İktidar bloku çatlarken
15 Temmuz sonrası FETÖ'nün devlet aygıtında yarattığı ağır travma ile geçici olduğunu uzun süredir anlatmaya çalıştığımız yeni ittifaklar oluştu. O günkü resme bakarak bunun yeni bir iktidar bloku olduğunu söylemiştik. Eski hasımlar açılan boşluğun derinliğinin farkına vararak korkuyla sırt sırta vermek zorunda kalmıştı. Her birinin amacı bu özgül süreci kendi güçlerini azami düzeyde maksimize etmek için kullanmaktı.
Yukarıdaki açıklama karşımızdaki blokun neden Gramsci'nin tarihsel bloku olmadığını da izah ediyor. Bir tarihsel blok, ancak sınıflar düzeyinde kurulabilir ve ömrü de o sınıflarla kaimdir. Burada olgu olarak karşımızda geçici olduğu aşikar bir iktidar bloku bulunmaktaydı. Geçici, taktiksel mecburiyetler ittifakın bileşenlerini yan yana getirmişti. Bileşenlerden birisinin varoluş koşullarına diğerlerinden bir saldırı geldiğinde veya bir diğeri ötekilerin aleyhine olacak şekilde güçlendiğinde ittifak tuzla buz olacaktı. Türkiye'de siyasal analizler bizim liberal ve parlementarist dediğimiz düzeylerle kendisini sınırladığından iktidar mekaniğini de maalesef doğru okunamamaktadır.
Açıklamayı yapan Amirallerin kompozisyonuna baktığımızda önemli bir bölümünün Ergenekon süreçlerinde uydurma delillerle yargılandıklarını ve Silivri zindanlarında epey çile tükettiklerini görüyoruz. AKP'nin cemaatle köprüleri atmasıyla birlikte orduda kümelenen bu çevrelerin iktidarla arasına giren soğukluğun eridiğini, 15 Temmuz ile birlikte de ilişkinin ittifak ortaklığına dönüştüğüne şahit oluyoruz. Bu ittifakın üç zamkı vardı; ilki FETÖ'nün kökünün kazınmasına ilişkin mutabakat, Anti-Kürdizm yani Kürtlerin içerideki ve dışarıdaki tüm kazanımlarının ortadan kaldırılması ve jeo-stratejik düzeyde ise Batı ve özellikle NATO aleyhtarı tutum.
Erdoğan ile bu çevre arasındaki ilişki Mavi Vatan doktrini ile balayı evresine girmişti. İmzacı amirallerin çoğunun bu doktrinin ya müellifi ya da destekçisi olduğunu görüyoruz. Bildirilerinde ısrarla vatan ve mavi vatan kavramlarını kullanıyorlar ve kendilerini de böyle tanımlıyorlar. Amerika'da Biden'ın iktidara gelmesiyle birlikte Erdoğan'ın yeni bir anlaşma zemini oluşturabilmek için ilk çark ettiği başlığın mavi vatan olduğunu yazılarımızı takip edenler bilir. Erdoğan için doktrin hiçbir zaman stratejik bir yaklaşım olarak benimsenmedi. Attığı adımlar taktikseldi ya bu çevreyi yatıştırmanın bahanesiydi ya da Batı ile ilişkilerinde pazarlık için kullanabileceği bir kozdu. Son yaşanılan gelişmelerle ikinci şıkkın galebe çaldığı artık inkarı mümkün olmayan bir gerçek haline gelmiştir.
Montrö meselesi ise Erdoğan ve çevresi açısından sehven başlatılmış bir tartışma asla değildir. Daha büyük bir planın parçasıdır ve planın müellifi de ABD emperyalizmidir. Çünkü soğuk savaş dönemi de dahil anlaşmanın varlığı en fazla bu gücü rahatsız etmişti. O dönemler SSCB'nin çevrelenmesi ve şimdi de Rusya'nın kuşatılması açısından Karadeniz'in ABD'nin savaş filolarına açılması elzemdir. Kanal İstanbul Montrö'nün delinmesinin, işlevsiz hale getirilmesinin sadece kılıfıdır. Müelliflerinin bu güçler olduğunu düşündüğümüz girişimin finansmanı ise Katar gibi uydu bir devlete bırakılmıştır. Jeostratejik düzeyde sarsıcı gelişmeleri tetiklemesi umulan bu adımların doğuracağı sonuçların Erdoğan tarafından iyi hesaplanıldığını düşünmek mümkün değildir. Bundan dolayıdır ki yakın zamanda önemli bir diplomat, büyükelçi topluluğu da endişelerini kamuoyuyla paylaşmıştı.
İmzacı generallerin bu gelişmelerden de rahatsız olduğu anlaşılıyor. Batı'nın Türkiye'yi böleceği duygusunu çok yoğun hisseden bu çevreler açısından yeni dünyada işbirliği yapılacak ülkeler Çin ve Rusya'dır. Bundan yaklaşık 20 yıl önce dönemin MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılıç bu seçeneği düşünmeyi devletin yüksek katlarından ifade etmişti. Bu eğilimin ordu içinde kuvvetli biçimde temsil edildiğini düşünmek içinde elimizde yeterli kanıtlar bulunuyor. Bildiriye sempati ile bakan çevreler Erdoğan'a şunu hatırlatıyorlar özellikle; ‘ senin iktidarını 15 Temmuz'da ordu içinde etkin olan bu çevreler kurtardı aklını başına al. ‘ Bu uyarılar da hakikat payı yok mu, 15 Temmuz gerçekleri gün yüzüne çıktığında elbette her şeyi daha net göreceğiz, ama bu uyarının da haksız olmadığını bildiğimiz gerçekler ışığında rahatlıkla söyleyebiliriz.
Üçüncü olarak bildirinin ağırlıklı unsurunu ordu içinde laikliğin altını oyan gelişmeler oluşturuyor. . Bir amiralin makam aracı ve resmi elbisesi ile katıldığı cemaat toplantısı laiklik endişesi hala kalmış olan çevreleri teyakkuza geçirmişti. Bu amiralin bakım-ikmal komutanı olması ve hakkında hangi işlemin yapıldığına ilişkin belirsizlik tedirginlikleri daha da arttırdı. Yine Astsubay okulları dahil askeri okullara girişteki tarikat-cemaat mensubu olup olunmadığına dair soruşturmanın kaldırılması da artık orduyu her türlü tarikat ve cemaatin rahatlıkla örgütlenebileceği bunun önündeki yasal engellerin bizzat iktidar tarafından kaldırıldırıldığı bir yer haline getiriyordu. Bu gelişmede imzacı amiraller açısından ordu içindeki Kemalist olduğunu iddia ettikleri son duyarlıkların da yok edilmesi, imtiyaz alanlarının da gericiliğin tümden kontrolüne girmesi riskini taşıyordu.
Bütün bu gelişmeleri alt alta dizdiğimizde imzacı generallerin neden şimdi iktidar ortaklarına bir uyarı gönderme ihtiyacı duyduğunu kavramış oluyoruz. Erdoğan uluslararası alanda Rusya ile ABD arasında sürdürdüğü denge oyununun artık sürdürülebilirliğinin kalmadığının farkında olarak yeniden ABD yanında çıpalanıyor. Bunun doğrudan ilk sonucu Mavi Vatancılarla köprüleri atmak oluyor. Montröyü Meclis Başkanı aracılığıyla tartışmaya açtırarak soğuk savaşın ikinci sürümünde Batı emperyalizminin yanında yer aldığı mesajını Avrasyacı güçlere çok net bir biçimde veriyor. İçeride ise ordu artık tarikat ve cemaatlerin cirit atacağı bir alan haline getirilip son Kemalist unsurlara da başınızın çaresine bakın mesajı gönderiliyor.
Türkiye ilginç bir ülke liberal ve parlementarist okumaları her defasında boşluğa düşürecek kadar karmaşık ve çelişkilerle yüklü. Demokrasi güçlerine düşen görevse kırk katıra da kırk satıra da mahkum olmaksızın tüm emek, barış ve demokrasi güçlerini antifaşist geniş bir cephede buluşturmaktır. Geldiğimiz aşamada bu görevden kaçınmak, sorumluluklarını yerine getirmemek daha büyük felaketler karşısında elimiz kolumuz bağlı celladımızı beklemek anlamına gelecektir.