1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Franz Fanon: Filozof-Psikiyatr-Devrimci (4)
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Franz Fanon: Filozof-Psikiyatr-Devrimci (4)

A+A-

Biraz soluklanıp şimdiye kadar söylediklerimizin üzerinden bir kez daha geçelim. Bazı kavramların hakkını vermeye, bir inceltme işleminden geçirmeye çalışalım. ‘Tanınma’ isteği ‘ihtiyaçtan’ kaynaklanmaz. İhtiyaç ‘KendiliğindenOluş’ evresine mahsustu. Bu aşamada henüz hayvansal ihtiyaçların ötesine geçilememişti. Hegel bu evreye takılıp kalmanın sınırlarına dikkat çekiyordu. ‘Kendiliğinbilincinin’ edinilmesi için bu evre geride bırakılmalı, ‘aşılmalı’ydı. Aşma uğrağı, ancak ihtiyacın yerini ‘İsteğe’ bırakması ile olanaklıydı. ‘İhtiyacın’ yarattığı dayatmaları aşan Bilinç ‘İsteğe’ yöneliyordu. Bu İstek ise bir başkasının ‘İsteği’ydi. Hegel ‘ihtiyaçların’ karşılanması için gösterilen çabayı küçümsemiyor, Öz bilincin kazanılması için aşılması gerekli bir evre sayıyordu. Canlı hayatın devamı için zorunlu olmakla beraber yeterli değildi.

Lacan’a göre ‘İstek talebin ihtiyaçtan kurtulduğu eşikte belirir’. İhtiyaç yalın, doğal, organik yaşama karşılık gelirken ‘İstek’ inorganik-toplumsal yaşamın içinde çıkar. Öz bilincin kazanılması için gerekli olan ‘tanınma’, ancak ‘İsteğin’ doğuşu ile mümkündür. Kendi ‘İsteğimin’ fark edilmesi de yeterli değildir. Benim İsteğim sadece bir başkasının, ötekinin ‘İsteği’ tarafından doyurulabilir. Dolayısıyla İstekler karşı karşıya gelmiş, doyurulabilmeleri için de biri diğerine İsteğini kabul ettirmeliydi. Hegel’e göre ‘tanınma’ bir mücadele dolayımından geçmeden gerçekleşemezdi. Taraflar karşılıklı ölesiye bir mücadeleye girişiyorlardı. Hegel bu açıklamaları ile hem liberal sözleşme kuramlarını hem de Kartezyen aklı karşısına alıyor, yetersiz buluyordu. Sözleşme kuramcıları ihtiyaçların sözleşmenin taraflarını bir araya getirdiğini varsayıyor, Kartezyenyenciler ise içedönük bir Bilince kilitleniyordu. Buna göre Bilinç kendi dışına çıkamazdı.

Tanınma İsteği eğer organik ihtiyacın aşılması ile mümkünse, talepte bulunanın başkalarından İstediği asıl şey de saygınlık, itibar ve prestijdi. Ölümüne girişilen mücadelenin hedefinde saygınlığı yeniden elde etmek vardı. Bu mücadele bir Onur, Haysiyet mücadelesiydi. Fanon üçüncü dünyadaki kurtuluşun ekonomik sömürüden kurtuluş ile sınırlı kalmasına itiraz etmişti. Mücadele asıl olarak Benliğin, Onurun yeniden kazanılması için verilmişti. Haysiyetin yeniden kazanılmadığı bir mücadele ekonomik sömürü ortadan kaldırılmış olsa bile yetersiz kalacaktı.

Fanon’a göre ‘devrimin özü, ekmek mücadelesi değil, insan onuru için mücadele’ydi. Ekonomik sömürünün ortadan kalkması ile yetinilmemeli, mücadelenin Etik yönü ihmal edilmemeliydi. Bölüşüm ilişkilerindeki eşitsizliklerin giderilmesine yönelik çabalara insani yabancılaşmanın ortadan kaldırılması için verilen mücadeleler eşlik etmeliydi. Yabancılaşmayı mesele yapması Fanon’un hümanizmaya olan derin bağlılığını gösterir. İnsan kavramına yönelik derin şüpheleri olsa bile yapısalcılar gibi insanın ölümünü ilan etmemiş, insanın kurtuluşunu hedeflemişti. Yabancılaşmayı sadece ekonomi-politik yönü ile ele almamış, insani ve etik yönüne vurgu yapmıştı.

Hegel için ‘tanınma’ bilincin bir başka bilinç tarafından tanınarak öz bilinç haline gelmesi süreciydi. Bilinç kuşkusuz Varlıktan ayrı düşünülemezdi. Karşımızda olan şey hiç şüphesiz Varlığın bilinciydi. Ama Hegel meseleyi böyle koymuyordu. Varlık kendisini örtük olarak hissettiriyordu. Hegel Fenomenoloji’de bilincin tarih içindeki serüvenini ele alıyor ve birbirlerinin içinde doğarak ve her defasında zenginleşerek nasıl Mutlak Bilgiye doğru ilerlediklerini anlatıyordu. Ontoloji yapmıyor epistemoloji yapıyordu. Somut Varlık ile uğraşmıyor bilinçle uğraşıyordu. Fanon’ a göre Hegel’in Evrenselciliği sorunluydu. Varlıktan bahsetmediği için kimi ele aldığını söylemese de sorunsallaştırdığı Özne Avrupalıydı. Anlattıklarının sömürgeler dünyasına adaptasyonu mümkün değildi. Hegel’in Özbilinç aşamasına yükselttiği Öznesinin Siyah biri olması mümkün değildi.

Hegel’in ‘tanınma’ kuramını soyut Evrenselciliğinden kurtarmak tikelleştirmek gerekiyordu. Tikelleştirilmesi gereken sadece soyut Evrenselciliği ile malul Hegelcilik değildi. Marksizm, Psikanaliz ve Varoluşçuluk gibi Evrenselci düşüncelerde tikelleştirilmeliydi. İşe yarar hale getirilmeleri için özgül bir bağlamın içinde yeniden üretilmeliydiler. Bu nedenle Fanon kimlikçi partikülarizmlerden hep uzak durdu. Kimliğin yüceltilmesine, dondurulmasına, öze dönüşçülüğe karşı tetikte durdu. 60’ların dünyasında ulusal kurtuluşçuluğun ‘ideoloğu’ kabul edilirken yüzü Evrensel’e dönüktü. Tikelin hakkının verildiği, payının kabul edildiği bir Evrenselciliğe inanıyordu. Siyah mitinden hep uzak durmaya çalıştı. Kültürün özgünlüğünü kabul etmekle birlikte bir kültüralist de değildi. Evrenselci düşünceleri karşılıklı etkileşime sokarak tikelin hakkını gözeten bir Evrenselciliğe açılıyordu. Fanon’a göre ‘Marksizm esnetilmeli’ydi. Esnetme işleminden geçirilmesi gereken sadece Marksizm değildi. Tüm Evrenselci açıklamaların sömürge dünyasına uygulanırken bir ‘esnetilmeye’ ihtiyacı vardı.

Hegel’in ‘tanınma’ kuramını eksik buluyor, ama yok sayarak ortadan kaldırmıyordu. Epistemolojinin karşısına Ontoloji ile dikilirken Sartre’ın ontolojisindeki eksiklerle hesaplaşıyordu. Sartre Hegel’in karşısına ontoloji ile çıkıyordu, ama Özneleri içe dönük, temastan uzaktı. Sömürgeciliğin dünyasının ak-karacı bir dünya olduğunu kendi söylemişti. Maniheist bir dünyada Hegelci ‘tanınmaya’ yer yoktu. Her şey ya ak ya da karaydı. Ne karşılıklılık ne de bir temas vardı. Maniheist bir dünyada diyalektik hareketlilik söz konusu olamazdı. Geçişlere, uğraklara ve aşmaya yer yoktu. Beyaz da Siyah da kendi öznelliğine sıkışıp kalmıştır. Sartre ile ilişkisine ayrıca değinelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar