Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

İlyada (2)

A+A-

Harold Bloom kendisi de artık kanonik bir yapıt kabul edilmesi gerekli Batı Kanonu’nda ‘uzun yıllar boyunca derslerimde Freud’un özünde Shakespeare’in düzyazıya dönüştürülmüş hali olduğunu anlattım; (…) Kitab-ı Mukaddesten çok daha fazla şekilde Shakespeare, Freud’un gizli otoritesi kabul etmediği babası haline geldi’ türünden iddialarda bulunur. Her iddiada olduğu gibi Bloom’dan gelen bu iddialarında kışkırtıcı bir yanı vardır. Biraz da Bloom’dan cesaret alarak Shakespeare’in İlyada’nın müellifi sayılan Homeros’un ‘ dönüştürülmüş hali olduğunu  ‘ söyleyemez miyiz? Bloom, Shakespeare’in sayısız karakter yaratma, yarattığı karakterlere derinlik kazandırma ve tarihi şahsiyetleri tarihten çekip çıkartarak evrensel modeller haline getirme konusundaki benzersiz yeteneğine duyduğu hayranlıkla böyle bir iddiada bulunmuştu. 

Kitapları Türkiye’de de çok okunan bir yazar Alberto Manguel, ‘ İlyada ve Odysseia-Homeros ‘ isimli kitabının sonlarında ‘ Homer bir şifredir. Kanıtlanmış kimliği bulunmadığından ve kitapları yazılışlarına dair hiçbir açık ipucu içermediğinden Homeros, İlyada ve Odysseia gibi sonsuz farklı okumaya açıktır. (…) En şaşırtıcı deneyimlerimizi, en derin ve karanlık duygularımızı o kadar uzun süre öncesinde çoktan adlandırdığımızı düşünmek bize zor geliyor’ diyerek destanların çağları aşan vizyonuna dikkat çeker. 

İlyada’da anlatılan savaş tüm savaşlarda yaşanılanların bir modelidir. Değişen sadece teknik ve öldürme aygıtlarının o güne göre bugün daha mükemmelleşmiş olmasıdır. Savaşın askerlerde, kadın ve çocuklarda yarattığı psikoloji de aynıdır. İlyada’nın kahramanları korkaklık ve cesaretleri, arkadaşlık ve dostluğa yükledikleri anlamlarla aramızda dolaşmaya devam ederler. Belki de değişen tek şey bugün kahramanlığa yüklenilen mananın değişmiş olmasıdır. Destandaki karakterler bugün aramızda gezinmiş olsa hiç şüphesiz ahalinin çoğunluğu onlara aptal nazarıyla bakar.  

İlyada’nın ana karakteri, başkahramanı Akhilleus’tur. Akhilleus’un savaşçılığına, cesaretine, mertliğine herkes gıpta eder. Bir savaşın kaderini baştan aşağı değiştirebilecek üstün özelliklere sahiptir. Akhilleus’un ordusu kadar hiçbir ordu komutanına bu düzeyde sadık değildir. Bu özelliği savaş meydanlarında sayısız kere ispatlanmıştır. Başkomutan Agamemnon olmasına karşılık diğer komutanların yine hiç biri savaş toplantılarında Akhilleus kadar açık sözlü davranmaz. Akhilleus, Agamemnon’ u eleştirmekten, suçlamaktan kaçınmaz. Yunanlar medeniyete geçmiş olsalar da barbarlığın askeri demokrasisi yaşamaya devam etmektedir. Savaşla ilgili tüm kritik kararlar askeri demokrasinin tam anlamıyla işletildiği toplantılarla alınır. Bir komutanın hakkında oluşacak nazarları göğüslemek kaydıyla savaştan uzak durma hakkı da vardır. 

Akhilleus gururlu, öfkeli, sert bir komutandır. Esir aldığı kadının Agamemnon tarafından elinden alınmasına içerler ve savaştan çekilir. Akhaların savaşta yenildikleri anlaşılıncaya kadar yerinden kıpırdamama kararı alır. Akhalar’ın gemilerini koruyan hendekler, kaleler Troyalılar tarafından yıkıldığında, sayısız ricalar iletildiğinde dahi kararında diretir. Tanrıların telkinlerini kulak arkası eder. Ancak, kandaşı saydığı Patraklos öldürüldüğünde kararından geri döner. Hırsından, öfkesinden başta Athena olmak üzere Zeus dahi ürker. O kadar öfkelidir ki Pandaros’u öldüren Hektor’un cesedini at arabasına bağlayarak savaş meydanında dolaştırır. Savaşçılık benliğine işlemiş bu adam aynı zamanda savaşa lanet okur. 

Barışın kıymetini savaş yapanların bileceği yönünde bir kanaat vardır. Barışın değil sadece dostluğun, konukseverliğin, kaybın ve yasın da kıymetini en iyi savaşanlar bilir. Hektor’un babası Priamos tüm cesaretini toplayarak oğlunun na’şını almak için Akhaların, Akhilleus’un yanına gitmeye karar verir. Çünkü oğlunun cesedini ona sadece Akhilleus’un verebileceğine inanır. Akhilleus onun şu sözlerle karşılar: ‘’ Talihsiz adam, ne acılar çekmiş yüreğin! Nasıl göze aldın gemilere gelmeyi tek başına, - nasıl göze aldın benim gözüme görünmeyi? - Ben ki öldürdüm nice soylu oğullarını senin. - Demirden bir yürek varmış göğsünde. - Hadi gel, otur üstüne şu iskemlenin – bırak uyusun bağrımızda acılar. ‘’ Hektor’un cesedini neredeyse parçalayacak olan Akhilleus’un yüreği böylesine müşfik ve diğerkâmdır. Acıyı en iyi sahiden yaşamış olanlar bilir. Yasın yükünü de yine en iyi çekenler anlar. Bugünün savaşlarında kaybedenlere, ölülere onca şehitlik edebiyatına rağmen aynı saygının, özenin gösterildiğini söyleyebilir miyiz? Şehitliği bir kült haline getiren modern devletin düşman saydıklarının bedenlerine aynı özeni gösterdiğinden bahsedilebilir mi? Üstelik bu saygısızlık ve özensizlik altına imza atılmış uluslararası anlaşmalara rağmen yapılıyor. 

Konukseverlik Yunanların en önem verdiği hususlardandı. Konuk geldiği anda onun kimliği merak edilmezdi. Bir düşman olmadığına kanaat getirildikten sonra ona her türlü özen gösterilirdi. Kılığı, kıyafeti, zenginliği, statüsü hiç önemli değildi. Ev sahibinin yanındaki yer ona tahsis edilir, memnun olması için elden gelen yapılırdı. Yerine ulaşması için ihtiyaçları karşılanır ve dilediği kadar ağırlanırdı. Yunan kenti kendini bunu yapmakla vazifeli sayardı. Akhilleus için de Priamos artık düşman bir kentin kralı değil oğlunu kaybetmiş baba ve bir konuktur. Bugüne tekrar dönecek olursak modern zamanlarda böylesi bir konukseverlik kalmış mıdır?  Kentin dışında gelen yabancıya bir şüpheli gibi değil misafir gibi yaklaşan mantığın yerinde artık yeller esmektedir. Modern devlet için yabancı tekinsizdir, eldir, gayrıdır. Konuk değil şüpheden arındırılması gerekli ‘ çıplak insandır ‘. Agamben bu kavramı toplama kamplarında yaşayanlar için kullanmıştı. Ulus devletin ördüğü çitlerin artık toplama kamplarının etrafına örülmüş çitlerden bir farkı kalmamıştır. Yabancı zenginliğimize ortak olacak, elimizdekini gasp edecek tekinsiz bir varlıktır. Hannah Arend ve Jacques Derrida sorunlarımıza hal çaresi üretmek için işte bu nedenlerle dönüp dolaşıp ‘konukseverlik’ kavramından bir çıkış üretmeye çalıştılar. 

İlyada sadece Akhilleus’un destanı değildir. İlhamını Mousa’lardan alan ozan ölen her askerin künyesini çıkartır. Kimden doğduğu, ataları, nerede yaşadığı, nelerden hoşlandığı, katıldığı savaşlar, hayalleri, özlemleri genel özelikleri birkaç dizeyle dahi olsa anlatılır. Modern savaşların adsız, künyesiz savaşçılarından değildir o. Homeros savaşın dehşetine tanıklık ederken, ölen her asker için geriye bir ağıt bırakır. İlyada mantıksız, hedeflerini kaybetmiş, tanrıların kör gazabına uğramış, çaresiz bırakılmış insan için yakılmış bir ağıttır.

Önceki ve Sonraki Yazılar