Gül’ün İstifası
Kağıt üzerinde ‘ Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ‘ denilen, ancak gerçekte Şark Despotluğu’ndan bir farkı olmayan içinde yaşadığımız düzende Bakan olmanın hiçbir alamet/i farikası zaten kalmamıştı. Bakanlar ne seçmen tarafından ne de parlamento tarafından seçiliyordu. Seçilmiş değil atanmış bir kişi olan Bakanın hiçbir siyasal ağırlığı yoktu. Erdoğan kabinesinin neredeyse tamamı teknisyenlerden oluşuyordu. Bu da yetmemiş olacaktı ki her bakanlığın işleri saraydaki politika kurulları tarafından denetleniyor, müdahale ediliyor ve değiştiriliyordu. Yani asıl karar merci başkanlıklar değil saraydaki kurullar olmuştu. Türkiye’de parlamentoculuğun 150 yıllık tarihinin yaratttığı kurumsal birikimede böylelikle çivi çakılmış oldu.
Saraydaki bir tek adama ve onun etrafında oluşturulmuş kurullara dayanan yeni düzende her bakan son tahlilde Erdoğan’ın bir memuruydu. Bunun istisnaları ya Erdoğan ile akraba olmak, ailenin içinden güç almakla yada iktidar blokunu oluşturan hiziplerden birinin doğrudan desteğini alarak onların temsilcisi ve sözcüsü olmaya soyunmakla mümkündü. Berat Albayrak’ın bakanlığı ilk şıkla Soylu’nun ki de ikinci şıkla açıklanabilir.
Akp’nin ise bir siyasal parti olarak bu sistemdeki ağırlığı yok düzeyindedir. İktidarın merkezileşmesi her siyasal parti gibi Akp’yi de doğrudan etkilemiştir. Asıl iktidar nasıl parlamento ve partiden saraydaki tek adama ve etrafındaki kurullara taşınmış ise diğer tüm partilerde de aynısı gerçekleşmiş ve iktidar genel başkanlar ile etraflarındaki birkaç kişiye kadar daralmıştır. Sistem açısından siyaset kanallarının bu kadar tıkandığı bir dönem yaşanmamış olup şimdi böyle bir eşikte bulunduğumuzu söyleyebiliriz.
Adalet Bakanlığı’ndan istifa eden veya istifası istenilen Gül işte bu anlattığımız düzenekte siyasi dinamiklerinde etkili olabildiği geçmişten bir parçayı taşıyordu. Milli görüş geleneğinde yetişmiş bir siyasetçi olarak Erdoğan ve Akp’nin geldiği son aşamada partinin ve geleneğin son temsilcisi gibi bakılıyordu ona. İstifasıyla beraber bütün bu bağlarında artık bir daha birleşmemek üzere koptuğunu söyleyebiliriz. Sistem artık nihai mantığına ulaşmış ve sadece köksüzlüğü aşikar kapıkulları ile idare edilecek noktaya gelmiştir. Bozdağ’ın eski bir siyasetçi olması şu söylediklerimizde en küçük bir değişiklik yapmayı gerektirmeyecek kadar önemsizdir.
Gül Erdoğan’ın heyeti içinde az da olsa makul olanı temsil ediyordu. Bu özgünlüğünü de geleneğe olan mensubiyetinden alıyordu. Ama Erdoğan her defasında ona değil türedilere koltuk çıktı. Reform işini Gül’e havale etmişti, ama dağ fare doğurmuş, Erdoğan’ın reform kapasitesinin kalmadığı yazılan belgelerin mürekkebi kurumadan anlaşılmıştı. Beka söyleminin bu kadar istismar edildiği, güvenlikçi politikalara alabildiğine hız verildiği bir vasatta ismi adalet olan bir bakanlığın başında bulunmak sahiden de zor işti. Gül’de eğer içinde adalet kırıntıları kalmışsa bu sıkıntıları fazlasıyla yaşadı. Demirtaş’ın, Kavala’nın ve pek çok haksız tutuklamanın eziyete dönüştüğü bir ortamda bakanlığın başında kalabilmek merhamet duygusunu yitirmeyenler için zor işti.
Gül ve çevresi Akp’nin kendi dışında siyasal bir oluşuma izin vermediği, kopuşların nihai sonuçlarına henüz ulaşmadığı bir vasatta Has partiyi kurmuşlar ve halkın sesi olma sözünü vermişlerdi. Bu sese herkesin kulak vermeye başladığı bir dönemde de partiden ayrılarak yeniden Erdoğan’ın yanına dönmeyi tercih etmişlerdi. Bu girişim belki de Türk İslamcılığının sahih olarak nitelendirebileceğimiz son çırpınışıydı. İslami değerlerin ufkunu genişletiyor kendini mevcut kabullerle sınırlamıyordu. Daha işin başında Akp’yi sorguya çektiği için de sonradan ayrılanlar kadar günaha batmamıştı. Bu geri dönüş, çark ediş, iktidar tamahkarlığı İslamcılığın hak, vicdan, adalet seslenişlerinin nasıl içi boş bir slogana dönüştüğünün de işareti oldu. İstifasından sonra artık yeni düzenin seromonisine dönüşür tarzda Erdoğan’a şükranlarını sunmayı ihmal etmese de, yaşadıklarından pişmanlığın izleri vicdanın en mahrem yerinde kırıntı olarak dahi kalmış mıdır diye biz yine de soralım onun adına.
Erdoğan için Akp çoktandır siyasal partiden çok bir propaganda aygıtına indirgenmiştir. Bu aygıt geçmişiyle bağlarını kopartalı çok oldu. 20 yaşındaki bir parti için ne hazin bir manzara! Daha gençlik çağınızda geçmişinizle olan son bağları da silmişsiniz. Bu durum partileşememenin, gelenekler, teamüller, ilkeler oluşturamamanın da göstergesidir. Akit gazetesi ve Tv’si ile partiden beklenilenler aynı düzeye çekilmiştir. Ancak kapıkullarının, partiye sonradan gelen Soylu gibilerin el üstünde tutulduğu bir parti organizması geldiği aşamada Gül’e bile tahammül edemez noktaya gelmişse bütün hayat belirtilerini de zaten kaybetmiştir. ‘ Toplumun, çevrenin sözcülüğünden ‘ devlet olmaya ve ayartılmaya giden yol sahiden de çok kısaymış.