Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Freud'un Musa'sı

A+A-

Freud ‘Musa ve Tektanrıcılık’ çalışmasını kök saldığını düşündüğü Viyana’dan ayrılıp İngiltere’ye Londra’ya gittiğinde yayınladı. Kitabı İngilizceye Freud’un psikanaliz hareketini gözü açık teslim ettiği Ernest Jones’un eşi çevirmişti. Musa, Freud’un yayınlanan son kitabıydı ve bunun yakın çevresine hayata iyi bir veda olduğunu söylüyordu. Psikanalizin kurucusu tarihe, mitlere ve dinlerin kökenlerine meraklı birisiydi. En büyük hobilerinden biri eski Mısır üzerine olan koleksiyonunu zenginleştirmekti. Yıllar içinde bir müzeyi doldurabilecek kadar nesne biriktirmişti.

Freud Musa üzerine çalışmaya Naziler iktidara geldikten sonra başlamıştı. Freud daha dünyaya gözlerini kapatmadan kurucusu olduğu psikanalizin Japonya’dan Brezilya’ya kadar yayıldığını görmüştü. Fakat Nazilerin Almanya’da iktidara gelmiş olması Freud’u tedirgin ediyordu. Psikanaliz ilk önce kurucusunun da bütün bir ömrünü geçirdiği Viyana’da tutunmuş ve özellikle Almanca konuşulan yerlerde sağlam bir yer tutmuştu. Freud’un ilk şakirtleri arasında Orta Avrupalılar ekseriyeti oluşturuyordu. Nazilerin iktidarı demek psikanalitik düşüncenin doğduğu ve ilk yayıldığı yerlerde tehdit altına girmesi demekti. Nazilerin iktidara gelmesinden sonra yaptıkları ilk işlerden biri Almancada yazan Yahudi yazarların kitaplarını yakmak olmuştu. Yahudi yazarların Germen ırkına mahsus bu dili kirlettiklerine inanıyorlardı. Yakılan kitapların arasında Freud’un kitapları da vardı.

Naziler tıpkı nüfusu arileştirmek istedikleri gibi bilimi de millileştirmek istiyorlardı. Psikanaliz kurucusunun da etkisiyle bir Yahudi işi kabul ediliyordu. Bugün de böyle düşünenlerin sayısı azımsanamayacak düzeydedir. Psikanaliz temel savlarını Orta Avrupa Yahudiliği’nin kültüründen, tarihinden çıkarmıştı. Hayatını büyük bir disiplin içerisinde sürdüren Freud’un tek gayesi temellerini sağlam biçimde attığına inandığı düşüncelerinin ayakta kalmasıydı. Bunun için bazı ödünler vermeye hazırlıklıydı. Naziler tüm bilimsel kurum ve kurullardaki Yahudilerin görevlerinden el çektirilmesine ilişkin bir genelge yayınlamışlardı. Freud hareketin Almanya’daki en önemli ismi Eitingon’un Alman Psikoterapi Derneği’ndeki görevinden bu şartlarda ayrılmasının uygun olacağına karar verdi. Freud derin iç görüsü ile Nazilerin bununla yetineceklerini düşünmüyordu.

Naziler kendi düşüncelerine uygun bir bilimden yanaydılar. Tüm bilimler çalışmalarında Hitler’in Mein Kampf’ını rehber edineceklerdi. Hitler bilimin Nazileştirilmesi projesinin başına kuzeni Dr.Göring’i getirmişti. Bu projeye ilk iman edenlerden biri Freud’un tanıştıklarında yeteneklerine hayran olduğu ve veliahttı olarak düşündüğü C.G.Jung oldu. Freud ile Jung tanıştıktan kısa bir süre sonra psikanalitik düşünceye ilişkin aralarında derin ayrılıklar olduğunu anladılar. Freud, Jung’un düşüncelerini çarpıttığına inanıyordu. Freud’a göre psikanalizin temeli libido analizi ile atılmıştı. Libidoyu herkese ve her şeye karşı kıskançlıkla müdafaa etmek gerekiyordu. Psikanalize libido kuramını kabul ederek giriş biletini alan Jung kısa bir süre sonra kuramı terk etmiş ve mitlere yelken açmıştı. Libido ruhsal aygıtın yaşadığı gerilimin ifadesi olmanın dışında anlamlarda taşıyordu. 1913 yılında yapılan kongre de iki düşünür arasındaki ayrılık ayyuka çıktı. Freud ile Jung arasındaki yollar bir daha birleşmemek üzere atıldı. Freud kendi düşüncelerinde ısrarcıydı ve bunların saptırılmasına izin vermemek konusunda da katıydı. Şöyle diyecekti ‘ doğrularınızdan kaçmaya çalışan her şey toplumun genelinde onay bulacaktır. Bizler için pek çok kez boşu boşuna cenaze ilahisi söylendikten sonra bu sefer gerçekten gömülmemiz mümkün olabilir. Bu, kişisel yazgılarımızda pek çok şeyi değiştirecektir, ama bilimin yazgısını değiştiremez. Doğrular bizim elimizde; bundan, on beş yıl önce olduğum kadar eminim… Benim alışkanlığım sessizce reddetmek ve kendi yolumdan gitmektir’. Freud’un ön görülerinde ne kadar haklı olduğu Jung aryan psikolojisi ile Yahudi psikolojisi arasında bir ayrım yaptığında ve ilkinin diğerinden üstün olduğunu ifade ettiğinde anlaşılacaktı.

Freud Musa ile ilgili çalışmalarına başladığında yoğun bir biçimde eski Mısır tarihi okumaya başlamıştı. Okuduklarında şaşırtıcı bulgulara rastlıyordu. Freud bu sırada 80’ine yaklaşıyordu ve ağır sorunlarla uğraşıyordu. Yaklaşık kırk yıldır onu rahat bırakmayan bir çene rahatsızlığı vardı. Operasyonlar geçiriyordu. Yaşı ve sağlığı izin verse en büyük isteği bizzat bölgeye gidip ulaştığı sonuçları saha bilgisi ile teyit etmek olacaktı. Ancak Freud öngörülerine inanan biriydi. Budunbilimciler ile çelişen görüşleri karşısında bile haklı olduğuna inanıyordu. Freud Musa ile ilgili şaşırtıcı sonuçlara ulaşmıştı. İlki Musa’nın Yahudi değil aristokrat kökenli bir Mısır’lı olduğuydu. İkincisi Tektanrıcılık Yahudilerle başlamamıştı. Tektanrıcılık Freud’un iddiasına göre 18.hanedanlık döneminde ilk defa Mısır’da ortaya çıkmıştı. Bu hanedanlık döneminde Mısır’ın toprakları Kuzey Suriye’den Afrika derinliklerine ve Batı Arabistan’a kadar ulaşmıştı. Mısır ilk defa bir imperium biçimini almış yani imparatorluğa dönüşmüştü. Sayısız tanrıya tapınılan bu topraklarda Tektanrıcılığı ortaya çıkaran koşullar, ancak Mısır’ın bir imparatorluk haline gelmesiyle mümkün olmuştu. Bunlar Freud’un daha Viyana’yı terk etmemiş iken ulaştığı ilk sonuçlardı. Ulaştığı ilk sonuçları Totem ve Tabu’daki düşünceleriyle bütünleştirmek ve psikanalizin temel kavramları içine yerleştirme fırsatını ise, ancak Londra’da bulabilecekti.

Freud bir bilimin hem ilk bulgularını ortaya atan bir bilim insanının tedirginliğine sahipti hem de temellerini sağlam attığını düşündüğü bilimin farklı bulgularla giderek zenginleşeceğine inanıyordu. İki savının doğruluğuna inandıktan sonra Freud daha büyük bir cesaretle başka olasılıklara açılmaya kendini hazır hissediyordu. İlk makalesinin sonlarına doğru bu duygusunu şöyle anlatıyordu:’ Çünkü insan… Musa’nın aristokrat bir Mısırlı olduğu savını ciddiye almaya başlarsa çok ilginç ve geniş kapsamlı olasılıklara açılır. Çok da uzak olmayan bazı varsayımların yardımıyla Musa’nın atmış olduğu alışılmadık adıma yönelten güdüleri anlayabileceğimize ve- bununla yakından ilişkili olarak- Yahudi halkına vermiş olduğu yasalar ve dinin bir dizi özellik ve garipliğinin olası temellerini kavrayabileceğimize inanıyorum; hatta genel olarak Tektanrıcı dinlerin kökeniyle ilgili sonuçlara varabiliriz’.

Freud ulaştığı sonuçları yayınlamaktan çekiniyordu. Bunun en büyük nedeni Avusturya’da Katolik kilisesinin koruması altında olmadan yaşayabilmesinin mümkün olmamasıydı. Naziler 1933 yılı başında Almanya’da iktidara gelmişlerdi ve Yahudiler ilk hedef gösterilen unsur olmuştu. Almanya ile yakın bağlara sahip olan Avusturya’da Katolik kilisesi büyük bir nüfuza sahipti. Dinsel araştırma alanında yeni bulgularla ortaya çıkmak beklenmedik sonuçlar doğurabilirdi. Gerçi Freud dine karşı eski eleştirel konumunu revize etmiş gibiydi. Bir Yanılsamanın Geleceği’nde olduğu gibi artık dinin bir yanılsamadan ibaret olduğunu söylemiyordu. Dinin tarihi kökenlerinin zenginliğine inandığı gibi insan hayatındaki hangi ihtiyaçlara karşılık düştüğünün daha çok farkına varmıştı. Ama Musa’da geliştirdiği tezlerin dinin kutsallığı ile hiçbir ilgisi yoktu. Din maddi ve psişik süreçlerin bir ürünüydü yine de. Bunun Katolik kilisesinin gözünden kaçması mümkün değildi. Çalışmanın yayınlanmasının vereceği kişisel rahatsızlıklardan ziyade psikanalitik harekete vereceği zararlardan endişe ediyordu.

Mısırbilim Freud’un uzmanlık alanı değildi. İddialarının spekülatif niteliği onu ürkütmüyordu. Psişik aygıta yönelik geliştirdiği tezlerinin büyük bir bölümünü Yahudi halkı üzerinde uygulamaya karar vermiş ve ilginç sonuçlara ulaşmıştı. Tevrat’taki öyküler çarpıtılmış ve şiirsel imgelerle süslenmiş olsa da paha biçilmez tarihsel hakikatlere ışık tutuyordu. Önemli olan çarpıtmanın mekanizmalarını çözmek ve bunun aracılığıyla hakikate ulaşmaktı. Hem bir amatörün iddialarına kim ne diyebilirdi ki? Freud dinle ilgili ulaştığı sonucu yakın dostu Salome’ye şöyle özetledi; ‘ din gücünü katıksız bir doğruluktan değil sadece içerdiği tarihsel doğruluktan alır’. Araştırmacının görevi işte bu tarihsel doğruluğa yakalamaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar