Kılıçdaroğlu'nun Adaylığı
Kılıçdaroğlu'nun adaylığı ile ilgili çok şey söylenip konuşulabilir. Geçmişe ilişkin tartışmaları, eleştirilerileri saklı tutarak bir değerlendirme yapmaya çalışacağız. Bu kaydı düşmemizin hiç şüphesiz nedenleri bulunuyor. Çünkü Kılıçdaroğlu siyasi iktidara alternatif en büyük partinin başındaki kişi. Türkiye bugün bazı sosyal bilimcilerin yarışmacı otoriterlik çok azının de facto bir diktatörlük olarak adlandırdığı bir siyasi rejimde yaşıyor. Bu rejim bir anda ortaya çıkmadı. Rejim özgün kavşaklardan, momentumlardan geçerek bugünkü haline büründü. Muhalefetin bunu önlemedeki hataları, tercihlerindeki yanlışlar bugünkü manzaranın ortaya çıkmasında kuşkusuz etkili oldu. O nedenle cehenneme giden yolda muhalefetin büyük sorumluluğu bulunuyor. Bu tartışmalar elbette yapılacak ve yapılmalı. Ancak andaki görevimiz geçmişe değil, şimdi ve geleceğe odaklanmalı. Kuşkusuz geçmişsiz bir şimdi ve gelecek olmayacak, bunun farkındayız. Ama tartışmayı Türkiye'nin yeniden kuruluşuna odaklamalıyız.
Türkiye çok uzun olmayan bir süre içinde tarihi bir seçime gidecek. İktidarın seçimleri kazanması halinde mevcut siyasi rejim kurumsallaşacak ve Türkiye'nin demokratik geleceğine ilişkin umutlar bir o kadar azalacak. Klişe gibi gelebilir ama bu seçim gerçekten de tarihi sıfatını hak etmeye en fazla layık bir seçim gibi gözüküyor. Seçimi mevcut iktidar koalisyonunun kazanması halinde yukarıda vurguladığımız gibi siyasi rejim kurumsallaşmakla kalmayacak esaslı bir nitelik değişimine de uğrayacak. Bugünden yapılan bazı denemeler daha büyük bir cesaretle gündeme gelecek ve bunun karşısında sinmiş bir toplumsal muhalefetin yapabileceği pek bir şey de kalmayacak. Kurumsal muhalefet alanı çökecek ve kendini toparlayabilmesi epey bir zaman alacak. Böylesi bir boşlukta iktidar blokunun Türkiye'nin temel tercihlerini değiştirmek konusunda eli daha da rahatlayacak.
Dolayısıyla Türkiye böylesine tarihi bir ikilemle karşı karşıya bulunuyor. Güçler, kuvvetler dengesine göre önümüze farklı seçenekler gelecek. Türkiye ya bahsettiğimiz ihtimalde olduğu gibi bugünkünü belki mumla aratacak bir sürecin içine çekilecek ya da gecenin en koyu karanlığının şafağa en yakın vakit olması gibi yüzünü yeni bir kuruluşa dönecek. Elbette arada başka sayısız seçenekte gündeme gelebilir. İktidar blokunun alternatifi devletçi bir restorasyon olarak karşımıza çıkabilir. Siyasi yapının değişmediği, rejimin kozmetik değişikliklerle yoluna devam ettiği, kadim hiçbir sorunumuza el atılmadığı bir dönem de bizi bekliyor olabilir. O nedenle iktidarın değişimi kadar bu değişimin nasıl bir muhtevaya bürünmesi gerektiğini de şimdiden tartışmak gerekiyor. Toplumun büyük bölümü artık eskisi gibi yönetilmek istemiyor. Ancak toplumsal ilişkilerin nasıl olması gerektiği, siyasal rejimin neye dönüşmesi gerektiğine dair bilinç berraklaşmış değil. Öncelik ve vurgu değişime yönelmiş vaziyette. Ama dediğimiz gibi toplumun bir özne olarak dahil edilmediği bir değişimin ufku da, menzili de kısa olacaktır.
Bu tartışmalara bugüne kadar toplumun dahil edilmesinden ısrarla kaçınıldı. Toplum bir özne olarak değil nesne olarak kurgulandı. Eğer bir değişimin vakti saati gelmiş ise ona da yönetme hakkını kendinde gören çevreler karar verebilirdi. Değişim öncelikle onların çıkarları doğrultusunda olurdu. Türkiye tarihindeki pek çok değişim bu bahsettiğimiz çerçevede gerçekleşmiştir. Toplumun, halkın değil birilerinin dediği olmuştur. Halkın değişim beklentisi sürece damgasını vuran güçlerin isteklerine yedeklenmiştir. Çünkü 'kitle korkusu' Osmanlı-Türk modernleşmesinin esaslı belirleyeni olmuştur. Kitlenin, halkın bir oyuncu olarak siyaset alanına dahil olması hoş karşılanmamıştır. Devlet söz dinleyen, çizgiyi aşmayan, kendi adına kararı başkalarının verdiği bir kütleyi yaratmak istemiştir. Halk ise kavramsal olarak ancak diğerlerini karşısına aldığı zaman kendini bir halk olarak kurabilir. Tarihi bir kavşağa doğru ilerlerken yaşayacağımız değişimin içeriğini bu tartışmalar belirleyecek. Değişimi kontrol etmek isteyecekler halka değişimi gerçekleştirmesini ama içeriğinin ne olacağına fazla karışmamasını salık verecektir. Bu kişiler sadece yönetme hakkını doğallaştırmış atanmışlar olmayacaktır. Bizzat muhalefetin içerisinde değişimi kontrol etmek isteyecek, çizmenin aşılmaması konusunda sürekli hatırlatmalarda bulunacak birileri çıkacaktır. Bunları kim olduğunu daha şimdiden fark edebilmek mümkündür.
Tüm bu nedenlerle muhalefetin Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı seçim kazanmak kadar önemlidir. Seçimleri kazanırsınız elinizde pirüs zaferinden başka bir şey kalmayabilir. Bilmeyenler için hatırlatalım. Grek kolonisi Tarentum'un kralı olan Pirüs Romalılarla yaptığı savaşı kazanır, ancak bu zafer tüm ordusunu kaybetmek pahasına gerçekleşmiştir. Konjonktür tersine dönmediği taktirde muhalefetin adayının Erdoğan karşısında seçimleri kazanma şansı fazla gözüküyor. Ama toplumsal değişim isteğini taşıyamayacak bir adayla seçimleri kazandığınızda Pirüs zaferiyle karşılaşabilirsiniz. Türkiye tarihi boşa gitmiş değişim umutlarıyla doludur. O nedenle seçim kazanmak kadar nasıl bir adayla kazanılacağı da o kadar önemlidir.
Adaylık meselesi değişimi kendi lehine çevirmek isteyen, kontrollü bir değişimi arzulayan çevrelerin savaş alanı haline gelmiş gözüküyor. Süreci lehine döndürmek isteyen herkes kuvvetlerini sahaya diziyor. Medya manipülasyonları, lobiler, troller ve anket firmaları bu savaşın en önemli araçları. Bu kuvvetlerin ellerindeki araçlarla halkı manipüle edebilme, değişimi lehlerine çevirebilme imkanları var. Ama Türkiye'nin gerçek bir demokratik dönüşümünü isteyen, değişimin devletçi bir restorasyonla sınırlanmasına karşı olan çevrelerin de seslerini giderek daha fazla yükseltmesi gereken bir eşikte bulunuyoruz. Bütün bunlardan bağımsız, sadece kiminle kazanılacağına odaklanmış ve bu konuda her türlü manipülasyonun yapılabileceği bir ortam da sahici bir toplumsal dönüşümü arzulayanların bıkmadan bu soruları sorması gerekiyor.