HDP’nin ‘Tutum Belgesi‘ Üzerine İlk Düşünceler
HDP beklenen tutum belgesini açıkladı. Belgenin iki önemli sonucu olduğunu düşünüyorum, ancak ondan önce belgenin hazırlandığı konjonktüre bakalım.
Tutum belgesine gelinceye kadar hem Kürt sorununun varlığı önemli ölçüde unutulmuştu hem de HDP kamusal tartışma alanlarının dışına itilmişti. Tutum belgesi hazırlıkları Kürt sorununa ve HDP’ye olan ilgiyi yeniden canlandırdı. Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları ise tartışmaların büsbütün bu konuya kaymasına yol açtı. Kürt sorununu salt asayiş sorunu olarak gören ve örgütün fiziksel olarak tasfiye edildiği propagandasını siyasetinin odağına yerleştiren iktidar bloku açısından kendilerine rağmen oluşan bu gündem hiç de memnuniyet verici değildi.
Önce Demirtaş’ın sonrasında Eş Başkan Sancar’ın açıklamaları ile Kürt siyaseti tek adam rejiminden kurtulmak isteyen çevrelerin beklentilerini boşa çıkarmamış oldu. Daha alttan geleceğe yönelik kaygılar, haklı uyarılar yapılmış olsa da Türkiye’de AKP sonrasına rotayı çevirmiş kesimlerle kurulan bu rezonans aradaki ilişkileri daha da sağlamlaştırdı.
‘ Tutum Belgesi ‘ adından da anlaşılacağı üzere HDP’nin iki kutuplu ve ittifaklara bölünmüş Türkiye siyaseti karşısındaki konumunu deklare etmek maksadıyla hazırlandı. Demokratik kamuoyu tarafından da bir süredir merakla bekleniyordu. Kullanılan üslubun ve tonun son derece yumuşak ve makul olduğunun altını çizmek gerekiyor. Belge genel siyaset alanına dair partinin yerini ve koordinatlarını net biçimde ortaya koyuyor. Müzakere süreçlerinde rolünü sınırlayan ve taraflar arasında arabuluculuğa indirgeyen bir partinin ilk defa siyaseti ve kendi varlığını ileri doğru ittiğini görüyoruz. Belgede ne İmralı’ya ne de Kandil’e ilişkin bir belirlemede bulunulmuyor. HDP bu belge ile sorunun adresi olarak Meclis’e işaret ederken, siyasal sistemin de tüm unsurlarıyla bu işte üzerine düşen rolü üstlenmesi gerektiğini hatırlatıyor. Önümüzdeki döneme Demokratik Cumhuriyet ufkundan yaklaşılırken, Kürt sorununun Türkiye’nin en önemli sorunu olduğunun altı çiziliyor ve somut olarak da yerel yönetimlerin güçlendirilmesine vurgu yapılıyor.
Türkiye’nin tek adam rejiminden çıkışı, kamudaki liyakat yoksunluğu, ekonomik buhran, yeni anayasa, doğa ile yeniden kurulacak ilişki gibi başlıklar HDP’yi iktidar bloku dışındaki diğer partilerle çok rahat yanyana getirebilecek konular. Biz çok katmanlı bir kriz vurgusu yapıldıktan sonra bu kriz sarmalının en önemli veçhesini oluşturan iktisadi mesele karşısındaki bakışı hem eksik hem de lakayt bulduğumuzu belirtelim. Şu an Türkiye’de ekonomik buhran ve yarattığı sonuçlar her şeyin önüne geçmiş iken, iktidar blokunu asıl olarak bu başlık eritirken kendisini sol da konumlandıran bir parti olarak HDP’nin bu sorunu tutum belgesinde hafife almasını doğru bulmuyoruz.
Ama görünen o ki HDP Türkiye’nin temel sorunlarını demokratikleşme zaviyesinden kavrıyor. Elbette Türkiye’nin demokratikleşmesi ve demokrasinin de derinleşmesi öncelikli meselelerinden birisi. Ama onun kadar ve belki de ondan daha yakıcı sorun sosyal mesele dediğimiz şeyin ta kendisi. O da Türkiye’nin sorunlarına daha sınıfsal ve sorgulayıcı bakmayı gerektiriyor. Yine laiklik ve Cumhuriyet meselelerine de belge de hiç değinilmiyor. Bu meselelere içinden geçtiğimiz dönemde hiç değinilmemesi, sessiz kalınması Demokratik Cumhuriyet iddiası olan bir siyasal parti açısından ciddi bir eksikliğe işaret ediyor.
Belge’nin en dolaysız siyasal çıktısı kendisini hiç bir ittifakla ilişkilendirmemiş olması. Bu konuda HDP iki ittifakla da arasına mesafe çekerek manevra alanını geniş tutmaya çalışıyor. Yöntemsel önerisi ise gayet yerinde; ilkelerin tartışılacağı bir süreci öne alıyor. İttifak meselesinin kimlerin olup olmadığından ziyade ilkeler ve proğramlar üzerinden yürütülmesinin Türkiye’nin demokratikleşmesine daha çok hizmet edileceğine inanılıyor. Daha çok isimlerin ve şimdilerde Akşener’in niyetini açıklamasıyla pozisyonların tartışıldığı bir siyasal sürecin Türkiye’nin demokratik dönüşümünü zayıflatacağı uyarısı ise haklı ve yerinde.
Erdoğan’ın giderek yalnızlaştığı, başka bir yazının konusu olmakla birlikte uluslarası dinamikler tarafından da artık sonrasının hesaplarının yapıldığının anlaşıldığı bir vasatta başta Millet ittifakı olmak üzere tüm siyasal güçlerin nasıl bir Türkiye vizyonuna sahip olduklarını paylaşmalarının vakti artık geldi. Muhalefetin topluma vaadi Erdoğan gitsin herşey yerinde kalsın değil ise eğer, onlardan da bu tür tutum belgelerini beklemek en tabii hakkımız.