"Hayranıyım... Bodrum'da kapısına dayandım!"
Adanalı gazeteci Ayşe Arman'ın oyuncu Engin Akyürek ile röportajı
Röportaj: Ayşe Arman / armanayse.com
Engin Akyürek hastasıydım, fırsat bu fırsat Bodrum’da kapısına dayandım…
Röportajdan hemen sonra, bir kız arkadaşım aradı. “Nasıl biri anlat” dedi. “Yazacağım bekle” dedim. “Ya ben senin Instagram’da yazmanı bekleyemem, şimdi söyle” dedi.
Şöyle tarif ettim;
Tutkulu sevgili olur… Şahane koca olur… Çok iyi yol arkadaşı olur… Dalış arkadaşı olur (dalgıç aynı zamanda) Felsefe hocan olur… Çok şey öğrenirsin ama derinliğinde de kaybolursun…
Hayat üzerine düşünen, kafa yoran biri… Belli ki kendisine çalışıyor… Sıkı oyuncu, sıkı yazar… 21 öyküsünü topladığı bir kitabı var. Adı, Sessizlik… Şaka gibi, inanılmaz iyi…
Ve tabii… Nefis bir sadeliği, şık, abartısız bir hali, gülünce içinde yıldızlar çakan gözleri, özenle seçtiği kelimeleri, şahane bir gülümsemesi ve altı çizili olmayan bir seksapeli var…
Gerçekten etkileyici biri Engin Akyürek, iyi ki tanımışım. ‘’Sessizlik’’ kitabının gelirini Darüşşafaka’ya bağışlamış. Kitap 6. baskıda. Bir yerden edinin okuyun…
Sefirin Kızı bitmek üzere. Bodrum’daki iki yılı tamamlamış.. Yeni projelere yelken açıyor. Onu izlemeye devam… Seviyoruz seni Engin…..
“SESSİZLİK” ENFES BİR KİTAP MUTLAKA BULUP, OKUYUN
Benim eşekliğim, “Sessizlik”i yeni okudum. Ve dumura uğradım! Bu ne ya! Böyle güzel bir şeyi nasıl yazabildin?
-Estağfurullah, okunacak o kadar çok kitap var ki, benim kitap sırasını beklemiş… Beğenmene çok sevindim, kitapla ilgili güzel bir şeyler duyunca çok mutlu oluyorum. Her şeyiyle bana ait olduğu için belki de…
BİRBİRİNDEN GÜZEL 21 ÖYKÜ VAR… SADE, ABARTISIZ, YALIN
Gerçekten de su damlası gibi bir kitap. 21 öykü de birbirinden sade, abartısız, yalın. Oyunculuğun mu, yazarlığın mı daha iyi bilemedim…
-Ben oyunculuğumun daha iyi olmasını dilerim. Mesleğim oyunculuk. Yazmayı çok sevsem de kafamda sürekli kurgusal hikayeler dönse de kendimi bir yazar olarak görmüyorum. Yaşar Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik Abasıyanık, Sezgin Kaymaz gibi büyük yazarların ürettiklerini okuyunca, kendimde o hakkı görmüyorum.
ESKİ BAYRAMLAR, MAHALLE ARASINDA OYNAYAN ÇOCUKLAR, GERÇEK İNSANLAR, GERÇEK DEĞERLER
Sıcak, samimi bir dil. Tertemiz bir Türkçe. En önemlisi saf, gerçek duygular. Eski bayramlar, mahalle arasında oynayan çocuklar, gerçek insanlar, gerçek değerler… Bu kavramlara değinmenin özel bir sebebi var mı?
– Bilmem, ben içimde saklı duran o küçük çocuğun, samimiyetini göstermeye çalıştım.
“Geçmiş”, bir hafıza, aynı zamanda bir derinlik. Benim çocukluğum 80’lerde, ergenliğim 90’larda geçti. Bayramlar daha sıcaktı, ilişkiler daha samimiydi, cep telefonu yoktu… Ama bunları, geçmişe övgü olsun diye söylemiyorum, tespit yapıyorum. Cep telefonunun hayatımıza kattığı rahatlığı, kolaylığı saymaya başlarsak, hiçbirimiz geçmişe filan gitmek istemeyiz. Böyle karşılaştırmalar, kafamda hikayeler kurgulamama sebep oluyor. Eskiden sevgilimizi aradığımızda, ev telefonunu babasının açma ihtimali vardı. Bugün ev telefonu kullanılmıyor neredeyse. Biz, ev telefonunu bırak, cepten aramak yerine Instagram’dan ona mesaj atmayı daha konforlu buluyoruz. Ben bu değişimler üzerine hikayeler kurgulamayı seviyorum.
SON 20 YILDA DÜNYA DAHA ÖNCE YAŞAMADIĞI BİR DEĞİŞİMİ YAŞADI
Eski Türkiye’yi ve değerlerini özleyenlerden misin?
-Geçmişi hepimiz özleriz. Orada biz varız çünkü. Şimdiki zaman, bizi ne zaman darlasa, gelecek ne zaman bizi korkutsa, geçmişe sarılır, oradan birkaç anı bulur, ona sığınırız. Son 20 yılda, dünya daha önce yaşamadığı bir değişimi yaşadı. Bizler de buna tanık olduk. Bunların içinde de hikayeler var. Bu hikayelere kafa yormak, üzerine yazmak hoşuma gidiyor.
BİRBİRİMİZİ DİNLEMİYOR, SEVMİYORUZ. SABIRSIZ, EMPATİDEN YOKSUN VARLIKLARA DÖNÜŞTÜK. BENCİL VE ŞİŞİK EGOLARIMIZLA BİRBİRİMİZE ÇARPIP DURUYORUZ
Günümüz dünyasında, sence en çok eksilen hangi duygu oldu?
-Eksilmekten çok, değişime uğradı diyelim. O duygular hala var, sadece başka bir şeye dönüşmüş durumda. Ben bunları olumsuz bir yerden söylemiyorum. Tabii ki iyi kalpli, merhametli güzel insanlar hala var bu dünyada. Ama eskisi kadar birbirimizi dinlemiyor, sevmiyoruz. Sabırsız, empatiden yoksun varlıklara dönüştük. Bencil ve şişik egolarımızla birbirimize çarpıp duruyoruz. Ama şu da var: 1940’larda, 2. Dünya Savaşı’nda 40 milyondan fazla insan öldü. Dünyanın geçmişi, bugünden daha masum değil!
ÖNCE BİZ DEĞİŞECEĞİZ!
Herkesin birbirine kazık attığı, kendi çıkarlarını kolladığı, yırtmak için uğraştığı, birbirine şiddet uyguladığı, haksızlıkların tavan yaptığı, adaletin yerini bulmadığı… Nezaketini, inceliğini, saflığını kaybetmiş bir dünyada yaşamaktan senin de yorgun düştüğün oluyor mu?
– Eğri oturup, doğru konuşalım. Evet, bunların hepsi günümüz gerçeği. Yorulmaktan çok, üzülüyorum. Çünkü insan olan üzülür, bunları kendine dert eder. Dertten kastım da şu; Bizler ancak, işimizi elimizden gelen en iyi şekilde yaparak sözümüzü söyleyebiliriz. Ahlaklı olarak, dürüst olarak işlerimizi yaparsak… Merhamet arıyorsak, adaletsizliğe isyan ediyorsak, vicdanlı bir toplumda yaşamak istiyorsak, kadına şiddete karşıysak, önce bizler değişeceğiz. Bizler, o istediğimiz insanlar olacağız. Dünyanın sorunu bu bence; Talep ettiklerimizi, kendi dünyamızda, hayatlarımızda yapmamamız…
İŞİMİ İYİ YAPARSAM SÖZÜMÜ DE HİKAYEMİ DE ANLATMIŞ OLURUM
Sen kendini nasıl koruyorsun bu kötülüklerden, çirkinliklerden?
– Kendi dünyamı güzelleştirmeye çalışarak. Yazarak, çizerek, okuyarak. Bir çabam var en azından. Niyet etmek de güzel…
Küçük Prens gibi kendi gezegeninde mi yaşıyorsun?
– Alakası yok. Bağdat Caddesi’nde yaşayan, sosyal hayatı olan bir adamım. Kendimi korumakla ilgili bir çabam yok.
İyi de sen, hem ortadasın hem değilsin. Çok ortada gibi durup, aslında hiç ortada olmamayı nasıl başarıyorsun?
-Ortadayım ama sadece işimle var olmak istiyorum. Ben işimi iyi yaparsam, sözümü de hikayemi de anlatmış olurum. Daha fazlasına gerek yok. Büyük laflara gerek yok. Bülent Ortaçgil, Fikret Kızılok çok sevdiğim sanatçılar. Onlar, söyleyeceklerini şarkılarıyla söylediler, söyleyecekler. Biz onların hayatını çok bilmeyiz bile, bilmemize de gerek yok…
HERKES, HERKESİN HER ŞEYİNİ BİLMEK, ÖĞRENMEK İSTİYOR. AMA BAZEN DE BAZI ŞEYLERİ BİLMEMEK GÜZELDİR!
Haftada 2 kez kendisini manşette görmeyince huzursuz olan insanlar var. Hani, “Reklamın iyisi kötüsü yoktur, yeter ki gündemde olayım!” diyenler…
-Bunlar, 90’larda kalmadı mı ya? Özel kanalların ilk çıktığı zaman oluşan bir kültür bence. Artık bugünün dünyası daha gerçek… Ve acımasız… İşinle var olmak esas… Ama herkes, herkesin her şeyini bilmek, öğrenmek istiyor. Ama bazen de bazı şeyleri bilmemek güzeldir! Ben oyunculuğun Türkiye’deki algısının biraz yanlış olduğunu düşünüyorum. Oyuncuların aslında kendilerini çok anlatan ve çok konuşan insanlar olduklarını düşünmüyorum. Biraz böyle içeride olan bir şey bence. Tarihçilik nasıl bir araştırmaysa, oyunculuk da bir araştırma aslında, bir karakter araştırması…
HAYIRLISIYLA INSTAGRAM’A GİRDİK!
HİKAYE KÖTÜYSE İSTEDİĞİN KADAR İYİ OYNA, OYUNCULUĞUN BİR ETKİ YARATMAZ!
Millet, ölüp bitiyor sana. Ama bu seni şımartmamış görünüyor. Pek çok erkeğin böyle bir tezahürat karşısında, egosu tavan olurdu! Sen yoksa, gizli narsist filan mısın? Alçak gönüllüyü oynuyor olabilir misin?
-Bütün bunları oynuyorsam, Oscar almam lazım bence! Mesleğimi yapıyorum, sevilmek, beğenilmek, ilgi görmek, bu işin özünde var zaten. Sizi bu mesleğe davet eden duygu beğenilmek ve onay görmek. Ama bütün bunlar şımarmanızı gerektirmez. Bir de 2021’de şımarmak falan komik geliyor, işimizde profesyonel olmamız gereken bir çağdayız. Bu arada, Türkiye’deki ve yurt dışındaki başarı, tabii ki sadece benim başarım değil. Hikayenin, projenin bir gücü var. Siz, istediğin kadar iyi oynayın, hikayeniz kötüyse, bir etki yaratmaz.
EN BÜYÜK İLTİFAT: RESMEN O ADAM OLMUŞ!
Oyunculuk yapmazsan ölür müsün…
-Oyunculuk hep yapmak istediğim iş. Beni çok heyecanlandırıyor. Ama hiçbir şey ölmeye değmez! Yazmak da hep olacak hayatımda. Bunu da biliyorum. Kâğıt yoksa kafama yazarım…
Oyunculuğunla ilgili en çok hangi yorumlar ayaklarını yerden kesiyor?
-“Resmen o adam olmuş!” lafı. Bu, benim oyunculuğu algıladığım yer. Yani başka biri olma haline geçiş. Oynamak değil de o olmak… İnsanları o adam olduğuma inandırabiliyorsam, çok mutlu olurum.
“ALAYLILAR HEP KENDİNİ OYNAR, BAŞKA BİRİ OLMA HALİNE GEÇEMEZ!” GİBİ SIĞ DÜŞÜNCELERE KATILMIYORUM
Alaylısın, okullu değil… Oyunculuk eğitimi almadın. Avantajları ne, dezavantajları ne?
-Bilmenin, öğrenmenin, eğitimli olmanın bir dezavantajı olmadığını düşünüyorum. Bütün bunlarla siz nasıl ilişki kuruyorsunuz, bu önemli. “Eğitimli olmak, doğal oyunculuğu öldürür” ya da “Alaylılar hep kendini oynar, başka biri olma haline geçemez!” gibi sığ düşüncelere katılmıyorum. Siz, kendi azminizle, çalışmanızla bunları kırabilirsiniz.
ÇAĞIN EN BÜYÜK HASTALIĞI SIKILMAK
Hayatının kırılma noktalarından biri Türkiye’nin Yıldızları yarışması. Birinci oldun. Sonra da peş peşe hep çok iyi projelerde rol aldın. Hepsi uzun soluklu oldu. Projeleri seçerken nelere dikkat ediyorsun?
-Çağın en büyük hastalığı sıkılmak. Herkes her şeyden sıkılıyor yoruluyor, bunu da anlıyorum. Ben işimi yaparken sıkılmak istemiyorum. Mesleğimi tutkuyla yapabilmem için o hikayeyle, o rolle bir yolculuğa çıkabilmem gerekiyor. Buna dikkat ediyorum. Bazen “o adam” olmak istiyorum, bazen de hikaye beni etkiliyor.
HER ŞEY HİKAYENİN GÜCÜNDE SAKLI
Melisa Sözen, Beren Saat, Tuba Büyüküstün, Neslihan Atagül, Fahriye Evcen gibi başarılı oyuncularla başrolü paylaştın… “Tekrar tekrar oynarım” dediğin isimler var mı?
-Hikaye kimi çağırıyorsa, orada buluşuruz. Her şey, hikayenin gücünde saklı…
Son dizin, yine büyük reytinglere ulaştı ama daha öncekiler kadar parlamadı sanki. Bu, senin motivasyonunu kırar mı?
-Ben, Sefirin Kızı’nı başarılı ve kendini gerçekleştirmiş bir iş olarak görüyorum. Bir işin başarısı sadece reyting değil. Umarım yurt dışı yolculuğu da başarılı geçer. İşler yolunda gitmediğinde, dert edip, üzülmeniz çok doğal. Ama bu işin doğasında var, zamanla öğreniyorsunuz.
İLK BAŞROLÜMÜ MERAL ABLA TEKLİF ETTİ… EMEĞİ ÇOKTUR ÜZERİMDE
Meral Okay senin için ne ifade ediyor?
– Meral Abla, Dostoyevski karakterleri gibiydi. İnanılmazdı. Hayatımız kesişmemiş olsaydı, ben bugünkü Engin olamayabilirdim. “Bir Bulut Olsam” benim için çok kıymetli bir iş. İlk başrolümü Meral Abla teklif etti. Emeği çoktur üzerimde. Bana güvendi. Güvenmeyebilirdi. O işte, aynı zamanda beraber de oynadık. Sohbeti, derinliği, insanlığı o kadar özeldi ki; bugün eksikliği sadece bir yazar olarak değil, bir aydın olarak da hissediliyor. Ben de onu çok özlüyorum. Bir daha, bir Meral Okay hikayesi olmayacak ama Meral Abla yazdıklarıyla, yaptıklarıyla hep güzel hatırlanacak.
ERDAL ABİ, BENCE TÜRKİYE’NİN JACK NICHOLSON’I
Sen, Erdal Özyağcılar, Zeki Alasya gibi müthiş oyuncularla da oynama fırsatı buldun. Bu deneyimler sana neler öğretti?
-21 yaşındasınız, böyle dev oyuncularla oynuyorsunuz. İşin mutfağını görüyorsunuz. Disiplinli olmayı, rolünüzü sevmeyi, sabırlı olmayı öğreniyorsunuz. Bunları belki o an hissetmiyorsunuz ama yıllar geçtikçe bir ışık yakıyor içinizde. Onlar bu ülkenin yetiştirdiği en değerli oyunculardan. Erdal Abi, bence Türkiye’nin Jack Nicholson’ı…
SAÇ HİKAYE… BEĞENDİKLERİ UZUN SAÇIM DEĞİL, KARAKTERİN TAŞIDIĞI ŞEYLER
“Kadınlar uzun saçlı halimi daha çok beğeniyor” gibi tespitlerin var mı? Yoksa her türlü beğeniyorlar mı?
-“O adam” olmayı başarabildiysen, izleyiciye de bu duygu geçtiyse… Rolü de, saçı da beğenirler bence… Ama role giremediysen, saçın ne önemi var? Orada beğendikleri saç değil yani, karakterin taşıdığı şeyler ve senin o karakter olup olamadığın… Yoksa herkeste saç var. Saç, hikaye…
BAŞKASININ KAZANDIĞI PARAYI KONUŞMAK AYIP GELİR!
Oyuncular bölüm başı 300-350 bin alıyor gibi haberler çıkıyor. Bu rakamlar gerçek mi? Şişirme haberler mi?
-Ben memur çocuğuyum böyle şeyleri konuşmam, ilgilenmem de. Ayıp gelir başkasının kazandığı parayı konuşmak!
Sosyal medyaya çok geç girdin. Geçen ay, “Ben geldim” diye post paylaştın. Hayranlarının baskısına mı dayanamadın?
-Bu hesap, yaklaşık 5 yıldır açılmayı bekliyordu. Bu zamana kısmetmiş… Daha önce bir hesabımın olmaması, bir duruş sergilemekten ya da sosyal medyaya karşı bir tavırdan kaynaklanmadı. Kendi doğalında öyle aktı, bugün de böyle oldu. Ben dogmatik olmayı ve “Bu, budur” demeyi sevmiyorum. Hayırlısı, açtık bakalım…
2 SENEDİR BODRUM’DA BİRLİKTE YAŞIYORUZ
Ay bu dünya tatlısı kim?
-Tanıştırayım… Feyyaz. Ev arkadaşım.
Pek yakışıklı bir sarmanmış. O zaman sen kedicisin…
-Öyle de denebilir. Bütün hayvanları seviyorum. Ama kedilerle daha kolay iletişim kuruyorum. Daha çok vakit geçirdiğim içindir. Feyyaz’la da Bodrum’da iki senedir birlikteyiz…
Yollunuz nasıl kesişti?
-Annesi, benim bahçede doğurdu. Üç dünya tatlısı oğlu oldu. İsimlerini ben koydum: Metin, Ali, Feyyaz…
Beşiktaşlısın…
-Evet, hem de sıkı Beşiktaşlıyım! Önce anne gitti, sonra Metin ve Ali… Feyyaz kaldı… (Buradan, Feyyaz Uçar’a da selamlar olsun!) O ayrılmadı benden. O gündür bugündür birlikte yaşıyoruz. Pek düşkün bana. Doğduğundan beri beni görüyor. Galiba ben onun için büyük bir kediyim. Onun her şeyiyim. Arkadaşıyım, babasıyım, annesiyim…
E birkaç hafta sonra Bodrum defteri kapanacak, dizi bitiyor. İstanbul’a götürecek misin Feyyaz’ı?
– Bugüne kadar kimseyi arkamızda bırakmadık! Hayırlısıyla, Feyyaz’ı da bırakmayız… Ama derin bir mesele. Çünkü benim bir kedim daha var. İstanbul’da annemde şu anda. Hayatı çok iyi bilen, olgun, filozof gibi bilge, dişi bir kedi o. Feyyaz ise genç, yakışıklı ve zıpır bir şey. Ama bulacağım bir yolunu.
EDEBİYAT İNSANLIĞIN BULDUĞU EN BÜYÜK KEŞİFLERDEN BİRİ
Hadi bana, “Bu yazdığım öyküler filme çekilecek…” de. Çünkü kare kare gördüm o öyküleri, sinematografik bir dilin var…
-Niyetim var. Üzerinde çalıştıklarım da var. Bir gün olacak inşallah. Ben çekmeyi isterim…
Türkçe’ye nasıl bu kadar hakimsin? Çok mu okuyorsun?
-Evet. Okumak, başka bir yerde, başka bir dünyada olmamı sağlıyor. Edebiyat, insanlığın bulduğu en büyük keşiflerden biri.
En son ne okudun ve çok sevdin?
-İsmail Güzelsoy okudum. Öksüz Ağaçların Çobanı. Müthişti. Çok beğendim.
Senin okuduğun bir Paul Auster romanı, Arjantin’de en çok satanlar listesine girmiş, öyle mi? Hangi romanıydı?
-Paul Auster çok severim. Seven çok sever sevmeyen de hiç sevmez. Benim favori yazarlarımdan. Nerdeyse, bütün romanlarını okudum. Yazdıklarını sinemaya yakın bulduğum için seviyorum galiba. Sözü edilen roman, “Karanlıktaki Adam”dı. Haber doğru mu bilmiyorum, doğruysa güzel bir şeye vesile olmuşum. Paul Auster duy sesimi!
Darüşşafaka’ya gidiyormuş “Sessizlik” öykü kitabının geliri…
-Evet. Özellikle istedim. Bir organizasyon vesilesiyle gittim. Çok etkilendim. Müthiş bir okul. Pırıl pırıl gençler yetiştiriyorlar. Muazzam bir iş yapıyorlar. Hayran kalmamak mümkün değil. Türkiye’de böyle bir okulun varlığı hepimize gurur vermeli. Bu kitap gündeme gelince, “Elde edilen gelir Darüşşafaka’ya gitmeli!” dedim. Bence sen de onlarla ilgili bir röportaj yapmalısın. Okulun tarihi de çok ilginç…
ALLAH, HERKESE İLBER ORTAYLI HEYECANI VERSİN!
ÜNİVERSİTEDE TARİH OKUMAM BİLİNÇLİ BİR TERCİHTİ
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Tarih okudun. Bilinçli bir tercih miydi yoksa puanın oraya mı yetti?
-Yok gayet bilinçli. Ya Edebiyat ya tarih istiyordum. Tarih oldu, severek okudum.
Ailen, “Evladım işletme, ekonomi oku!” demedi mi?
-Sağ olsunlar, kararlarıma hep saygı duydular.
Tarihin, nesi seni heyecanlandırıyor?
-Bir “hafıza” aslında, dünyayı, ülkeni, kendini anlamanın bir metodolojisi. Tarih okumak bir keşif. Ve çok heyecanlı. Allah, herkese İlber Ortaylı heyecanı versin.
Hangi dönemde yaşamak isterdin, zaman içinde yolculuk etme fırsatın olsa…
-Böyle şeyler beni korkutuyor. Burada kalayım ben. Bu kafayla, bu bilgilerle hangi döneme gitsem mutsuz olurum!
40’A BİR KALA
40’ına yaklaşıyorsun. Nasıl bir ruh hali içindesin?
-Biraz izlediğim bir dönem. Anlamaya çalıştığım bir ruh hali. Ama keyfim yerinde.
BENİM İÇİMDE LUNAPARK VAR
İÇİMDEKİ VELET BENİ DALDAN DALA FIRLATIYOR
İnsanın adı Engin olunca, biraz “Ağır abi” mi oluyor? Adının derinliği ruhuna yansıyor mu? Ruhu, yaşlı bir adam mısın?
-Hikayelerimde çok geçen bir cümlem vardır; “İçimdeki velet, beni daldan dala fırlatıyor!” Yani tam tersine, içimde durdurmadığım bir çocuk var. Dışarıya ne yansıyor bilmiyorum ama benim içimde bir lunapark var!
BİZDE KALAN KIYMETLİDİR
Çok affedersin ama 40’ına geliyorsun… Neden senin büyük aşklar yaşadığını görmedik… Görmemiş olmamız, yaşamadığın anlamına mı geliyor?
-Herkes her şeyi bilmek, öğrenmek istiyor.
“Bilmemek, cahilliği getirmeyecekse, saf bir mutluluğu vadediyordu” bir öykümde böyle bir cümlem vardı. Bizde kalanlar kıymetlidir.
ŞÖHRET Mİ DEDİNİZ?!
Şöhret, ne ifade ediyor senin için?
-Şöhret işinizin bir sonucu olabilir. Ama hedefi olmamalı. Olursa, sonu felaket olabilir.
ANKARA’YI GÜZEL DEMLİ BİR ÇAYA BENZETİYORUM
Nasıl bu kadar esaslı biri oldun. Ankaralı olmanın etkisi var mı?
-Evet. Ankara’nın ruhu var bende. Ankara’yı, “güzel demli bir çay”a benzetiyorum, o çaydan içmek büyük bir şans.
Önümüzdeki günlerde ne gibi sürprizlerle karşımızda olacaksın?
-Sürpriz demeyelim ama çok yakında bir reklam kampanyasına başlıyoruz. İlk kez böyle bir marka iş birliği içerisinde olduğum için heyecanlıyım. Ayrıca hazırlıkları bir süredir devam eden bir film projesi var, bu yaz çekilecek.
İÇİMDE OYUNCULUKLA İLGİLİ BİR CANAVAR VAR
- Karavandaki o sakin görüntümün altında, işimle ilgili içimden taşan bir şey var bu…
- Olumsuz özelliklerim mi? İki işi aynı anda yapamam. Çünkü her yaptığım şeyi, kendimi vererek yapmayı severim. Bir de Terazi burcunun kararsızlığı var bende….
Röportajın devamını okumak için tıklayın
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.