Hakikati Söylemek
Hakikati söylemek başlıklı yazı dizimizde Michel Foucault’nun ‘ Doğruyu Söylemek ‘ kitabında incelediği, eski Yunan’ın ‘ parrhesia ‘ dediği İngilizce’ ye ‘ özgür konuşma ‘, Almanca ve Fransızca ’ya ‘ açık sözlülük ‘ olarak geçen kavramın M.Ö 5.yy’dan başlayıp M.S 5.yy’a kadar süren serüvenine odaklanarak geçirdiği değişimleri anlamaya çalışıp, Edward Said’in ‘ Entelektüel ‘ isimli kitabında entelektüele yüklediği sorumlulukla karşılaştırıp günümüz açısından sonuçlara ulaşmaya çalışacağız.
Kitap Foucault’nun ölümünden bir yıl önce, 1983 yılında Berkeley’deki California Üniversitesi’nde altı ders olarak verdiği seminerlerde tutulan notlara dayanılarak hazırlanmış. Türkiye’de yayınlanmış Foucault külliyatı içerisinde ulaştığı baskı sayısı ile kitap en ilgi gören çalışmalar arasında bulunuyor. Kullandığım çalışma 2019 tarihli yedinci baskı.
Kinik filozof Diogenes’in Makedonya Kralı İskender ile olan diyaloğu meşhurdur. Bir fıçı içerisinde yaşamını sürdüren Diogenes karşısına çıkan İskender’e ‘ gölge etme başka ihsan istemez ‘ diye seslenir. Günlük kullanımında eski Yunanda olduğu gibi bir parrhesia etkisi yaratması beklenmeden kullanılır bu deyim. Hâlbuki burada Diogenes parrhesia yapmakta ve İskender’in yüzüne karşı bir hakikati dile getirmektedir. Diogenes’in karşısına çıkan İskender Makedonya kralı olup neredeyse tüm yeryüzüne hükmetmektedir. Yunan yarımadası, Trakya, Anadolu, Suriye, Mısır oradan Hindistan bugünkü Pakistan ve Afganistan ile Pers ülkesi yani İran’ı egemenliği altında bulundurmaktadır. Doğu’ya doğru gittikçe Yunanilikten uzaklaşan Pers kültürü etkisi altına giren ve en sonunda Persli bir kadınla evlenen İskender’i komutanları seferden vazgeçirmeye, Yunan topraklarına geri dönmeye ikna etmeye uğraşırlar. Bu dönüş yolculuğu sırasında İskender ile Diogenes karşılaşırlar. İskender filozofa hor gören bir eda ile yaklaşırken bu çarpıcı sözü işitir. Güneş burada bir metafordur. Diogenes İskender’e tek gerçeğin, hakikatin güneş olduğunu kendisininse hakikatin önünde bir gölge, yanılsama olduğunu söylemektedir. İşte bu tam da parrhesiastik bir tutumdur ve Diogenes İskender’in karşısında parrhesia oynamaktadır.
Etimolojik anlamda sözcük ‘ her şeyi söylemek ‘ anlamına gelir. Parrhesia yapan kişi yani parrhesiastes ‘ aklındaki her şeyi ‘ söyleyen kişidir. Hakikati söyleyen kişi, eski Yunanda yurttaşlara ders olarak okutulan, siyasetle uğraşanların özel eğitimden geçtiği, Aristoteles’in ise üzerine kitap yazdığı retoriğe başvurmaz. Retorikte hakikati söylemektense özel teknikler kullanılarak insanları etkilemek ve belli konulara ikna etmek amaçlanır. Kuşkusuz parrhesia’da da karşımızdaki insanı veya topluluğu etkilemek, ikna etmek amaçlanır, ancak doğrudan ve hakikatten taviz verilmeksizin yapılır bu iş. Her doğru söz sarf etmek parrhesia yapmak anlamına gelmez. Parrhesia’yı kullanan kişi öncelikle kendi adına konuşur. Başka birisi veya birileri adına konuşmaz. Doğrudan kendisi konuşur, ne düşündüğünü açık seçik ortaya koyar. Hakikati dile getirdiği kişi veya toplulukla arasında bir toplumsal statü farkı vardır. Parrhesia yapan kişi bu ediminden dolayı bir risk üstlenir. Bu risk canından olmak, yurttaşlıktan atılmak veya siteden kovulmak olabilir. Euripides’in bazı oyunlarında doğruyu söyleyen kişi Delphi Tapınağının Tanrısı Apollon’un gazabına uğrayabileceği gibi, Sokrates’te Atina’nın zenginlerinin çocuklarına felsefe öğretip, yaşamlarını sorgulamalarına vesile olduğu için baldıran zehri ile öldürülebilir veya Diogenes’ de olduğu gibi İskender karşısındaki açık sözlülüğünden dolayı yaşamı ince bir çizgi üzerinde gidip gelebilir.
Parrhesia oyununda inanç ile doğru içiçe geçmiştir. Modern düşüncenin başlangıcı kabul edilen Kartezyen felsefede inanç ile doğru arasındaki ilişki, ancak bir zihinsel uğraktan geçtikten sonra kurulabilir. Varoluşun kendisi nasıl düşünme etkinliği tarafından doğrulanabiliyorsa, şüphe edilemeyecek tek şey nasıl her şeyden şüphe et komutu ise ve bu da bir zihinsel etkinliğe yaslanıyorsa arada bir dolayıma ihtiyaç var demektir. Hâlbuki parrhesia oyununda parrhesiastes dile getireceği doğrudan asla şüphe duymaz. Onun doğruluğundan emindir, en küçük bir kuşkusu yoktur. Doğru olduğunun teyidi, doğrulanması için sadece söylenmesi gerekmektedir.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi hakikatin söylenmesi tehlikelidir. Her doğruyu dile getirmek hakikati bildirmek anlamına gelmez. Hakikat ya Tanrılara ya Tiranlara ya da egemenlere karşı dile getirilen şeydir. Platon’un Sirakuza kralına iyi bir kralın nasıl davranması gerektiğini söylemesi böyle bir şeydir. Bu anlamda parrhesiastes risk alır, hayatını tehlikeye atar, gözden düşmeyi göze alır. Risk alınan yerde cesaret vardır. Hakikati söyleyen kişi cesur olmak zorundadır. Sonradan göreceğimiz gibi eski Yunan retorik sanatında ‘ hophopçu ‘ olarak nitelendirilen demagoglar, ikiyüzlüler, idare/i maslahatçılar, saray dalkavukları asla parrhesiastes olamazlar.
Foucault bu durumu şöyle açıklar: ‘’ Hayatının tehlikeye atıldığı bir parrhesia oyununu kabul ettiğin zaman, kendi kendinle özgün bir ilişkiye girmiş olursun: hakikatin söylenmemiş halde kaldığı bir hayatın güvencesi altında kalmaktansa, hakikati söylemek uğruna ölümü göze almış olursun. Tabii ki ölüm tehdidi Öteki’lerden gelir; dolayısıyla da Öteki ile belli bir ilişkinin kurulmuş olması gerekir. Ancak parrhesiastes öncelikle kendisiyle özgül bir ilişki kurmayı seçmiştir. Kendisine karşı sahtekârlık yapan bir canlı varlık değil, bir hakikat anlatıcısı olmayı kendisi için daha uygun görmüştür. ‘
Parrhesia yapan kendisini hakikati ispat yükümlülüğü altında görmez. Yaptığı işlem birilerine hakikati ispatlamak değildir. Kısacası onun konumu savunma durumundaki bir insan hali değildir. Hakikati dile getiren, parrhesia yaparak birilerini eleştirmekte ve sorgulamaktadır. Bu sorgulama daha aşağı konumda bulunan birisinden yukarıdakilere yönelir, onları hedef alır. Güçsüz, korunaksız, güvencesiz birisi muktedirleri, tiranları sorgulamakta, eleştirmekte ve hakikati söyleyerek onların konumlarını sarsmaktadır. Meşruiyetinin tek dayanağı doğruyu söylemesidir. Risk alsa da, ölümle burun buruna gelse de hakikati söylemenin hala bir zemini vardır. İşte bu zemin parrhesiastes yapan kişinin tek dayanağıdır.
Son olarak parrhesia yapmak yapan kişi açısından bir ödevdir. Bir mecburiyet, zorunluluk asla değildir. Baskı altında, öldürülme korkusu ile doğruyu söylemek parrhesia yapmak anlamına gelmez. Burada kişinin bir tercih hakkı, seçim yapma özgürlüğü vardır. O sessizlik karşısında konuşmayı, yalan karşısında hakikati, riya karşısında dürüstlüğü, çıkar karşısında ödevi tercih etmiştir. Bunları yapmanın karşılığında mükâfat, taltif beklemez. Yapmadığı takdirde eksileceğini, kendisi olamayacağını, iyi ve adil bir hayattan yoksun kalacağını düşünür.
Devam edeceğiz…