Felaket kapitalizmi
Bir felaket kapitalizmi altında yaşadığımız o kadar aşikar ki... Doğanın kendi çevriminde ürettiği bir virüs felaket kapitalizminin çaresizliği karşısında insanlığı dize getirdi. Virüsü komplocu mantıkla belli güçlerin kendi çıkarları için ürettiği iddiaları tam bir martavaldır. Bu düşünüş biçimi varolan durum üzerine serinkanlı biçimde düşünmemiz önündeki en büyük engellerden biri.
Roza Lüksemburg çok önce adeta bir kahin gibi kapitalizmin karşısına çıkan tüm mekansal engelleri aşamadığı, tasallutu altına alamadığı coğrafi birim bırakmadığı müddetçe ezeli kriz dinamiği olan kar oranlarının düşme eğilimi sorununu çözemeyeceğini bu nedenlerle kendi içsel dinamikleriyle yaratttığı krizden çıkamayacağını iddia etmişti. Bu iddiası emperyalistleri bir paylaşım savaşına, yerkürenin önemli bir bölümünü büyük yıkımlara sürükleyerek sosyalist bir kopuşla sonuçlandı. Roza’nın “ ya sosyalizm ya barbarlık “ sorusuna bir kısım insanlık sosyalizm diyerek yanıt verdi. Yaşanmış sosyalizm deneyimleri uluslararası sermayenin kuşatması, her türlü saldırısı bir yana bizzat o deneyimleri tecrübe edenler nezdinde yaşadığı meşruiyet krizi nedeniyle yıkıldı.
Yaklaşık kırk yıldır neoliberalizm olarak bilinen kapitalizmin soyutlama düzeyindeki formuna en yakın bir yönetimsellik altında yaşarken Sovyet düzeninin çöküşünün üzerinden geçen otuz yılı hesaba kattığımızda bu düzenin önünde herhangi bir alternatif bulunmuyor. Kapitalizm Harvey’in analizlerine göre Sovyet düzeninin yıkılması sonrasında insanlığın ufkundan zamana ilişkin tahayyülleri kaldırırken mekansal yayılımının önündeki engelleri ise tek tek bertaraf etti. Bugün yeryüzü çok sınırlı alanlar dışında tümüyle sermaye çevriminin içine çekilmiş durumda. Bunun sonucu yaşanılamaz kentler, tarımın ticarileşmesi ve doğanın bizzat sermayenin kar maksimizasyonunun nesnesi kılınması...
Dereler, çaylar, nehirler, ırmaklar, denizler, ormanlar her şey sermayenin ilgi alanına girdi. Doğanın sermayenin ilgisine mazhar olmayan herhangi kör bir noktası kalmadı. Yüzyıllarca insan eli değmemiş ormanlarda yaşayan vahşi hayvanlar doğanın talanı sonucunda araçsal aklın egemenliğine yenik düşmüş insanla karşılaştı. Geleneksel beslenme alışkanlıklarının değişmesi, vahşi olarak nitelendirilip bir anlam çarpıtmasına uğratılan insan eli değmemiş yaşamın sanayi medeniyetiyle karşılaşması yaşamı sekteye uğratan sonuçlara yol açtı. Uygarlığın kendisini rasyonel, hesapçı, bilimci ilan etmesinin hiçbir işe yaramadığını gördük. Çünkü ulus/ devletlere bölünmüş burjuva uygarlığı insanoğlunun karşısına çıkan, küresel yanıtlar üretmeyi gerektiren konularda evrensel davranışlar sergileyebilecek ufuk ve kapasiteden yoksundur. Sermayenin içsel dinamiklerinin ürettiği semptomların yerel düzeyde çözümü artık mümkün değildir. Ne iklim değişiklikleri ne gıda sorunları ne de temel sağlık önlemlerinin eksikliğinden kaynaklı sorunları evrensel çözüm planları olmadan aşmak imkansızdır.
Sermaye aklı ile insan varoluşu karşı karşıyadır artık. Sermaye tıpkı bir leviathan gibi devasa gövdesiyle insan varoluşunun üzerine çullanmakta onu nefessiz bırakmaktadır. Amerika’da beyaz polisin nefessiz bıraktığı zenci tüm insanlıktır. Bu hareketin hızla yayılması, pandemiye rağmen milyonlarca insanı ayağa kaldırması bu yüzdendir. Nefessiz bırakılan, soluk alamayan her türlü koruyucu giysiden arındırılıp sermayenin karşısına çırılçıplak çıkan insanın kendisidir.
Tam bir kapanma yerine işliklere, fabrikalara, ofislere gönderilen, sürü bağışıklığı ile ölen ölür kalan sağlar bizim mantığına terk edilen, yaşlılarını hızla gözden çıkartıp itlaf edilmesi gereken nüfus muamelesi çeken sermaye ve devlet aklı karşısında ne yapacağız? 21.yüzyılın üçüncü on yılına girerken önümüzdeki soru budur. Ulus devletlere bölünmüş, geçmişte olduğu gibi sabit noktaları kalmayan bir küresel düzende yerkürenin önemli bir bölümü savaşların, çatışmaların arenası haline dönüşmüşken bencil, soğuk, çatışmacı ulus devlet aklını nasıl aşacağız? Biriktirmek için biriktirmekten başka bir yasası bulunmayan sermaye aklı dışında bir başka aklı nasıl inşa edeceğiz? Yoksulluk, fukaralık, işsizlik ve geleceksizlik insanlara başka hiçbir şeyi düşünme fırsatı vermezken eleştirel aklı nasıl harekete geçireceğiz? Somut bir gelecek tahayyülünden yoksun, ütopyası olmayan günümüz isyan, direniş ve başkaldırılarını kapitalizmi aşan bir alternatifle nasıl buluşturacağız?
21.yüzyılın ikinci on yılı kapitalizmin derin bunalımının etkisi altında geçti. Başlangıç Arap Baharı adı altında durgunlukla, ataletle bir arada düşünülen coğrafyaların muazzam ayağa kalkışı ile yapılmıştı. On yılın finali ise ABD gibi kapitalizmin en güçlü biriminde ‘nefes alamıyoruz ‘ hareketinden geldi. Atlı polisler, sıkıyönetimler, yağmalar ve büyük insan eylemlilikleri bu harekete damga vurdu. Önümüzdeki on yıl hiç kuşku yokki geride bıraktığımız on yoldan daha sert, daha büyük kavgalara sahne olacak. Kulaklarımızda ise Marx’ın meşhur çağrısı yankılanacak “ hic rhodus hic salta “.