1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. İttihatçılık üzerine notlar - 2
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

İttihatçılık üzerine notlar - 2

A+A-

Yazımızın ilk bölümünde monolitik bir İttihatçılıktan bahsedilemeyeceğini söylemiş ve Cemiyetin zaman içerisinde ayrılma ve birleşmelerle değişim geçirdiğini belirtmiştik. 1906 yılında Selanik’te Osmanlı Hürriyet Cemiyeti adında gizli bir örgüt kuruldu. Örgüt gizliydi ve konspirasyona büyük önem veriyordu. Gözleri bağlı olarak üyeliğe kabul edilen kişi bayrak, Kur’an ve silah üzerine yemin ediyordu. Üç kurucusundan birisi olan Talat Paşa 1874 yılında Edirne’de doğmuş, kendi kuşağı arasında yükseköğrenim görmeyen az sayıda insandan biriydi. Posta memurluğu ve alyans okullarında öğretmenlik yapmıştı. Abdülhamit’e karşı gizli faaliyetlerde bulunduğundan iki yıl hapis cezasına çarptırılmış, cezasını çektikten sonra Selanik’e yerleşmiş ve posta memurluğuna devam ediyordu. Abdülhamit’in de etkin biçimde kullandığı telgrafla haberleşmeye hâkimiyetinden dolayı Balkanlarda olup biten her şeyi anında öğreniyordu.

1907 Paris Kongresi’nde İttihadı Osmaniye Cemiyeti ile Selanik’teki Osmanlı Hürriyet Cemiyeti birleşme kararı aldı. Bu birleşmeyle İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alan ve yakın tarihimizi biçimlendirecek olan teşkilat ortaya çıktı. Birleşmenin Dr. Nazım sayesinde gerçekleştiği anlatılır. Selanik doğumlu bir Sabetayist olan Nazım Paris’te Ahmet Rıza’nın liderliğini yaptığı grubun içinde bulunuyordu. Gruptaki en pratik adamlardan biri olarak bilinen Nazım, bütün yayınların Osmanlıya dağıtım işinin de başındaydı. Dağıtım ağını kontrol ettiğinden Osmanlı’daki özgürlükçü fikirlerden etkilenen çevreleri yakinen biliyordu.  Selanik’li olması nedeniyle orada olan biten her şeyden haberdardı. Kendisinin ayrıca Mason localarıyla sıkı irtibatı da vardı. Talat’ın liderlik ettiği yapının 3.Ordu içindeki subaylar arasında örgütlendiğini de öğrenmişti. Talat’da gizliliğe çok dikkat ettiğinden örgütlenme üssü olarak Mason localarını seçmişti. 

1878 Berlin Anlaşması ile Osmanlı Balkanlarda büyük toprak kaybı yaşamıştı. Batılı güçler bu bölgede Osmanlının attığı her adımı yakından takip ediyordu. Bölge adeta bir barut fıçısıydı. Halklar hem Osmanlı zulmü altında yaşamak istemiyorlar hem de birbirleri aleyhine toprak genişletmek istiyorlardı. Rusya bölge halklarının arkasında bir hami olarak bulunurken özellikle İngilizler Osmanlıyı bir tampon gibi kullanarak Rus genişlemesini frenlemeye çalışıyordu.  Yunan, Bulgar, Arnavut, Sırp milliyetçileri Osmanlıya karşı bağımsızlık mücadelesi verirken, yöntem olarak vur kaç taktiği ile gerilla tarzı bir savaş yürütüyorlardı. 3.Ordu’nun genç subaylarının vakti bölgeyi kontrol etmek, çete takibi yapmakla geçiyordu. Bu subayların büyük çoğunluğu Balkan kökenliydi. Savaştıkları topraklar aynı zamanda doğdukları,  yetiştikleri ve yakınlarını yitirdikleri yerlerdi. Hıristiyan unsurlara karşı verdikleri mücadelede onlar da gerillacılık, çetecilik veya komitacılık denilen yöntemlere başvuruyorlardı. Savaş en öğretici sanat olduğundan düşmanlarından ideolojik olarak da etkileniyorlardı. Aralarında hürriyet fikri yayılıyordu. Sultan Abdülhamit’in uzun sürmüş iktidarına karşı tahammülsüzlükleri artmıştı. Balkanlardaki toprak kaybının Sultanın ihmalkârlığından, üstleri olan komutanların modern savaş tekniklerine yabancılığından ve alaylı olmalarından kaynaklandığını düşüncesindeydiler. 

Bu sıralarda Makedonya krizi baş göstermiş ve Hristiyan unsurlar Osmanlı egemenliğine karşı Batılı güçlerin himayesini talep etmişti. 1903 yılında yapılan Mürzsteg Anlaşması Rusya ile Avusturya arasında imzalanmış ve anlaşma ile bölgede uluslararası jandarma birliğinin kurulması kararlaştırılmıştı. 1908 yılında Ravel’de yapılacak toplantıda bu fikrin hayata geçirileceği, anlaşmanın Abdülhamit tarafından kabul edileceği düşünülüyordu. Makedonya’nın kaybı Osmanlı’nın daha içerilere doğru çekilmesi, Balkanların ve İttihatçılığın başkenti sayılan Selanik’in Avrupa’yla kara ulaşımının sona ermesi demekti. İttihatçılara göre bunun hal çaresi Abdülhamit’i iktidarının sınırlanması ve anayasanın yeniden yürürlüğe konmasıydı. 

Bunun üzerine Enver ve Niyazi isyan ederek dağa çıktılar. Cemiyet bütün uzuvlarıyla harekete geçti. Abdülhamit’e anayasayı yeniden uygulaması için her taraftan telgraflar çekilmeye başlandı. Abdülhamit’in hareketi bastırmak için gönderdiği paşalar İttihatçı fedailer tarafından öldürüldü. Teşkilat bu toprakların ilk gizli örgütlenmesiydi ve Balkanlarda hemen hemen tüm köşe başlarını tutmuştu. Elinin altında harekete geçireceği çok ciddi bir yığınak vardı. 3. 0rdu subaylarının neredeyse tamamı cemiyetin üyesiydi. Bu sayının yaklaşık iki yüzü bulduğu söylenir. Bunların tamamı mektepliydi, kentliydi ve orta sınıf ailelere mensuplardı. Cemiyet açık bir parti olarak değil tam anlamıyla bir teşkilat gibi örgütlenmişti. Fedailer grubunun gözü çok karaydı. Cemiyetin sekreteri olan Mithat Şükrü Bleda ‘ imparatorluk çökerken ‘ adıyla yayınlanan anılarında bu gözü karalığı anlatır. Abdülhamit Cemiyetin Selanik Şubesini çökertmek için Enver’in eniştesini gönderir. Cemiyet elemanları aracılığıyla bundan haberdar olur ve merkez komite toplantısında infaz edilmesine karar verilir. Enver eniştesini bir yere davet eder ve eniştesi teşkilatın fedaisi tarafından öldürülür.  3.Ordu’da başlayan isyanı durduramayan Abdülhamit 24 Temmuz’da rafa kaldırdığı anayasayı yeniden uygulamak zorunda kalır. 

24 Temmuz 1908 daha çok 2.Meşrutiyetin ilanı olarak bilinir. Abdülhamit anayasayı ilan etmek zorunda kalmış, parlamento yeniden açılmış ve Meclis kendi içerisinden bir hükümet çıkartarak Sultanın iktidarını sınırlamıştır. 24 Temmuz’un bir devrim olduğu nedense unutturulmaya çalışılır. 24 Temmuz Osmanlı’da gerçekleşen ilk burjuva devrimidir. Batı dışı imparatorluklarda gerçekleşen burjuva devrimlerin bir örneğidir. 1905 Rus devrimi, , İran Devrimi, Çin Devriminin ilk aşaması ve hatta Meksika devrimi ile senkronize biçimde gerçekleşmiştir. Avrupa dışı toplumlarda başlayan burjuva devrimci dalganın içinde yer alır. Bu dönemi çalışmış olan tüm tarihçiler devrimin Osmanlı halklarının baharı olduğunu söylerler. Türkler, Museviler, Ermeniler, Rumlar kısaca tüm halklar devrimi hep beraber kutlamışlardır. Halklar sokaklara çıkmış meydanları doldurmuş, fener alayları düzenlemiş ve hürriyetin geldiğine inanmışlardır. Daha sonra 24 Temmuz ‘ Hürriyet Bayramı ‘ ilan edilmiştir. Daha sonra Cemiyet ile kanlı bıçaklı olacak olan Ermeni Hınçak ve Taşnak partileri hem devrim öncesinde hem de sonrasında uzun bir süre ittifak yapmışlardır. 

Halk devrimi sahiplenmiş, devrimin dışında kalmamış, müstebit bir sultanın iktidardan alaşağı edilmesini sevinçle karşılamıştır. Devrimin getirdiği hürriyet gazete, dergi yayın patlamasına yol açmış, her türden parti ve dernek özgürce kendini ifade etmeye başlamıştır. Türk tarihçiliği devrim kavramının kendisinden duyduğu ürküntü nedeniyle yaşanılanların bir devrim olduğunu saklamaya çalışmıştır. Enver ve Niyazi’nin dağa çıkarak, sultana isyan ederek tetikledikleri devrim her tür devrimde olduğu gibi sanki bir darbeymiş gibi tasvir edilmiştir. Hâlbuki onlar dağa çıkarak sadece devrimin fitilini ateşlemişlerdir. Onun öncesinde ve sonrasında tam bir devrimci hava vardır. Bunları hatırlatmak ne bir çarpıtma ne de bir zorlamadır. Sadece unutturulan hakikati, tahrif edilen tarihi yerli yerine oturtma girişimidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar