinçek ve Feyzioğlugillerle de sınırlı değildir. Mavi Vatan doktrininin üzerine atlayan, Demirtaş’ın esaretini sorgulamayan, terörist denildiğinde gözlerinin önüne yalnız Hdp’lileri getiren, Kıbrıs ve Azerbaycan’ı müstemleke gibi gören bu anlayış Erdoğanist değil de nedir? Erdoğan’ın sahibi gibi yönetttiği devletle esasa müteallik hangi sorunları vardır? Laiklik yok edilirken, Ayasofya camiye dönüştürülürken, şer’i hukuk idarenin işlemlerine dayanak yapılırken, Mavi Vatan’dan çark edilirken seslerinin çıktığını duydunuz mu, işittiniz mi?
Biz bunlara devletperest sol diyoruz. Solla uzaktan yakından hiçbir ilgilerinin bulunmadığını düşünüyoruz. Devletin toplumun önüne koyduğu çakma, sahte kahramanlar olduğunu düşünüyoruz. Kültürel çelişkinin çağdaş, Batılı kutbunda yer almak bir kişiyi sol yapmaz. Türkiye’nin çözemediği dramı da budur. Kültürel çelişkiler üzerinden siyaset kurulduğu için ne gerçek bir solun gelişimi mümkün olabilmiştir nede toplum çakma solcuların gerçek yüzlerini tanıma fırsatı bulabilmiştir.
Sol ilke, değer ve idealler üzerinden ayrışır. Bölüşüm ve paylaşım ilişkilerini sorunsallaştırır. Hakça paylaşım ve bölüşümü veri kabul eder. Gözünü emekçi ve yoksul sınıflara diker. Öncelikle buralarda örgütlenmeyi ve onların desteğini gaye edinir. Devleti demokratikleştirmek, halk sınıflarının katılımına, denetimine açmak önceliğidir. Devleti kutsallaştırmak yerine emekçi sınıfların orada daha fazla söz ve karar sahibi olmasının yol ve yordamları üzerine kafa yorar.
Bugün Türkiye’de solda görünüp pekala sağda siyaset yapabilecek o kadar çok kişi vardır ki... Kendisini seçenleri maraba gibi gören, elindeki kamu gücünü partilileri üzerinde sınayan, bu kamu gücüyle siyaset alanını kontrol etmeyi alışkanlık edinenlerin sahih bir solla ilgisi var mıdır? Solu değerler üzerinden değil güç, erk ve para üzerinden tanımlayanların solla bir ilgisi kurulabilir mi? Tek adamın minyatürlerinin, karikatürlerinin yerel aktörler olarak karşınıza sıra sıra çıktığı yerde sol var olabilir mi? Solun olmadığı yerde nefes almak imkansızlaşır, solunum güçleşir ve hayatlarımız sıkıcılaşır. Yaratıcılıktan, bilgiden ve değerlerden uzak bir siyasete çaresizce mahkum ediliriz. Toplum reayalaşır, yönetenler onları bir güruh gibi görmeye başlar. İktidar ilişkilerini sorgulamak aforoz nedeni sayılır.
Kendisini kar maskesinin ardında gizleyen Zapatistaların komutanı Marcos meraklılarının kendisinin kim olduğu sorusuna şöyle cevap vermişti: “ Marcos San Fransisko’da eşcinsel, Güney Afrika’da zenci , Avrupa’da Asyalı, San İsidro’da chicano, İspanya’da anarşist, İsrail’de Filistin’li, San Cristobal sokaklarında yerli, Neza’daki bir çetede çocuk, Almanya’daki Yahudi, siyasi partilerde feminist, Bosna’da pasifist, And’larda Mapuçe’dir (...) İktidarı ve vicdanları rahatsız eden herşeydir. Marcos budur. “ diye yanıtlamıştı.
Türkiye’li bir solcu ise “ Kürttür, Alevi’dir, toprağından sürülen Ermeni’dir, cinayete kurban giden kadındır, iflas edip toprağını ekemeyen çiftçidir, üniversitesi yağmalanan Boğaziçili’dir, grevi yasaklanan işçi’dir, açlığa terk edilen küçük esnaftır, dini sömürülen Müslüman’dır (...) o da iktidarları ve vicdanları huzursuz eden herşeydir. “