Heidegger Meselesi
Heidegger felsefenin en tartışmalı isimlerindendir. Kimisi onu 20.yüzyılın en büyük filozofu kabul eder. Karşı çıkanlar ise filozofların Führeri sayar. Görüldüğü gibi felsefe muhitleri bu konuda kolay bir anlaşmaya varamaz. Felsefi düşünceye ağırlık verenler Heidegger’in politik angajmanlarını bir yanılgıdan ibaret görür. Bir dönem aralarında tutkulu bir ilişkininde yaşandığı Hannah Arendt yanılgı tezinin başını çekenler arasında yer alır. Heidegger’in 80.yaşı için yaptığı konuşmada bunun olsa olsa ‘profesyonel deformasyon’ dedikleri birşey olabileceğini, ‘tiranlaşma meylinin teorik olarak neredeyse bütün büyük düşünürlerde tespit edileceğini’ söyler. Arendt bu konuda sadece Kant’ın bir muafiyete sahip olduğunu belirtir.
Aksi tezi savunanlar yani Heidegger’in açık bir Nazi hayranı olduğunu iddia edenler bunu Naziler tarafından Freiburg Üniversitesi Rektörlüğüne atanmasına, hocası Husserl başta olmak üzere Yahudi entellektüellerin sürgünü karşısındaki sessizliğine, kısa sürmüş Nazi partisi üyeliğine dayandırır. Dolayısıyla bu savın sahipleri olgulara yani biyografiye yaslanır. Bu olgular tartışmasız doğrudur. Naziler iktidara geldikten kısa bir süre sonra Heidegger Freiburg Üniversitesi Rektörlüğüne getirilmiş ve açış konuşmasına ‘ Alman Üniversitesi’nin Kendini Müdafaası’ başlığını koymuştur.
Heidegger’in Nazilerle bağını vurgulayanlar meseleye daha çok politik yaklaşırlar. Lukacs hariç düşüncesi ile Nazilerle bağı arasında felsefi dolayımlar kurmaktan uzak dururlar. Heidegger’in felsefesi, yaklaşımları, kavramlaştırmaları bir yanda politik angajmanları diğer yanda kalır. Felsefe ile politika arasındaki dolayımlar ihmal edilir. Felsefesi sözcelemenin, jargonun özerkliği, içrekliği sabit sayılır. Felsefi jargonun kendine tanıdığı imtiyazlar sorgulanmaz. İçrek dilin kendi hakkındaki meşrulaştırımları olduğu haliyle kabul edilir. Felsefi söyleminde bir ideolojisinin olduğu üzerinde durulmaz.
Heidegger gerçektende 20.yüzyılın en büyük filozoflarındandı. Büyüklüğü etkisinden kaynaklanır. Postmodernlik bu etkiyi daha da arttırmıştır. Heidegger Batı metafiziğinin en büyük yıkıcılarından biriydi. Bu konuda onunla boy ölçüşebilecek yegane kişi hayranlık duyduğu Nietzsche’dir. Heidegger Batı metafiziğinin epistemeye olan ilgisini yıkarak unutulduğunu iddia ettiği Varlık üzerine yeniden düşünmeyi ilgisinin merkezine yerleştirdi. Platon’dan başlayarak Varlık neliği ihmal edilmişti. Varlığın ihmali aslında Ölüm düşüncesinden bir kaçıştı. Çünkü Varlığın en önemli yanı Ölümlü olmasıydı.
Heidegger düşüncesini önemseyenler felsefe yapma biçimine hayranlık duyar. Bunların en başında gelen Arendt hocasının felsefeye yeni bir soluk getirdiğini, onun sayesinde ‘düşünmenin yeniden hayat bulduğunu’ söyler. Hatta Heidegger sayesinde ‘insanın düşünmeyi yeniden öğrendiğini’ belirtir. Heidegger’e göre felsefe öğretilmez salt eğitim yoluyla edinilemezdi. Felsefe yapmak ‘öğrenilmiş olanla, düşünülmüş olan arasındaki’ farkın anlaşıldığı yerde başlardı. Kişi felsefeye bir meslek sahibi olmak için değil ‘gerekirse aç kalmaya gönüllü’ biri olarak gelirdi. Heidegger düşünmenin asıl görevi olduğunu söylerdi. Heidegger’in Varlık hakkında yeni bir düşünme biçimi geliştirdiğine inananlar temel yapıtı ‘Varlık ve Zamanı’ bir opus mağnum kabul eder.
Heidegger felsefesine değer biçenler yapıt karşısında Nazi angajmanının kıymetinin olmayacağını çünkü yapıtın mükemmelliğinin bunu küçük bir detaya dönüştürdüğünü ileri sürmüşlerdi. En büyük özürcülerinden sayılması gereken Arendt, Heidegger’in yanılgısını dönemin yanılgılarıyla karşılaştırmanın doğru olmayacağını bunda bile bir emsalsizliğin söz konusu olduğunu iddia etmişti. Bir Musevi olan ve çektiği eziyetler karşısında hocasının sessizliğine maruz kalan Arendt, ısrarla Heidegger’i aklamaya çabaladı. Hocası yanılmıştı, sessiz kalmıştı, zulüm karşısında sesini yükseltmemişti, ama felsefesi bundan muaftır.
Aynı tavrı son dönemin önemli filozoflarından Bodiou’da görürüz. O da düşünce ile yanılgı arasında bağ kurmaktan her ikisini birlikte ele almaktan uzak durur. Heidegger taşralıdır, muhafazakardır ve politik kanaatleri yerel önyargılarla doludur. Tipik bir küçük burjuva ve muhafazakardır. Geçmişi özlemekte olup hayali bir imgenin peşine düşmüştür. Bir profesör olarak kariyeri için önüne çıkan fırsatları değerlendirmekten imtina etmemiştir. Rektörlüğü kabul etmekteki nedeni politik angajmanlardan daha çok üniversite içi entrikalarla ilgilidir. Bodiou, Heidegger’in eşi Elfride ile mektuplaşmalarını yayımladığı kitaba yazdığı önsözde filozofu zaaflarına yenik düşmüş biri gibi anlatır. Ama zaaf sahibi bu adam 20.yüzyıl düşüncesinde felsefi bir devrim yapmıştır. Günümüzde ‘komünist hipotezin’ en ısrarlı savunucusu olan Bodiou diğer bir hayranlık duyduğu filozof Platon ile Heidegger arasında koşutluk kurar ve son tahlilde Arendt’e yakın şeyler söyler. Büyük filozoflar tiranlaşma sendromundan kaçamaz. Platon nasıl Siracuza kralına akıl hocalığı yaptı ise Heidegger’de Nazilerin filozof Führeri olmaya soyundu. Felsefe ile politika arasındaki ıraksamayı aşıp, eksik ve zaaflı bu iki yaklaşımı bakışımlı kılmak mümkün mü? Bakalım…