Güzel Yurdumun Güzel İnsanları – 2 - Cesur Ve Kararlı: Ayşe Davarcı
“Eve yorgun olarak döndüğümde, eşime bir omuz vermenin rahatlığı yorgunluğumun yarısını alıyor; çocukların ihtiyacını karşılamış olmak ta diğer yarısını alıyor. Böylelikle yorgunluğum kalmıyor…” Ayşe Davarcı
Elimizi uzattığımızda sahip olduğumuz şeyler soframıza nasıl gelir?
Sadece bir öğle yemeği için, soframıza gelen ürünleri adını sanını bilmediğimiz yüzlerce kişinin ortak emeklerinin bir sonucudur.
Bir pirinç, su, yağ, süt, baharat, et ve daha binlerce gıda maddesi…
Evde sadece bir menemen yapacak olsanız, yumurta, domates, biber, soğan, karabiber, pul biber gibi malzemeler gerekir. Basit gibi görünen ve hemen hemen her evde bulunan bu malzemelerin, evimizin mutfağında olması için emek verenlerin sayısı yüzlerce kişiyi geçer.
Bunun içerisinde ekmek yok… Hele ekmek, yufka ise…
SANAT ESERİ YUFKALAR
Mahallemizde dört beş yıl önce bir yufka imalathanesi açıldı. Yolum sık sık bu imalathanenin önünden geçer. İlk kez bir yufka imalathanesi görüyordum. İç içe geçmiş gibi görünen hareketli silindirlerin iki yanından sarkan güzelim yufkalar sanki bir sanat eseri…
Elbette sanat eseri, inancımıza göre de mübarek bir nimet.
Yufka ve açık ekmek ihtiyacını doğal olarak bu iş yerinden sağlarız.
Yufka yapmak için gereken malzemelerin o işyerine gelmesi için sayısız kişinin emeği vardır. Ama biz müşteri olarak sadece sunum yapan çalışkan bir kadını tanıyoruz: Ayşe Davarcı…
“RIZKIM BURADAYSA, SAHİBİYİM”
Genelde Pazar dönüşü eşim ile yufka almaya giderim.
Hani bir söz vardır: “Tilkinin kırk hikâyesi vardır, kırkı da tavuk üzerinedir…”
İki ananın da yüzlerce hikâyesi vardır, yüzlercesi de çocukları üzerinedir.
Eşim ile Ayşe Hanım arasında çocuklar merkezli bir dostluk oluştu.
Ayşe Hanım’ın çalışkanlığı, tertibi, işini güzel yapması ve yüzünden gülümsemenin eksik olmaması hep dikkatimizi çekmiştir.
Kadınların ortak özelliği olsa gerek, işlerine erkeklerden daha fazla sahipler. Ben öyle gördüm. Bir gün O’na:
“Ne güzel dükkân açmışsın ama sahibi olarak çok titiz bakıyorsunuz” dedim.
“Hayır” dedi “Sahibi değilim. Ben burada çalışan bir işçiyim…”
Orada işçi olması, ona karşı takdirimin çoğalmasına neden oldu.
“Tebrik ederim” dedim, “Ancak sahibi bu kadar titiz ve çalışkan olur.”
Bana:
“Öyle sayılır zaten. Burası benim ekmek kapım. Rızkım buradaysa sahibi sayılmaz mıyım?”
“Tamam” dedim “sahibisin. Benim olmayan dükkânı verdim.
“Ayşe Hanım nerelisiniz?” diye sordum. Sanki çok önemliymiş gibi. Sordum işte.
“Aladağ’ın Meydan Yaylası’ndanım” dedi.
“BİRİ YAPABİLİYORSA BEN DE YAPARIM…”
“O, Ne güzel. Aladağ, yurdumun saklı cennetlerinden biridir. Neden köyü bıraktın…”
“Vallahi ben bırakmadım. Köy beni bıraktı…”
“Anlamadım nasıl oldu?”
“Babam zamanında Adana’ya gelmiş. Çocuklarının eğitimi, geleceği gibi işleri düşününce o zaman, şehre gelmeye karar vermiş. Burada işe başladı. Biz de burada büyüdük. Burada evlendik. Benim eşim de Resmi bir kurumda çalışıyor. Üç çocuğumuz oldu. Tabi masraflar da arttı. Hani köy yerinde olaydık, topraktan bir şeyler alabilirdik. Ama şehirde bu olmuyor. Şehirde tek maaşla üç çocuk yetiştirmek çok zor… Büyüklerimiz diyor ki, eskiden çocukların bu kadar masrafı yoktu. Doğru mu?”
“Vallahi doğru söylemişler. Şimdi masraflar daha ağır…”
“Ben de bunu anlayınca çalışmak istedim…”
“Daha önce yufka işi mi yapıyordun?”
“Yok. Hayatımda ilk defa yufka imalathanesi gördüm. Ama biri bu işi yapıyorsa ben de yapabilirim dedim. Çok çalıştım. Çok gayret ettim. Burada çalışma arkadaşları da çok iyi. Allah hepsinden razı olsun. Hemen öğrendim...”
“…ÖMÜRLÜK DEĞİL GÜNLÜK YORULUYORUM”
“Yoruluyor olmalısın?”
“Evet yoruluyorum ama günlük yoruluyorum…”
“Günlük yorulma nasıl bir şey? Bir de haftalık yorulma mı var?”
“Eve yorgun olarak döndüğümde, eşime bir omuz vermenin rahatlığı yorgunluğumun yarısını alıyor; çocukların ihtiyacını karşılamış olmak ta diğer yarısını alıyor. Böylelikle yorgunluğum kalmıyor. Ben anneyim, bir çocuğun ihtiyacı karşısında yetersiz kalmaktan daha büyük bir yorgunluk yoktur… Baba için de böyledir. Bu yorgunluklar günlük değil, belki de bir ömürlük yorgunluklardır…”
“Çok güzel söylüyorsun. Peki, kadınların hak istemesine ne dersin?”
“Bir kadın hak istiyorsa evinin sorunlarına da çözüm getirmesi gerekir. Kendisi hiçbir şey yapmayıp, bütün yükü eşine verecek sonra da kalkıp haktan söz edecek. Ben bunları kabul etmiyorum.”
“KADINLAR KORKMAYIN!”
“Ayşe Hanım güzel söylüyorsun. Kadınlara diyeceğin bir şey var mı?”
“Çok şey diyeceğim var. Ama az konuşacağım. Korkmasınlar. Ben şunu yapamam, bunu edemem demesinler. Ne olursa olsun, kendilerinin yeteneğine ve emeğine ihtiyacı olan bir yerler vardır. Ne yapabiliyorlarsa, başlasınlar. Sonu hayırlı olacaktır…”
Ayşe Davarcı’nın kararlığına zaten tanık oluyordum. Şimdi de kendisinden dinlemiş oldum.
Güzel yurdumun güzel insanının yolu ve bahtı açık olsun…
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.