1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Hakikati söylemek - 2
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Hakikati söylemek - 2

A+A-

Bu yazıda Sokratik Parrhesia’yı tartışmaya çalışacağım. Eski Yunan demokrasisinin altın çağları M.Ö 5.ve 4.yüzyıllardı. Bu dönemlerde de kesintisiz bir demokrasiden bahsedemeyiz. M.Ö 460-445 yılları arasında 1.Peloponnesos savaşları yaşanmış bunu 413-411 yılları arasındaki Oligarşik darbe izlemiş ve bu süre boyunca Atina 30 tiran tarafından yönetilmişti. Bu tiranlardan birisi Sokrates’in en iyi talebelerinden, Platon’un akrabası, ateşli demokrasi karşıtı ve olağanüstü bir entelektüel olduğu söylenen Kritias’tır. Tiranların döneminden sonra Atinalılar tarihte kaydedilen ilk genel affı ilan ettiler. Buna göre otuz tiran ile onların üst düzey yöneticilerinin M.Ö 403 yılından önceki suçları yargılanabilecek, onun dışındaki herkes karıştıkları suçlardan affedilecekti. Bu Atina’ya yeniden demokrasinin gelmesi demekti. 

İşte bu dönemde, birbirine çok yakın zamanlarda adeta neredeyse eşanlı biçimde yeni parrhesia biçimleri ortaya çıkmaya başladı. Önceki yazımızda daha çok siyasi parrhesia üzerinde durmuştuk. Tanrıya, tirana, krala veya muktedirlere yönelik statü olarak daha aşağıda olanların parrhesia’sından bahsetmiştik. Foucault bu iki parrhesia arasında benzerlikler olmakla birlikte Sokratik parrhesia’nın kavrama yeni özellikler kazandırdığını söyler. 
Sokrates M.Ö 470 yılında doğmuştu. Demokrasiye karşı eleştirileriyle biliniyor ve Atina’ya büyük zarar verdiklerine inanılan Alkibiades ile Kritias’ın hocası olarak tanınıyordu. Sokrates yaşamını salt felsefe yaparak geçiren birisi olmayıp Peloponessos savaşları kapsamında gerçekleşen Potidaia, Delion ve Amphipolis muharebelerine katılarak iyi bir piyade olduğunu da ispatlayarak üstün başarılar göstermişti. 47 yaşında iken dahi bilfiil savaşlara katıldığı söylenmektedir. Felsefe yapabilecek boş zamana sahip olduğuna göre hali vakti yerinde birisiydi. Evliydi, kendisinden oldukça küçük bir eşi ve üç çocuğu vardı.

Sokratik parrhesia bir meclis veya topluluk önünde yapılmaz. Yüzyüze, karşılıklı ve iki insan arasında gerçekleşir. Sokrates muhatabına sorular sorarak kendisi üzerinde düşünmesini sağlardı. Ona göre ‘’ sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmezdi. ‘’ Sokrates’in araştırdığı şey logos yani akıl ile iyi bir hayatın nasıl inşa edileceği ve bunların karşılıklı uyumunun nasıl sağlanacağıydı. O soruları ile muhatabını yönlendirir ve iyi bir hayatın nasıl gerçekleştirileceğine muhatabını ikna etmeye çalışırdı. Karşılıklı diyaloglar ile çelişkiler açığa çıkartılırdı. Sokrates’in bu rolü eski Yunanca  ‘’ basanos ‘’luk denilen bir tür denektaşı olmaktı. Bir altının gerçek olup olmadığının anlaşılması için nasıl altın siyah bir taşa değdirilir ve altının taşta bıraktığı ize göre sonuca varılır idiyse Sokrates’te kendisi ile ilişki kuran kişinin logosu ile biosu arasında uyum olup olmadığına tıpkı basanos gibi bir işlev yüklenerek fırsat verirdi.
Sokrates’in logosu olan aklı ile biosu yani yaşantısı arasında bir uyum vardı. Savunmasında davacılarının ithamları karşısında logosu ile biosu arasındaki uyuma ilişkin örnekler verir ve kendisini suçlayanların bu uyumdan yoksun olduklarını inandırıcı örneklerle anlatır. Yalnız felsefe yapan, Tanrının buyruğuna uyup neyi bilip bilmediğini araştıran bir kimse değildir. Atina yurttaşı olarak savaşlara katılmış, üstün başarılar göstermiş, yargıçlara başkanlık yapmış seçkin birisidir aynı zamanda. Demagog, sadece konuşan, iş yapmaya gelince kaytaran birisi olmayıp, Platon’un dediği gibi ‘’ mousikos aner ‘’dir. Kendini Musalara adamış, yüksek ilimlerle ilgilenen kültürlü insan. 

Sokrates savunmasında kendini çoğu kez sofistlerle karşılaştırarak anlatır. Sofistler Sokrates’in aksine ruhun eğitimini ticarileştirmişler ve bu işi geçim kapısı haline getirmişlerdir. Sofistlerin üzerinde durdukları konu ile ilişkileri kopmuştur. Örneğin bir sofist cesaret üzerine etkili bir konuşma yapabilir, ancak kendisi cesur değildir. Hâlbuki Sokrates’in düşündükleriyle yaptıkları, söyledikleriyle gerçekleştirdikleri arasında bir akort vardır ve Sokratik sorgulama da etkisini buradan almaktadır.  Siyasi parrheisa’da logos ile hakikat ve cesaret arasındaki ilişkiye Sokratik parrheisa’da bios’da dâhil olur. Sokratik parrheisa gücünü ve etkisini bu özelliğinden alır. Düşünceleriyle yaşantısı arasındaki uyum Sokrates’i gençleri sorgularken adeta bir denektaşı işlevi görür. 

Daha önce bir hatibin, siyasetçinin veya kral danışmanının özellikleri olan parrheisa artık iki insan arasındaki bir öğretme ilişkisi temelinde hakikatin ortaya çıkartılacağı oyuna dönüşmüştür. Hakikatle kurulacak ilişki şahsileşmiştir. Hakikat birilerine seslenerek, ifade edilerek veya ifşa etmek suretiyle değil bizzat artık kendimiz onunla karşı karşıya gelmek suretiyle karşımızdadır. Cesaret de kendi hakikatimize uygun bir hayat yaşayıp yaşamadığımız ile ilgilidir. 
Foucault daha önceki parrheisa’larda örneğin Euripides’in İon oyununda Delphi tapınağının Tanrısı Apollon’un sessizliği ile karşı karşıya geldiğini, demokrasi döneminde retorik ustası olan hophopçuların parrheisa’nın karşısına dikildiğini, Sokrates zamanında ise parrheiasa’nın sofistler tarafından tehdit altında bulundurulduğunu anlatır. Parrhesia’nın serüveninde artık doğruyu söylemek filozoflara düşmektedir. 

Ama Foucault’nun göz ardı ettiği bir çığlık ve sanki farklı bir parrheistik an vardır Sokrates’in savunmasında. Ey Atina erleri diyerek jüriye şöyle seslenir Sokrates; ‘’ Biliniz ki, eğer beni, yani benim tarif ettiğim gibi bir adamı öldürürseniz, benden çok kendinize zarar vermiş olursunuz. (…) çünkü şayet beni öldürürseniz, yerime benim gibi birini bulamazsınız. Benim durumumu şöyle de tanımlayabiliriz; ben şehre bir at sineğinin ata yapıştığı gibi yapışmışım. Bu at büyük ve soylu bir at olabilir, fakat cüssesi nedeniyle miskindir ve arada bir atsineğinin ısırması onu kendine getirir. Bence tanrıda beni şehre böyle bağlamıştır. Ben de şehirde dolaşıp milleti ısırmaya, uyarmaya ve her birinizin ayıbını yüzünüze vurmaya, nerede olursanız olun gün boyunca üzerinize bir sinek gibi konmaya devam ediyorum. Size bir daha benim gibisi gelmez beyler; eğer benim şu nasihatimi dinleyecek olursanız beni affedersiniz. (…) beni kolayca öldürebilirsiniz; fakat tanrı size acıyıp, aranıza sizi ısıracak bir başka sinek daha göndermezse, hayatınızın geri kalanını miskin miskin pinekleyerek geçirirsiniz.’’ 

Sokrates savunmasında siyasetle ilgilenmediğini, kamusal işlere karışmadığını, ancak pazar yerinde tezgâhlarda olup biten her şeyden de haberdar olduğunu söyleyerek siyasete kafasının çalıştığını ima eder. Yaptığı işin kendisine Tanrı tarafında emredildiğini söyler. Tanrı ona neyi bilip bilmediğini araştırmasını söylemiştir. O da bu araştırması sırasında şairler, devlet adamları ve zanaatçılarla muhatap olarak araştırmasını ilerletmiş şu sonuca varmıştır; hiçbir şey bilmedikleri halde her şeyi biliyorlar ve daha bilmediklerini bile bilmiyorlar. Sokrates Atinalıların tanrılarını tanımamakla, kendisini tanrılaştırmakla ve delikanlıları kötü yola düşürmekle suçlanmıştı. 501 üyenin bulunduğu jüride davayı 30 oyla kaybetmişti. Sürgüne gönderilme tekliflerini kendisine ve Atinalılara hakaret kabul ederek reddetmişti.

Sokrates’in bıraktığı yerden bu işi özelikle Kinik filozoflar devam ettirecektir. Helenistik dönem olarak bilinen M.Ö 3.yüzyılda kinikler bios’un logos ile de olan bağını önemli ölçüde kopartacaklar ve bios merkezli bir parrheisa dönemini başlatacaklardır.  Ne demokrasinin ne tiranlığın söz konusu olmadığı Helenistik devirlerde can çekişmeye başlayan parrheisa bir kuğu çığlığı gibi kralların yanında danışman olarak istihdam edilenler tarafından kısmen yerine getirildikten sonra Hıristiyanlık ile birlikte dinsel bir form edinecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar