Güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisi (2)
İlk yazımızda altı partinin üzerinde uzlaştığı metnin bir anayasa teklifi değil bir yönetim modeli önerisi olduğunu söylemiştik. Altı parti Türkiye toplumuna somut bir gelecek vaadi sunmaktansa o vaadin ne olacağı üzerine herkesin kendi zaviyesinden rahatlıkla konuşulabileceği bir geçiş dönemi teklifinde bulunuyor. Farklı geleneklerden gelen altı partiyi ortak bir metinde buluşturmanın güçlüklerinden geçen yazımızda bahsetmiştik. Herkesi kapsayan bir dil, üslup, yöntem bulabilmenin güçlüklerini biliyoruz. Metnin kendisinde yeni bir şeyler olmadığının da farkındayız. Sunulan teklif ve öneriler Türkiye'nin modern bir hukuk devletine dönüşmesini, çağdaş bir demokrasiye ulaşmasını arzulayanların yıllara yayılmış özlemlerini ifade ediyor. Bu anlamda güneşin altında yeni bir şeyin olduğu yok. Yeni olan her biri ayrı siyasi gelenek ve kültürden gelmiş siyasi partilerin böylesi bir metinde uzlaşmış ve topluma bunu vaat ederek taahhüt altına girmiş olması.
Kuşkusuz altı siyasal partinin her biri kendi özgün önerisi ile ortaya çıkmış olsaydı şimdikinden çok farklı bir metinle karşılaşmış olacaktık. Ama sunulan metin altı partinin üzerinde uzlaştığı asgari başlıkları kapsıyor. Metne liberal bir anlayışın damga vurduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Sistem önerilerinin esbabı mucibesi sayacağımız başlangıç kısmına liberal bir ruh hali egemen olmuş. Türkiye'nin kamil bir demokrasiye ulaşamamasının en önemli gerekçesi olarak vesayetçilik gösterilmiş. 1924 Anayasası atlanılarak tüm anayasaların vesayetçiliğin derin izlerini yansıttığı belirtilmiş. Klasik parlamenter sistemin bütün unsurlarına kusursuz biçimde yer vermiş olan 1961 Anayasasının en büyük zaafının vesayetçi güçler tarafından hazırlanmış olmasının altı özellikle çizilmiş. Metne vesayetçi güçlerle araya mesafe koyma, bundan özellikle kaçınma havası hakim olmuş. Demek ki altı parti açısından asgari düzeyde üzerinde uzlaşılan perspektifi vesayetçilik eleştirisi oluşturuyor.
Bu anlayışın Türkiye'nin modern tarihinin çarpık bir okumasına dayandığını belirtelim. Kamil bir demokrasiden yoksunluğumuzun tek sebebi vesayetçi güçler olarak kodlanan çevrelerin keyfi biçimde parlamenter sisteme yapmış oldukları müdahaleler değildir. Bu güçler parlamenter zemindeki pek çok aktörün teşviki, desteği, kışkırtması ve yardımı ile demokrasiyi askıya aldılar. Bu konuda kimsenin sicilinin pak olmadığı da aşikar. Demokrasimizin kalitesizliğinin asıl nedeni periferik bir kapitalist ülke olarak Türkiye'nin demokrasinin asıl taşıyıcısı olan yaygın bir orta sınıftan mahrum bulunması yatmaktadır. Türkiye kaynaklarını, toplumsal zenginliğini eşit ve adil paylaşmadığı için kronik demokrasi sorunları yaşamaktadır. Demokrasi sadece seçim prosedürüne indirgenemez. Seçimlerin düzenli, rutin yapılmış olması bir ülkenin demokratik olabilmesi için şarttır, ama tek başına da yeterli değildir. Demokrasi asıl olarak toplumun güçsüzleşmiş kesimlerinin örgütlenme kapasitesini çoğalttığı, siyasal yaşama katılımlarını arttırdığı takdirde bir yaşam tarzı haline gelmiş olur.
Metin kendini liberal bir ufkun içine yerleştirdiği için şu yukarıda anlatmaya çalıştığımız meseleleri görmezden geliyor. Ama Türkiye'de yaşanılmış parlamenter deneyime oldukça sorgulayıcı bakıldığı ortada. Yaşanılan sorunların bir daha yaşanılmaması için metin ince eleyip sıkı dokuyor. Ayrıntısına girmemekle beraber Meclisi etkin ve faal kılabilmek için sayısız öneride bulunuluyor. Yeni bir iç tüzük, komisyon çalışmalarına sivil toplum kurumları ve uzmanların daveti, kesin hesap komisyonu, Sayıştay'ın güçlendirilmesi, komisyonlara karşı gizlilik kararının ileri sürülememesi, Anayasa Mahkemesine başvurunun daha da kolaylaştırılması gibi sayısız öneri ile Meclisin güç ve etkinliğinin arttırılmasına çalışılmış. Keza yürütme ve yargı ile ilgili olarak da erkler ayrımını güçlendirici bir sistem vaat ediliyor. Cumhurbaşkanı'nın seçim yöntemi konusunda metin herhangi bir şey söylemekten imtina etmiş. Anlaşılan o ki altı siyasal parti bu konuda bir uzlaşmaya varamamış. Parlamenter sisteme hem de güçlendirilmiş haliyle yeniden dönüşün vaat edildiği bir metinde Cumhurbaşkanı'nın seçimi konusunda uzlaşmaya varılamamış olması ciddi bir eksikliktir. Çünkü metin Cumhurbaşkanı'nı sembolik yetkilerle kuşatıp rejim içindeki etkinliğini azaltıyor. Böylesi sınırlı yetkilerle kuşanmış bir Cumhurbaşkanını Meclise değil şimdi olduğu gibi halka seçtirmeye devam etmek siyasi krizleri tetikleyecektir. Üzerinde uzlaşılamayan bu konunun atide daha rahatlıkla konuşulacağı düşünülerek sessiz kalınılmış.
Bir Anayasa'nın içinde taşıdığı ruhu siyasal ve toplumsal yaşama o ülkenin yurttaşları taşır. Dolayısıyla en mükemmel metinleri dahi kaleme almış olsanız o Anayasa'nın arkasında güçlü bir halk iradesi olmadığı taktirde yazılanlar buz üzerine yazılmış olarak kalır. Tarık Zafer Tunaya hocanın bir kitabına da ismini verdiği gibi bir Anayasa ancak ' insan derisiyle kaplı ' ise yurttaşlar tarafından üzerinde titizlenilir ve uğruna mücadele edilir. Fransızlar anayasalarının uğruna mücadele vermiş yurttaşların derileriyle kaplı olduğuna inandıkları için sayısız devrime ve restorasyona yani karşı devrime rağmen özgürlüklerinden geri adım atmamışlardır. Çünkü Anayasa yazımının gerisinde yoğun sınıf mücadeleleri deneyimi vardır. Türkiye'nin anayasacılık tarihi maalesef bu gelenekten uzaktır. Anayasalar yazıcıları tarafından bir kutsallık halesiyle örtülmüştür. Her soruna çözüm olacağı yanılsamasına kapılınılmıştır. İyi bir Anayasamız olduğu takdirde çok köklü sorunlarımızın dahi kolayca çözülebileceği zannedilmiştir. Bütün bu düşünce kaymasının gerisinde çarpık, eksik bir hukuk nosyonu bulunmaktadır. Bu çarpıklık hala aşılabilmiş değildir.
Kısaca altı partinin önerisi Türkiye'nin birikmiş tüm sorunlarını çözebilecek bir maymuncuğu elimize vermiyor. Bunu vermediği için burun kıvırmak metne ve arkasındaki emeğe haksızlık olacaktır. Yurttaşların gayreti, emeği, mücadelesi, vaatlerin takipçisi olmalarının kendisi bize maymuncuğu verecek. Yoksa Türkiye'nin tarihi yaşanılmış hayal kırıklarıyla dolu.
Devam edeceğiz.