Fransa Seçimleri Üzerine (2)
Cezayir sorunu Fransa’yı büyük bir siyasi buhrana sürüklemiş ve düzen De Gaulle’ü bir kurtarıcı olarak iş başına çağırmıştı. Fransa’nın Naziler tarafından işgal edildiği yıllarda De Gaulle İngiltere’den direnişin bir parçası olarak savaşı yönetiyordu. Bu isim savaş sırasında edindiği karizması ile bunalıma sürüklenen ülkeyi krizden çıkaracak tek seçenek haline gelmişti. Cezayirli gerillalar karşısında zor duruma düşen ordu daha fazla yetki istiyor ve siyasi sınıfın olaylar karşısında gösterdiği basiretsizliği bahane ederek doğrudan yönetime el koymayı hesaplıyordu. Cezayir’de görevli generaller arasında cunta örgütlenmeleri baş göstermişti. Doğrudan iktidara el koyma teşebbüsleri vardı. Ordu içerisindeki bu hareketliliği tarihi karizması ile ancak De Gaulle’ün önleyebileceği düşünülüyordu. Siyasi bunalım De Gaulle’ün liderliğinde yeni bir cumhuriyet ilan edilerek aşıldı. Bu Fransızların kurduğu beşinci cumhuriyet olacaktı. Beşinci cumhuriyet ile birlikte ülke yarı-başkanlığa geçiş yaptı.
Bu rejim de cumhurbaşkanı doğrudan halkoyuyla seçiliyordu. Seçim iki turlu yapılıyor ve ilk turda adaylardan biri salt çoğunluğu bulamadığı takdirde ikinci tura gidiliyordu. Cumhurbaşkanının yetkileri sembolik düzeyde kalmamıştı. İcranın, yürütmenin başında o vardı. Ulusa liderlik yaptığı gibi dış politika başta olmak üzere önemli süreçleri doğrudan o yönetiyordu. Başbakan yasama organı seçimleri sonucunda meclis de çoğunluğu elde etmiş partinin gösterdiği aday arasından çıkıyordu. Cumhurbaşkanı ile Başbakan aynı partiden olduğunda rejim daha sorunsuz işliyordu. Farklı partilerden olduğunda ve Başbakan da eğer güçlü bir siyasi şahsiyet ise siyasi krizler yaşanıyordu. Cumhurbaşkanı icranın başı olarak siyasete doğrudan müdahale edebiliyordu. Başbakanı atamak onun tasarrufundaydı. Ancak Başbakan’ın Meclisten güvenoyu alması gerekiyordu. Bunları seçimler sonunda ortaya çıkmış parlamentoda hiçbir ittifakın çoğunluğu elde edememesi nedeniyle çıkabilecek krizlerin siyasi arka planı bilinsin diye anlatıyoruz.
Seçim sistemleri ülkelerin siyaseti üzerinde doğrudan etki de bulunur. Batı da seçim sistemleri ile çok sık oynanılmaz. Seçim sistemi ülkenin rejimine göre düzenlenir. Örneğin İngiltere’de anayasal bir monarşi vardır. İngiltere bir cumhuriyet değildir. Sistemin başında sembolik yetkilere sahip bir kral veya kraliçe bulunur. Başbakan atamasını kral yapar ve göreve başlarken kraldan icazet alır. Bir cumhuriyet olmamasına rağmen İngiltere güçlü parlamenter geleneklere sahiptir. Hatta yazılı bir anayasası dahi yoktur. Yeryüzündeki ilk parlamentoyu İngilizler kurmuştur. Kralın yetkilerini parlamento kurarak sınırlamışlardır. Kral savaş ilan etmek ve vergi salmak için parlamentodan izin almak zorundadır. İngiltere’de dar bölgeli tek dereceli seçimler vardır. Her milletvekilliği için bir seçim bölgesi belirlenmiştir. Dar bölgeli seçimde birinci çıkan parti o bölgedeki milletvekilliğine sahip olur. Bu sistem milletvekili ile seçim bölgesi arasında güçlü bağlar oluşturur. İşçi Partisi’nin eski lideri Corbin partisinden ihraç edilmesine karşılık bağımsız olarak avam kamarasına bu sayede gidebilmiştir. Arkasına bir parti desteğini almadan, ancak seçmenleri ile kurduğu samimi bağlara dayanarak tekrar milletvekili seçildi. İngiliz İşçi Partisi bu yıl yapılan seçimlerde aldığı oyun çok ötesinde bir parlamento çoğunluğuna bu seçim sistemi sayesinde sahip olabildi. Dolayısıyla ulusal planda ciddi oy alabilen bir parti parlamentoda çok zayıf temsil edilebiliyor.
Fransa’da yasama organı seçimleri de iki turlu olarak yapılıyor. İkinci tura kalabilmek için ilk turda oyların asgari %12,5’ini almak gerekiyor. Çok sayıda aday bu barajı aşarak ikinci tura kalsa bile ilk tur sonuçlarına göre çeşitli ittifaklar kurulur. Bu ittifaklarda kimin destekleneceğinden çok kimin engelleneceğinin hesapları yapılır. Bu ilişkilerin nasıl ortaya çıkacağı siyasi konjonktüre göre belirlenir. Bugün olduğu gibi siyasi konjonktür eğer faşizmin yükselişini engelleme görevini ön plana çıkarmış ise ittifaklarda buna göre kurgulanır. Bu dediğimiz Fransa örneğinde hem daha seçimler yapılmadan hem de seçimlerin ilk tur sonuçları ortaya çıktıktan sonra hızla gündeme girdi.
Daha seçimlerden önce üç ittifak kurulmuştu. Avrupa Parlamentosu seçim sonuçları solun değişik partilerini hızla yan yana getirdi. Bu ittifaktan ilk yazıda bahsetmiştik. Yeni Halk Cephesi faşizmi durdurmaya öncelik veren ve içinde solun farklı unsurlarını barındıran bir ittifaktı. İkinci ittifak Macron’un başlattığı hareketin etrafında kurulmuştu ve bu ittifaka Ensemle (Birlikte) adı verilmişti. Bu ittifak Fransız geleneksel sağını temsil ediyordu. Tarihsel kurucusu hiç kuşkusuz De Gaulle’dü. De Gaulle sonrasında ise sağın liderliğini uzun süre Chirac yapacaktı. Chirac siyasi kariyeri boyunca hem Paris Belediye Başkanlığı hem de Cumhurbaşkanlığı yapmıştı. Macron liderlik kumaşı olarak elbette onlardan çok farklıydı. Macron siyasi kariyerine Sosyalist Parti de başlamış bir yuppii idi. Sosyalist Parti iktidar yıllarında sol değerlerden ve solun toplumsal tabanından hızla koptuğu için giderek bir burjuva partisi haline gelmişti. Neoliberal programı hiç itiraz etmeden kabulleniyordu. Bu parti burjuvazinin hizmetine girdikçe soldan uzaklaştı ve etkisizleşti. Oyları %2’lere kadar geriledi. Macron bu parti ile yollarını ayırdıktan sonra olağanüstü bir medya desteği ile siyaset sahnesine yeni bir giriş yaptı. 2017 seçimlerini bu şekilde kazandı. Dolayısıyla Macron hızlı siyasi kariyerinde burjuva solundan sağına iltica etmiş bir siyasetçi. Kurduğu ittifak da Cumhuriyetçi sağın değişik bileşenlerini yan yana getiriyordu.
Bu ittifakların dışında bahsedilmeden geçilmemesi gereken bir de orijinal De Gaullist gelenek var. Bunlara Les Republicains (Cumhuriyetçiler) deniliyor. Bu gelenek parlamento seçimlerinde 46 milletvekili çıkardı. Seçimlerden önce partinin lideri Ulusal Cephe ile ittifak yapacağını ilan etmişti. Ancak bu çağrısına partisinden umduğu karşılığı bulamadı. Parti bağımsız olarak seçimlere girdi ve seçmeninin çoğunluğu da partinin bu kararına destek verdi. Parti lideri Ciotti çok küçük bir kesimi peşinden sürükleyip Ulusal Cephe’ye taşıyabildi. Fransız merkez sağının güçlü cumhuriyetçi refleksleri İtalya’da olduğu gibi aşırı sağa iltica etmeye izin vermedi. Bir Mussolini hayranı olan Meloni İtalya’da bunu başarabilmişti. Kriz koşulları merkez sağı aşırı sağa doğru savurmuştu. Fransa kendi orijinalitesi içinde bu konuda bir istisnaya imza atmıştı.
Seçimlerin ikinci turuna geçildiğinde bizde ‘stratejik oy’ kullanma denilen hadise baş gösterdi. İlk turda Ulusal Cephe %33 ile birinci olmuştu. Onu yeni Halk Cephesi takip etmiş Macron’un Ensemblesi %22 ile üçüncü olmuştu. Stratejik oy kullanma Ulusal Cephe’nin iktidarını durdurmak için kendiliğinden bir eğilim olarak ortaya çıkmış ve diğer ittifaklarda siyasetlerini buna uydurmuştu. İkinci tura geçildiğinde Yeni Halk Cephesi seçimlere katılabilecek 134 adayını Ulusal Cephe kazanmasın diye geri çekti. Bu doğrudan Ensemble adaylarına verilmiş bir destekti. Onlarda 80 adayını geri çekti. 577 milletvekili adayından oluşan parlamento seçimlerinin ikinci turuna gelindiğinde bu iki cephenin geri çektiği aday sayısı %40’a yaklaşmıştı. İttifaklar sadece partilerle sınırlı kalmamış ikinci tura gelindiğinde cepheler arasında ittifaklar kurulmuştu. Bazı analistlerin ‘büyük ileri doğru sıçrama’ olarak adlandırdığı şey böyle gerçekleşmişti. Seçimler sonunda Yeni Halk Cephesi 182, Ensemble 168, Ulusal Cephe 143, Les Republice ise 46 milletvekili göndermişti parlamentoya. Bu aritmetiğe göre hiçbiri çoğunluğu sağlayamıyordu.