1. YAZARLAR

  2. Ahmet Erol

  3. Geçmişten Günümüze Türklerde Bilim Sevgisi, Eğitime ve Bilim Adamlarına Saygı
Ahmet Erol

Ahmet Erol

Geçmişten Günümüze Türklerde Bilim Sevgisi, Eğitime ve Bilim Adamlarına Saygı

A+A-

Eğitim ve öğretimdeki gelişme düzeyi bir toplumun kalkınmışlığının aynasıdır. Dünyamız bugün “bilgi çağı ve bilgi toplumu” dönemini yaşamaktadır. Bilgi bolluğu ve hızlı iletişimle küçülen günümüz dünyasında bu baş döndürücü hıza yetişebilmek, ülke ve birey olarak bu hızlı değişim sürecindeki yerimizi almak, toplumsal ihtiyaçları karşılamak ancak eğitime verilen önemle mümkündür. Eğitim geleceği düşünmektir. Toplumların geleceği de her şeyden daha çok eğitime verdiği öneme bağlıdır.

Tarihimiz incelendiğinde milletimizin başarıları ve yok oluşu da “bilgi” gerçeğine bağlanmıştır. Türk yazıtlarında “Bilgi bilmez kişiler, bilmedikleri için daima felaket ve yenilgilere sebep olmuşlardır.” Şeklinde ifadeler yer almıştır. Türklerde köklü bilim sevgisi vardı. Alp insan tipinin temel özelliklerinden biri de onun bilge kişiliği idi.

Uygurlar döneminde bilginin değeri şöyle anlatılıyordu Bilgi bilin ey beyim,

Bilgi sana eş olur, Bilgi bilen insana,

Bir gün devlet yar olur. Bilgili insan beline,

Taş kuşansa kaş olur, Bilgisizin yanına,

Altın konsa taş olur.(1)

Edip Ahmet’inAtabet’ül Hakayık” (Gerçeklerin Eşiği) adlı eserinde de bilgi ile ilgili örnekler yer almıştır:

Mutluluk yolu bilgi ile bulunur.

Her işte bilgisizin nasibi pişmanlıktır. Nice kirli şeyler yıkanmakla temizlenir.

Cahil, yıkanmakla temizlenmeyen bir kirdir.

Yunus Emre’ye göre, öğrenim görmekten amaç, insanın kendi kendini tanıması, olgun bir insan haline gelmesidir. Okuyup da bu amaca ulaşamayanlar “kuru bir emek” harcamakla kalmışlardır:

İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsen Bu nice okumaktır.2

İslam dünyasında en yüksek ilim müessesesi olarak ilk medrese Sultan Alp Arslan tarafından Bağdat’ta kurulan (1066) Nizamiye Medresesi olmuştur. Avrupa’da bu çapta eğitim kurumları daha sonraki tarihlerde açıldığından Nizamiye Medresesi dünyanın ilk üniversitesi sayılmaktadır.3

Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah ile ünlü bilgin Cüveyni arasında geçen bir olay bilimsel otoritenin politik iktidarın dâhi üstünde olduğunu göstermesi bakımından önemlidir: Bir yıl Melikşah hilalin gözükmesi üzerine bayram gününü ilan etti. Fakat Cüveyni aksine ertesi günün ramazan olduğuna ve oruç tutulması gerektiğine dair bir fetva verdi. Sultan bu durum karşısında Cüveyni’yi nezaketle saraya çağırdı. Görüşme sırasında bilgin: “Saltanata ait konularda fermana itaat görevimizdir ancak fetvaya ilişkin konularda sultanın bize sorması gerekir.”4 dedi. Bu cevabı haklı gören Melikşah fetvaya uydu ve bilgini saygı ile uğurladı.

‘Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum’

Hz. Ali’nin bu kısa sözünde çok büyük manalar yüklüdür. Her şeyden önce okumanın, ilim öğrenmenin, eğitimin önemi vurgulanmaktadır.

Bu sözde, insanlığın kurtuluş reçetesi İslam gelmeden önce köleliğin, beşeriyetin yaşadığı yüz karası bir dönem olduğu, kaldırılmasının da zor olduğu, kaldırılmasının ilimle, okumakla, eğitimle olacağı mesajı verilmektedir. Devletin başkanı, Halife Hz. Ali insanın hakiki insan olmasının okumakla, öğrenmekle, ilime ve bilime saygıyla öğrenmeyle  olacağını, insanın ancak doğruyu, yanlışı, güzeli, çirkini, haklıyı, haksızı, cehaleti, bilgili olmayı, adaletle hükmetmeyi bu şekilde başarabileceğini ifade etmektedir.

 Kur’an-ı Kerimde  "De ki: Hiç Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak aklıselim sahipleri öğüt alır." (Zümer, 39/9) buyururken, Hz. Ali (r.a) yukarıdaki özlü sözüyle, Dinini anlama ve anlatma adına, ilk emir olan oku emriyle insanlığın çiçeği ,böceği, doğayı, havayı, ormanı, insanı  kısacası her şeyi okuması ve anlaması gerektiği konusunda hareket ettiğini göstermiştir.

Bilmek öğrenmekle olur. Öğrenme ve öğretmede, medeniyetlerin ilerlemesi ve yükselmesinin en önemli aktörleri hep öğretmenler olmuştur. Öğretmen, insan yetiştiren bir sanatkardır. Bu sanatın adı, eğitim, davranışları değiştirme sanatı. Kişide olumlu, faydalı davranışların yerleşmesi, olumsuz davranışların sonlandırılması amacıyla sürdürülen sistematik bir program, insanı insan yapan bir süreçtir. İnsanın insan yapaqn olgu , onun beşikten mezara kadar bir eğitim sürecinden geçmesinde saklıdır. Bu sürecin en önemli öğesi öğretmendir. Öğretmen, kendisine emanet edilen çocukların “insan” olarak yetişebilmeleri için, onları maddi ve manevi açıdan sevgiyle şekillendirir. Bu, öğretmenlerin, birer sanatkâr olduklarının bir göstergesidir. Öğretmen, yaratılanların en şereflisi olan insanı yetiştiren, gelişimine katkı sağlayan ve terbiye eden sanatkardır.

Hayatımızın her alanında bizlere, insanlığa örnek olan Sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed (S.A.V), aynı zamanda beşeriyetin öğretmenidir. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle beyan edilir: “Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim edip size bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.”(Bakara-151)

Öğretmenlerimizin önlerinde çok muazzam bir modeller vardır. Bunlardan en özeli En güzeli en mükemmel öğretmen Hz. Muhammed Mustafa (sav)’dır. Kendisinin bir muallim olduğunu Sevgili Peygamberimiz (sav) şu sözü ile ifade eder: “Ben ancak öğretici olarak gönderildim.” 

Bugüne kadar büyüklerimiz, yol göstericilerimiz, ecdadımız , atalarımız’ da hep ilime ve bilime saygı duyulması gerektiğini, beşikten mezara kadar ilim öğrenilmesi konusunda, insanı insan yapan unsurların ancak ve ancak bu gayede saklı olduğunu bildirmişlerdir.

Konumumuz ne olursa olsun hepimiz birer eğitimciyiz, öğretmeniz aslında. Hepimiz ya öğretici ya da öğrenci konumundayız. Bizleri bu anlamda daima dinamik tutan “Yaradan Rabbinin adıyla oku” ve “Sakın cahillerden olma” gibi ayeti kerimeler ile, en güzel öğretmen, Peygamberimizin (sav)“İlim öğrenmek, kadın-erkek her Müslüman’a  farzdır” ve “Ya öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen ya da bunları seven ol. Beşincisi olan cahillerden olma, helak olursun” gibi hadisler de  vardır.

Osmanlı Devleti de bilime ve bilim adamlarına gereken saygıyı göstermiştir: Devrin bilgesi Şeyh Edebali, Osman Gazi’ye verdiği öğütte: “Ey Osmancık, kişinin gücü bir gün tükenir ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur.”5 diyerek bilginin ölmezliğini dile getirmiştir. 

Osmanlı ordusu, Mısır’ın fethini tamamlamış, Kahire’den Şam’a dönüyordu. Padişahın yanında, ünlü bilgin Kemal Paşazade bulunuyordu. İkisi at üzerinde ilerlerken Kemal Paşazade’nin atının ayağı su dolu bir çukura girdi. Su birikintisinden sıçrayan çamurlar, Yavuz’un kaftanına yapıştı. Kemal Paşazade sapsarı

kesilmiş ne diyeceğini bilemiyordu. İstemeyerek sebep olduğu bu davranışın sonuçları Kemal Paşazade’yi ürkütmüştü.

 

Fakat Yavuz, Osmanlı padişahlarının ilim ve sanat adamlarına gösterdiği saygının unutulmaz örneklerinden biri olan şu sözlerle onu teselli etti: “Bir bilginin atının ayağından sıçrayan çamur, benim için şereftir. Öldüğüm zaman, bu kaftanı böylece sandukamın üzerine koysunlar.”6 Çamurlu kaftan padişahın sırtından çıkarıldı ve saklandı. Öldüğü zamanda vasiyeti gereği, üstüne örtüldü.

 

Osmanlı Devleti’nde kanunların ve devlet işlerinin İslam dinine uygunluğunu denetleyen kişi şeyhülislamdı. Kanun yapmak, sefere çıkmak gibi önemli işler için de kendisinden fetva alınırdı. XV. yylın sonları ile XVI. yy da yaşamış ünlü bir bilgin ve Şeyhülislam da Zenbilli Ali Efendi’dir. Bu zata zenbilli denilmesinin sebebi, fetva isteyenlere kolaylık olsun diye evinin penceresinde daima zenbil bulundurmasıdır. Müracaat sahibi kâğıdını bu zenbile koyup ipi sallar, Ali Efendi de yukarı çekip fetvasını yazdıktan sonra zenbili aşağıya uzatarak iade ederdi. Bundan dolayı İstanbul halkı tarafından Zenbilli Ali diye tanınmıştır. Zenbilli Ali Efendi çağdaşı olduğu üç padişah- II. Bayezid, Yavuz ve Kanuni- üzerinde bilimsel ve erdemli kişiliğinden ötürü büyük bir nüfuza sahipti.7 Sultanlar karşısında asla eğilmemiş ve bilimsel kişiliğini korumuştur.

Askerî alanda kazanılacak zafer, millî kurtuluşun ilk şartı olmakla birlikte zaferden sonra yapılacak işler, bağımsızlık savaşı kadar önemliydi. Kurtuluştan sonraki mücadelenin daha çetin olacağını düşünen Mustafa Kemal, bir yandan düşman orduları ile savaşırken diğer yandan da sosyal ve kültürel kalkınmanın hazırlıklarını yapıyordu. Bağımsızlık savaşının en bunalımlı günlerinde, ordumuzun Sakarya’ya kadar çekilmesine yol açan Kütahya-Eskişehir Savaşları’nın tehlikeli şekilde geliştiği günlerde, 15 Temmuz 1921’49de, Ankara’da “Maarif Kongresi” (Millî Eğitim Kongresi) toplanmıştır. Bu kongreye ülkenin her tarafından gelen 250’den fazla erkek ve kadın öğretmen bir araya gelmiştir. Atatürk cephedeki şartların ağırlığına rağmen, bu kongrenin ertelenmesine razı olmamış, cepheden gelerek açılış konuşmasını da kendisi yapmıştır.

Atatürk’e göre, en önemli, en esaslı nokta eğitim meselesidir. Çünkü “Eğitim bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüce bir toplum halinde yaşatır, ya da bir milleti esarete ve sefalete terk eder”. Kurulan genç Cumhuriyet ve bu Cumhuriyetin dayandığı temel ilkeler ancak yetişecek güçlü; aydınlık kafalı, sağlam karakterli yeni kuşaklarla ayakta durabilirdi. Türk inkılâbını ve cumhuriyeti koruyacak kuşakları yetiştirmenin yolu da eğitimdi.

Atatürk, eğitime, bilime, kültüre bağımsızlığa,ufka,özgürlüğe,istikbal’e de o kadar çok önem vermiştir ki, bilim adamlarına ve bilime ,ilime olan bağlılığını ve ileri görüşlülüğünü Kendisi de Baş Öğretmen ünvanıyla asker ,paşa,komutan,Cumhurbaşkanı hiçbir statü ve makam farketmeden herkesin birer aslında öğretmen olduğunu eğitici olabileceğinin göstergesi olarak daima “İstikbal  Göklerdedir.” diyerek  her alanda kalkınmanın ve ileriye yönelik bilimsel çalışmalar yapmanın gerekliliğini hissettirmiştir. 

Eğitim, sosyal ve kültürel kalkınmanın en etkili araçlardan biri olarak görmüştür. Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra yeni devletin varlığını sürdürebilmesi için çağdaş eğitim metotlarıyla yetiştirilecek bir nesle ihtiyaç vardı. Bu sebeple eğitim konusuna büyük önem verdi. Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlandıktan sonra, kendisine “İşte memleketi kurtardınız, şimdi ne yapmak istersiniz?” diye bir soru yöneltilince:“Milli Eğitim Bakanı olarak milli kültürü yükseltmeye çalışmak, en büyük emelimdir.”8 diyerek cevap vermiştir.

Türk milletinin aydınlık yarınları için elinde tebeşir, kara tahta başına geçerek milletine okuma yazma öğreten Atatürk, milleti tarafından başöğretmenliğe lâyık görüldü. Sarayburnu’nda yaptığı konuşmada: “Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Her vatandaşa, kadına erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik vazifesi biliniz” dedi.9

Modern teknolojilerin eğitim ortamına aktarıldığı günümüzde dahi eğitimin, öğretmenin coşkusu kadar hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Çünkü o coşku eğitimin kalbidir.

Enderun Mekteplerinde de, Üstün Zekalı insanların ,öğrencilerin olduğu bir dönemde, elimizde olan kaynakların hepsi keşke korunabilseydi. Eğer korunabilseydi şimdi belki de gezegenler arası yolculuk yapıyor olacaktı insanoğlu. İnsanların kendi istek ve emelleri doğrultusunda hep bilgiler saklanmış insanlığın faydasına olan bilgiler ,belgeler kaçırılmış çok azı Endülüs ten günümüze kadar korunabilmiştir.

Bu vesileyledir ki, bizlerin ve yarınlarımızın daha huzurlu ,mutlu ,sağlıklı, ferahlık içinde yaşaması için canlarını siper eden kahraman ecdadımızı ,şehitlerimizi,bilim adamlarımızı, rahmetle anıyor saygı ve selamlarımı sunuyorum….

                                                                                                                            Ahmet EROL 

                                                                                                                         (Eğitimci –Yazar)

                                                                                                   Salbaş Şehit Zeki Kütük Ortaokulu Müdürü

 

KAYNAKÇA

1-Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul 2001. 2-Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, Ankara 1988.

3 İbrahim Kafesoğlu. Selçuklu Tarihi. İstanbul 1992.

  • Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, İstanbul 2003.
  • Osman Nuri Topbaş, Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleri ile Osmanlı, İstanbul 1999.
  • Aydın Taneri, Türk Devlet Geleneği, MEB Yayınevi, İstanbul 1993.
  • İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinde İlmiye Teşkilatı, Ankara 1988.
  • Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara 2007.
  • Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara 1991.

Ahmet EROL (Eğitimci –Yazar)

Salbaş Şehit Zeki Kütük Ortaokulu Müdürü

Önceki ve Sonraki Yazılar