Kapıdaki Felaket
Dünya gözlerini dikmiş İran ile İsrail arasındaki restleşmeyi seyrediyor. İsrail misli görülmemiş bir el yükseltme yaparak İran’ı kaçınamayacağı bir savaşın içerisine çekmeye çalışıyor. Cenevre sözleşmesini bile takmayan bu ülke, diplomatik dokunulmazlıklara sahip Kudüs Tugayı Komutanlarını, İran’ın Şam Büyükelçiliği’ndeki ikametlerinde bir füze saldırısı ile vurmuştu. Cenevre Konvansiyonuna göre büyükelçilik ve konsolosluklar o ülkenin egemenlik alanıdır. Dolayısıyla İsrail’in büyükelçilik saldırısının doğrudan İran’ı hedef aldığını söyleyebiliriz. Ayrıca bu komutanlar her ne kadar İran’ın bölgedeki milis yapılanması olan Kudüs Tugayı’nın komutanları olsa da bulundukları ülkede resmi bir statüde ağırlanıyorlar. İsrail’in onları böyle görmemesinin uluslararası hukukta bir yeri yok. İsrail’in amacının İran’ı girmeye hevesli olmadığı bir savaşın içine çekmek olduğu aşikâr.
İsrail İran’ı doğrudan savaşın içine çekmek suretiyle birkaç amaca birden ulaşmak istiyor. Nihai amaç İran’da bir rejim değişikliği gerçekleştirmenin koşullarını hazırlamak. İran’ı kışkırtarak istemediği şartlarda bir savaşa sürüklemek veya sessiz kalmasını, ses çıkartamamasını sağlayarak Mollaların hem halk indindeki meşruiyetlerini aşındırmak hem de bölgesel çapta vekil güçlere sahip İran’ı bu güçler nezdinde itibarsız hale getirmek. İran’ın düşürülmesi ve Batı’yla uyumlu bir rejimin tesisi ABD ve İsrail’in ortak hayali. Bu yapılamadığı takdirde bir hava saldırısı ile İran’ın alt yapısının çökertilmesi, askeri tesislerinin imhası ve elindeki nükleer güç olma kapasitesinin yok edilmesi güncel hedefi oluşturuyor. İran’ın stratejik aklı bütün bunların bilincinde olduğundan dolayı temkinli hareket ediyor. ABD 2020 yılında Erbil’de Kudüs Tugaylarının efsanevi komutanı Süleymani’yi vurduğunda İran karşılığını çok sonra ve düşük bir profilden vermişti. Erbil havaalanındaki Mossad ajanlarının bir hava saldırısı ile imha edildiğini söyleyerek sayfayı kapatmıştı. Yalnız bu saldırıdan evvel ABD’yi bilgilendirmeyi de ihmal etmemişti. 14 Nisan gecesi İsrail’e yönelik başlatılan saldırı da gizli kapaklı değil önceden duyurusu yapılarak geldi. İran muhataplarına savaşa çekilmeye niyetinin olmadığı mesajını veriyor.
Peki, İsrail’in asıl niyetini okumak konusunda bir tereddüt yoksa da, bugün onu harekete geçmeye zorlayan gelişmeler nelerdir? Hangi aktüel durumlar İsrail’i İran’a karşı böylesine kışkırtıcı davranışlara itiyor? Siyonist rejim için kışkırtıcılığın, saldırganlığın ve hukuk tanımazlığın yapısal faktörler olduğunu ifade etmek andaki gelişmeleri izaha yeterli mi? İsrail Gazze olaylarının başlangıcından bu yana ulaşmak istediği hedeflerin hiç birisine ulaşabilmiş değil. Hamas saldırısı İsrail’in öyle söylendiği gibi güvenli bir ülke olmadığını çok net bir biçimde gösterdi. Siyonist rejim en fazla istihbaratı, güvenliğini riske sokan unsurları dünyanın dört bir yanında bulup imha etmesi ile övünürdü. Dört bir tarafı düşmanlarla çevrilmiş olsa da İsrail bölgesinde bir demokrasi ve huzur ülkesi olmakla övünürdü. Bütün bunların birer uydurma olduğu Hamas saldırısı ile ortaya çıktı. Ezdiğiniz, soykırım uyguladığınız bir halk elindeki ilkel savaş araçlarıyla da olsa size rahat ve huzur vermez. İsrail’in kendisi için hâkim kılmaya çalıştığı söylemin birer kâğıttan kaplan olduğu ortaya çıktı.
İsrail Hamas saldırısını bahane ederek Gazze’yi taş üstünde taş bırakmayacak şekilde yıkmak ve Gazze halkını da tarihi topraklarından atmak istiyordu. İsrail’in yıllar içinde oluşturduğu plan bu sırada açığa çıktı. İsrail Gazze halkını önce güneydeki Refah kapısına sürmek ve oradan da çöle göndermek arzusundaydı. ABD ve Körfezin desteğini alarak Mısır’ı bu konuda ikna edeceklerini umuyorlardı. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Gazze halkının topraklarını terk etmemek konusundaki direnişi bütün hesapları bozdu. Gazze halkı başından bombalar eksilmemesine, şehirleri enkaza dönüşmesine, evlatlarını kaybetmesine rağmen topraklarını terk etmeyeceğini, pazarlık konusu yapmaya yanaşmayacağını herkese gösterdi. Onların bu direnişi havanın giderek değişmesine neden oldu. İsrail saldırıları karşısında halkın yılacağını, birer viraneye dönüşen topraklarını bırakacağını ve uluslararası güçlerin imdadına yetişmesi için çağrıda bulunacağını düşünüyordu. Ama bunların hiç biri olmadı. Gazze halkı yalnız bırakılmasına, açılıkla terbiye edilmesine ve binlerce kardeşini kaybetmesine rağmen direnişi terk etmedi.
Gazze halkının direnişi havanın değişmesinin itici gücüydü. İsrail’deki savaş karşıtı protestolar bir çığ gibi yükselmeye başladı. Zaten yolsuzluk dosyaları ile başı dertte olan Netenyahu’ya verilen destek azalmaya başladı. İsrail halkının eğilimleri değişmeye başladı. Hamas saldırısının nedenleri arasına kendi iktidarlarının uyguladığı yok sayıcı politikalarda eklenmeye başladı. Saldırının süresi uzayınca ve Siyonist rejimin uyguladığı vahşete tüm dünya tanık oldukça özellikle Batı başkentlerindeki demokratik kamuoyları da harekete geçmeye başladı. Irak’ın işgali dönemindeki kadar yaygın olmasa da milyonlar Gazze halkı ile dayanışmak için sokakları doldurmaya başladı. Yahudi soykırımının mağduru olduğu düşünülen İsrail’e yönelik sempatiler yerini tepkilere bıraktı. Siyonizm’e yönelik her türlü eleştiriyi, Filistin halkına hissedilen her yakınlığı anti-semitizmle eşdeğer sayan İsrail onlarca yıl bu eleştiriden münezzeh kılınmanın rantını yemişti. Siyonist rejimin ırkçı, katliamcı ve imhacı politikaları anti-semit sayılarak halı altına süpürülmüştü.
İsrail ile ilgili havanın dünya çapında değişmeye başlamasının en çıplak göstergesi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden çıkan ateşkes kararı oldu. ABD’nin muhalefeti nedeniyle böyle bir karar aylardır çıkamıyordu. ABD hem dünya çapındaki gelişmelerin etkisi altında, hem Gazze’deki direnişin bir türlü sona ermemesi ve bir de yaklaşan seçimlerin baskısı nedeniyle en sonunda bir ateşkese razı olmuştu. Ama bunun mekanizmalarının ne olacağı, nasıl hayata geçirileceği ve rehine takası konusunda somut adımlar hala belirlenmiş değil. Direnişin gücü işbirlikçi Müslüman ülkeleri bile etkilemeye başladı. Hiç olmamış gibi davranmaya devam eden körfez ülkeleri başta olmak üzere artık bir şey yapmanın zamanı geldi sesleri çoğalmaya başladı. İsrail aleyhtarlığını iç politikada bugüne kadar bonkörce kulanmış olan Erdoğan bile sessizliğini en sonunda bozmak zorunda kaldı. Komplo teorilerini bir yana bıraktığımızda Erdoğan İsrail kartının elinden çıkma tehlikesi karşısında metazori bir biçimde boykota uymak zorunda kaldı. Bu bile direnişin kazandığını, uluslararası iklimin değiştiğini gösteriyor.
Bütün bu sıraladığımız ve daha da ekleyeceğimiz gelişmeler İsrail’i dünya çapında yalnızlaştırırken zorunlu olarak el yükseltmeye zorladı. İran bunun için biçilmiş en uygun kaftandı. İran’ın veya onun vekil gücü sayılan Lübnan Hizbullah’ının savaşın içine çekilmesi İsrail’e altın tepside sunulmuş bir fırsat olacaktı. Hem uluslararası tecritten kurtulacak hem de asıl hasmı olan İran ile işini görecekti. Lübnan Hizbullah’ını kışkırtma girişimleri de netice vermemişti. Nasrallah Gazze saldırılarının başından bu yana savaşın içine çekilme tehlikesine karşı uyanık davranmıştı. Sadece sınırlı bir roket saldırısı ile yetinmişti. Savaşın yaygınlaşmasından uzak durmuştu. Hizbullah’ı savaş sahasına çekemeyen İsrail şimdi asıl hasmı İran’ı sınıyor ve İran’da önceden ABD’ye haber vermek suretiyle dün gece sınırlı bir yanıt verdi. İş böylemi kalacak yoksa açılan Pandora’nın şişesinden tüm cinler birden çıkacak mı göreceğiz.