‘Kerim Devleti’ Ararken Neyle Karşılaştık
Kemal Tahir şark devletinin ikili yanına dikkat çekiyordu. Despotizm onun sadece bir yüzüydü diğerinde ise şefkatli, kerim yanı vardı. Batı düşüncesi Yeniçağ’ın eşiğinde yeniden doğarken oryantalizmle malul olarak doğuyordu. Montesquieu gibi düşünürlere göre şark devletinin en ayırıcı vasfı despotizmiydi. Despotizm kanun hakimiyetinden uzaklık, erkler ayrımından yoksunluk ve keyfilik demekti. Örfi hukuk aracılığıyla sultan, padişah artık kim ise tek yanlı hukuk yaratabiliyordu. Yeniçağ mutlakiyetçi aşamada 14.Lou’lere tanıklık ettiği için kendisi açısından bu aşamanın artık geride kaldığını düşünüyordu.
Kemal Tahir’e göre kerim devlet herkesin ortak ihtiyaçlarını karşılayan devletti. Zaten devlette başlangıçta bu ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıkmıştı. Mezopotomya’daki ilk devletimsi yapılar toprağı ıslak etmek, sulama kanalları inşa etmek gibi ihtiyaçları organize etmekten doğmuştu. Ama tarımsal artı ürünün birkez ortaya çıkması ile toplumun üzerinde yükselen bir bürokratik güç olarak devlette doğmuştu. Devletin doğması ayrıca kol emeği ile zihin emeğinin derin biçimde birbirinden kopması demekti. Zihin emeği sahiplerini besleyebilmek için yeterli miktarda artı ürün akışına ihtiyaç vardı. Tahir mevcut açıklama çerçevelerini yeterli bulmadığı için sınırları zorladı. Keşiflerini bilimsel bir sistematik içinde değil romanlar aracılığıyla aktarmayı tercih etti. Çünkü Osmanlı-Türk toplumunun bilimsel devrimden geçmediğine inanıyordu. Romanlar aracılığıyla anlatımın daha çok kişiye ulaşacağını düşünüyordu. Deprem sırasında insanlar devlet yoktu, gelmemişti, en ihtiyaç duyduğumuz anda yanımızda değildi derken hasretini çektikleri şey Tahir’in kerim devleti olmasın.
Özel mülkiyetin yokluğunda toprak sahibi bir aristokrasinin zulmü altında inleyen serf yığınlarının olmadığı Osmanlı üretim biçimine küçük üreticilik hakimdi. Devlet bağımlı sınıfları kendine kul etmek için her aileye bir çift öküzün süreceği kadar toprak veriyordu. Bunun karşılığında devlet ile köylü arasında zımni bir akit kıyılıyordu. Merkezi otorite sarsıldığında köylü eşkiyanın, ayanın insafına terk ediliyordu. Bu nedenle devlete duyulan minnet metafizik bir hal alıyordu. Sünni İslam fıkhı ise ‘ulul emre itaati’ bir Teoloji kılıfına büründürüyordu. İsyan geleneğinin çok ağırlıklı yer tutmamasının maddi temelleri buralara kadar uzanıyor. İsyan değil minnet, başkaldırı değil şefaat temel beklentiler oldu yüzyıllarca.
Kamunun serencamıda benzer bir serüven izledi tarih boyunca. Çarpıtılmış biçimde kamu ile devlet özdeş sayıldı. Kamuya ait herşeyin devletin olduğu zannedildi. Halbuki Batı’da kamu devletten bağımsız bir biçimde oluştu. Public karşılığı olan kamu herkes demekti. Kısaca kamu herkese, bütüne, halka ait olan demekti. Kamunun oluşumunda burjuvazinin büyük rolü oldu. Çünkü kent denilen komün burjuvazinin hükmü altında olan bir yerdi. Soylular şatolarda yaşardı veya 14.Lou’de olduğu gibi kral onları kontrol etmek için Versay’da olduğu gibi yanında ikamete zorlardı. Aynı şeyi Çarlarda yapmış Petro kendi kurduğu San Petersburg’da tüm boyarları malikane yaptırmaya zorlamıştı.
Tanıl Bora deprem nedeniyle yazdığı kamu-devlet ilişkisine dair bir yazıda kamunun Türkçedeki etimolojisine ilişkin yararlı bilgiler verir. Bora’ya göre ‘ kamu kelimesi, eski Türkçe kamağ veya kamuğ sözcüğünden evrilmiş; "toplama, biriktirme" fiilinden geliyor; toplamı, hepsi/her/bütün'ü anlatıyor. Kamu âlem, herkes'tir. (Eski Türkçede kamug, bütün/hepsi/tekmil/topyekûn anlamında edat olarak kullanılır.) "Öz-Türkçe"de parlamentoya kamutay demişlerdi (“Kamutay bugün doğdu, karanlıkları boğdu”). Osmanlıca/Arapça karşılığı amme, halk, avam - ve yine herkes, demek. “ Etimoloji, sözcüklerin kökeni ile uğraşan bilim dalı bir halkın zihniyetini anlamak için çok yararlı pratik bilgiler verir ilgilenenlere. Türkçe’nin etimolojisinde de kamu sözcüğü tıpkı Batı’daki karşılığı public gibi bir içeriğe sahip. Devletin kamu dediğimiz yüzü aslında Tahir’in kerim dediği şey ile aynı muhtevaya sahip. Kamu’da, Kerim olarak devlette herkesin, bütünün, halkın ihtiyaçlarını karşılıyor. Elbette public’in daha sivil bir içeriğe sahip olduğunu unutmamak kaydıyla.
Devletin despotik yüzü kamu ile ilgisini kestiğinde kendini gösteriyor. Kamusal yönlerinden arınıp uzaklaşmış bir devlet artık tam anlamıyla bir zorbaya, Leviathan’a dönüşmüştür. İnsanların zorda kaldıklarında yanlarında olmasını arzuladıkları, sığınmak istedikleri devletin bu kamucu, kerim yanıdır. Bir halk kamusal kapasitesini arttırdığı taktirde bir halk olarak kendini var edebilir. Kerim yanını görmediği devlet halka iş başa düştü dedirtir. Bunun yokluğunda ancak bir itiraz kültürü gerçekleşebilir. Ama devletler kamu ile ilgili yanlarını yok edeli elli yılı aşkın bir zaman geçti. Kapitalizmin neoliberal aşaması devletin kamusal yanına açılmış bir savaştı. Bu savaş neticesinde devletler tıpkı şirketler gibi davranmaya başladı ve bu refleksi edindiler. Kızılay şirketleşmiş devletin tipik bir görüngüsü. Devlet yok diyerek kerim devleti yanlarında görmek isteyenler yeni bir kamu inşa etmek zorundalar. Bu ise sırf liyakat ve ehliyetle olacak bir iş değil. Devlet-hükümet ayrımı da hiç bir derdimize çare olmayacak. Bu ayrım somut devleti soyutlaştırıp, devletçi bir metafizik üretiyor. Somut dünyada aşkın, metafizik bir devlete değil kamusal özelliklerle donatılmış sosyal bir devlete ihtiyacımız var.