Genetiğimiz Değişti (2)
Birinci bölümden devam ediyorum.
(...) Çünkü dünyanın bu hale gelişinin bu dengeyi kuruşunun kaç yılda hangi aşamalar geçirdikten sonra ve ne amaçla oluştuğunu ya unuttuk ya bilmiyoruz. Onun dayanma gücünün fazla olduğunu, ama dayanabileceği sınıra geldiğinde bizim doğal olaylar dediğimiz (sel, fırtına, heyelan, vb.) biçiminde karşımıza çıktığını artık kayıtsız şartsız kabul etmemiz gerek. Eğer gereği gibi yaşamak ve yaşatmak istiyorsak, doğanın bu gerçeklerini unuttuysak hatırlamamız, bilmiyorsak acil olarak öğrenmemiz gerekiyor. Aksi takdirde dünya bizim için yaşanmaz hale gelecek. Zaten böyle giderse o bizi suyunda havasında topraklarında yaşatmayacak.
DOĞAYI ANLAYAMADIK
Bizler onunla ilişkilerimizi iyi kuramadık, onu tanıyamadık. Onun bize sağladıklarını anlayamadık. Doğadaki her canlı ve cansızın tüm canlılara yaşam ortamı sunmak için bir görevi bulunduğunu bilemedik. Şimdi o, kendisini hiçe sayan, hoyratça değerlendirenlere karşı yine kendini korumak, kendine çeki düzen vermek için bu olayları oluşturmak zorunda. Onun insanoğluna ihtiyacı yok. Tersine, yaşamak, neslini sürdürmek isteyen insanoğlunun ona ihtiyacı var.
DOĞALLIK ZENGİNLİK, YAPAYLIK FAKİRLİKTİR...
Kendisini korumak için tüm bu doğal olayları oluştururken, insanoğlunu hesaba katmadığı da açıkça ortada. Onun bize ihtiyacının olmadığını, ama bizim onsuz yaşayamayacağız gerçeği yavaş yavaş su üstüne çıkmaya başlamıştır. Önce kırsaldan kente, doğallıktan yapaylığa şimdi de kentten kırsallığa, yapaydan doğallığa doğru yaşam akışımız gerçekleşmektedir. Bakın insanlar, artık köy yumurtası ve tavuğunu arıyorlar. Yayla ürünlerini tercih ediyorlar. Yaşamlarının en az bir kısmını köyde geçirmek ve kendi doğal ürünlerini üretmek istiyorlar. Kaybettiğimiz akarsuların yerine yaptıkları havuzların, yitirdiğimiz çayırlıkların yerine dokudukları halıların zenginlik değil fakirlik olduğu anlaşıldı. Kısacası yaşamlarını doğadan örneklemeye çalışıyorlar. Çünkü doğal olmayan veya doğallığı bozulan her şeyin kendilerine fayda yerine zarar getirdiğini görmeye ve anlamaya başladılar. Hani derler ya zararın neresinden dönülürse dönülsün kar kardır…
HAVASINI SOLUMADIĞIMIZ KÖYLER
Bu gerçek yapılaşmaya rağmen, yine de insanoğluna gerçeklerden uzak, bilgisayar ortamında, yani sanal (hayali) âlemde, köy, toprak, bağ, bahçe sunuyorlar. İnsanlar da çoğu kez bu teknolojik yaşam koşullarının etkisiyle sanal âlemde toprak belliyor, fide, fidan ekip dikiyor; yumurta topluyor, süt sağıyor.
Gerçek yaşam bu mu?
Bu yaşam insanoğlunu nereye götürür? Topaç çevirmezsem, kelle ceviz yapmak için içini boşalttıktan sonra içini doldurmaya zift bulamasam ve de bunları yaparken hissettiklerimi ve duygularımı yaşayamasam neler kaybedip kazanacağımı kim anlayacak?
Kokusunu almadığım, suyunu içmediğim köyümden ne hayır gelecek! Her şey ortada! Eşeklerin saman yiyerek beslendiğini bilen bilir. Bu beslenme şekliyle de eşeğin gücü kuvveti ve güzelliği de malumdur. Şimdi insanlar rejim yapmak için kepek ekmek yiyor. Dünü kullanarak bu günün teknolojisiyle kontrol edilemeyen domuz gribini aşmaya çalışıyor. Bunu da büyüklerimizin yaptığı adaçayı ve karanfil karışımı veya ekinezyalı çaylar ile sağlıyor. Tabi ki GDO suz Adaçayı olmak şartıyla…
Eskiden “Neden ziyarete gelen her misafire kolonya ikram edilirdi?” Şimdi o kolonya, gripten korunmak için temizleyici ve arındırıcı olarak kullanılıyor. Eskiden grip mi vardı yoksa temizlik ve korunma kültürümüzün bir boyutu bu muydu? İnsanlar, yiyip yiyip yürüyüşe mi çıkardı? Zaten pek çok yere yaya gidiliyordu. Hamamlarımız ve oradaki Hacışakir sabunu ile keselenmenin, masaj yaptırmanın zararı neydi ki bizi oradan alıp saunalara ve jakuziler e soktular?
Ama artık hangisinin doğal ve faydalı olduğu fark edilmeye başlandı.
DOĞAYA DÖNMELİYİZ...
Geç demeden bu örnekleri çoğaltmamız ve yaşamımıza katmamız gerekiyor. Bunun için de doğayı, onun canlı ve cansızlarını araştırıp bulguları yaşamımıza aktarmalıyız.
Eski gelenek ve göreneklerimizi öğrenmeliyiz. Bunların yaşamımıza getirdiklerini iyi görmemiz ve anlamamız gerekiyor. Kendimizi ve diğer insanları sevip saymamız için önce doğayı, orada yaşayan bitkileri ve hayvanları sevmemiz gerektiğini tartışmasız kabul etmemiz lazım.
Canlıları ve cansızları, yerlerinde kendi halleriyle olduğu gibi tutabilmek, bu dünyada kalabilmenin, yaşayabilmenin bir gerçeğidir; diğer bir gerçek de lüksü, israfı, aşırı zevk ve keyfi bir yana bırakıp doğada yaşayan canlıları örnek alarak doğal bir biçimde yaşamaktır. “Bu şekilde yaşayanlara bir bakın! Her halleriyle ne kadar içten, ne kadar paylaşıcı ve doğallar.” Sağlıklı ve uzun ömürlü olmaları da çabası.
BÜYÜKLERİN BORCU...
Burada büyüklerin küçüklere borcu söz konusudur. Büyükler, önderlik edip gençlere olanaklarımızla, kültürümüzle, sanatımızla, gelenek ve göreneklerimizle nasıl yaşamamız gerektiğini öğretmeli. Onların yaşam ile bağlantılarını anlatmalı. Unutmayalım ki dünyada canlıların yaşaması için enerjiye ihtiyacı var. İnsanoğlu için bu enerji hayvansal ve bitkisel kaynaklıdır. Bu kaynaklar ne kadar doğal olursa işe yararlığı da o kadar artmaktadır. O halde yavrularımıza hayatı öğrettiğimiz kadar hani kapılarımızın üstünde şeklen bir anahtar bulunsa bile hiç kilitlenmemesi gibi âlemin raflardaki ve tezgâhlardaki ne olduğu belirsiz ürünlerini, içindeki canlılara zararlı kimyasalları tanıtıp, bir tarhananın, bir reçelin, bir salçanın, bir turşunun nasıl yapıldığını, biber ve patlıcanın nasıl kurutulduğunu, börek yapmak için yufkanın nasıl açıldığını öğretmeliyiz.
KARAR ZAMANI
Ayrıca bu ürünleri hazırlamak, komşularıyla paylaşmak bir mutluluk kaynağıdır. Çünkü ninemiz, anamız, evde mutfakta pişeni komşularına bunun için dağıtırdı. Komşu teyze de bize bunun için bir avuç ceviz, fındık, fıstık verirdi. Köyden, mahalleden, okula gidenin cebine harçlık çaktırmadan bunun için konurdu. Bunun için bayramlar dört gözle beklenirdi. El öpelim şeker alalım ve barıştırılalım diye.Varsın çorabımız yamalı veya dikişli, gömleğimizin yaka ve kolları değişmiş ve ceketimiz ters yüz edilmiş olsun. Yeter ki sağlığımıza yararlı olsun ve mutlu olalım. Hani böyle yaşayana ‘’ESKİ TOPRAK’’ diye, boşuna dememişler.Tabii Dünya dönmeye devam ediyor.Doğal olarak ta bazı şeyler değişecek ve bu değişime ayak uydurulacak.Söz konusu bu değil.?Bence bu durumuzu, tamamen insan kaynaklı olan ve insanoğluna dayalı olarak normal değiştirmediği sosyal yapımıza, ekonomimize, dış, iç siyasetimize, yediklerimize, içtiklerimize,yaşam tarzımıza,toprağımıza,suyumuza,havamıza,yiyecek,içeceklerimize ve giyeceklerimize borçluyuz.Sizde bu görüşe katılır mısınız? KARAR SİZİN ..........
Prof. Dr. Atabay Düzenli
Doğa ve Yaşam Bilimci
atabayduzenli@gmail.com