Kılıçdaroğlu:Korku Siyasetini Yıkmak
Milyonlarca insanın hayatı pamuk ipliğine bağlı. Doğanın kaprisleri karşısında dayanışmadan başka sığınabileceğimiz birşey kalmadı. Bu iş için organize olmuş kurumların bizleri açıkta bıraktığı ortada. Milyonlar enkazın altında kalıp, kar ve yağmurla boğuşurken birileri geleceği kurtarmanın peşine düştü. Hem suçluydular hem güçlüydüler. Kurdukları keyfi düzenin depremle yerle yeksan olmasından korkuyorlardı. Milli birlik çağrısı yaptıklarında tıpış tıpış peşlerinden gelinmesine alışmışlardı. Bu defa da aynısının olacağını hesaplıyorlardı. Üç gün beş gün ortalığa kargaşa hakim olur, muhalefet ses yükseltir, ama eskiden olduğu gibi herşey kanıksanır, unutulmaya yüztutardı.
Defter tutmaları, not almaları, ağızlarını bozmaları ve konuşanlara hakaret etmeleri burunlarından soluduklarının işareti. İstiyorlarki bu büyük felaketi bir yazgı bir kader gibi kabullenelim. Söylediklerine, yaptıklarına ve vaat ettiklerine inanalım. Beceriksizliğin ötesine geçen günahları ortaya çıkmışken hiçbir şey olmamış gibi yapalım. Bizi felaketler karşısında yalnız başımıza bırakan düzen devam etsin. Onlar ise yıkımın, enkazın ortaya çıkardığı ranta, kara koşsun. Bunu sorgulayanlar tehdit edilsin, siyaset yapmakla suçlansın ve bozguncu damgası yesin. Bu düzeni kim sorgulamıyorsa, değişmesi için çabalamıyorsa tıpkı düzenin sahipleri gibi işlenmiş bu büyük suçun parçasıdır, ortağıdır. Deprem değil kurduğumuz düzen, layık olduğumuz yaşama biçimi felaketin sorumlusudur. Kim ki bunun önüne geçilemez bir doğa felaketi olduğunu söylüyor ya pişkinin biridir ya da aklı başında ise toplumsal bir suç işliyordur.
Geleceğimizin nasıl olacağını cari siyasetin yakın vadede izleyeceği hat belirleyecek. Depremde canı yanan, sevdiklerini kaybeden, geleceği karartılan insanımızla aynı dalga boyunda konuşan iki siyasetçi oldu: Demirtaş ve Kılıçdaroğlu. Demirtaş zindandan yaptığı açıklamalarla bu köhne düzenin sahiplerini teşhir etti. Bu can pazarından nasıl çıkılabileceğini gösterdi. Yaşamı, hayatı yeniden kazanmak için tutulacak yolun haritasını önümüze koydu. Depremde vatandaşla derin bir duygudaşlık kurabilen, onun içindeki isyana tercüman olabilen diğer siyasetçi Kılıçdaroğlu idi.
Kılıçdaroğlu yaşanan acıyı doğrudan yaşamış birisi gibi konuştu. Deprem bölgesinden çekip gönderdiği videolara gerçekçilik hakimdi. Her şey sıcağı sıcağına yaşandığı için Kılıçdaroğlu bölgede yaşanan acıyı iliklerinde hissediyordu. Deprem bölgesine giden ilk lider oldu. Herkes devletin gelmesini, kontrolü eline almasını ve onun gösterdiği proğrama uygun davranmayı yüksek siyaset sayarken Kılıçdaroğlu insani yardımı bir an evvel ulaştırmak için çırpınan bir dayanışma gönüllüsü gibi davrandı. Elinin altındaki belediyeleri yönlendirdi, engellemeler karşısında yılmamaları için cesaret aşıladı.
Daha ilk andan itibaren devlet söylemi ile arasına net bir ayrım çekti. Depremi bir felaket, yazgı, kader olarak görmediğini söyledi. Siyaset yapmayın uyarılarının iktidarın yaptıklarına mazeret oluşturacağını, sessiz kalmanın onaylamak anlamına geleceğini düşünerek bu tür çağrılara kulaklarını tıkadı. Kılıçdaroğlu devlet söylemine değil vatandaşın feryadına kulak verdiğinde sahici siyaset yapabiliyor. Bir muhalefet liderinden de beklenilen budur zaten. Devlet söylemi mevcut iktidarların aczini örtmek için kullanılır. Birlik-beraberlik söylemi işlenmiş bir suçu, kabahati gizlemenin aracıdır. Birlik-beraberlik zamanlarını vatandaş sağduyusu ile devletten çok önce hisseder. Elindeki avcundaki ile yaraya merhem olmaya çalışır. Bunun için yukarıdan talimat almasına, hizaya çekilmesine gerek yoktur. Devletler ise hep bir sınıf devleti olduğundan öncelikle egemen sınıflar ile bürokratik imtiyazlarını kollar. Depremden hemen sonra birlik-beraberliği dayanışma gönüllüleri tesis etti. Kendi canlarını riske atarak enkazdan bir kişi daha kurtarmak için onlar çırpındı. Gerçek birlik-beraberliğin lafta değil pratikte nasıl tesis edileceğini herkese gösterdiler.
Kılıçdaroğlu girdiği bu yoldan şaşmamalı. Siyaset yaparken kulağını deprem bölgesinden gelen feryatlara vermeli. Milyonlarca insan deprem riski altında yaşıyor. Yirmi yılını kolunu kıpırdatmadan geçirmiş bir iktidara güvenmek için en hafif tabirle şaşkın olmak gerekir. Türkiye’nin kaybedecek tek saniyesi yok. Kılıçdaroğlu masada yapılacak pazarlıklara, ne aldım ne verdim hesaplarına, İyi Partinin istemezukçuluğuna prim vermemeli. Akşener’in deprem sonrası ilk işi Erdoğan’ı aramak oldu. Devletin duruma el koymasını beklemiş, tepkiler yükselince ve devlet ortada görünmeyince bölgeye avdet etmiştir. Erdoğan ile görüşmeyi sadece Kılıçdaroğlu kabul etmemişti. Daha ileri giderek korku duvarını aşmış ve tutuklanmayı göze aldığını iktidar sahiplerine bildirmişti. Korkuya dayalı siyasete bir tekme attı. Çıkış bu yolda ilerlemekten geçiyor.