Ezilenlerin Haklılığı
Jonathan Neale Vietnam savaşını anlattığı 'Vietnam-Amerikan Savaşı:1960-1975' kitabının Tet saldırısı ile ilgili bölümüne şöyle başlar; '1968'de Tet her şeyi değiştirdi. Hem Güney'deki gerillalar için hem de Amerikan egemen sınıfı için önemli bir yenilgiydi.' Saygon'daki Amerikan Büyükelçiliği yeni yıl için hazırlattığı kutlama davetiyesine 'Gel, tünelin ucundaki ışığı gör' diye yazmıştı. Amerikalılar savaşı kazanacaklarından emin olmaya başlamışlardı. 1964'den 1968'e kadar Vietnam'daki Amerikan ordularına komutanlık eden general Westmoreland elindeki tüm kuvvetleri Khe Sahn'a yollamıştı. Topçular, makineli tüfek birlikleri ile havacılar çekik gözlüleri kırıp geçiriyordu. Kuzeyliler bir şaşırtmaca taktiği uygulayarak kuvvetlerini geri çekmişler, şehirleri ele geçirmek için zamanın gelmesini bekliyordu. 31 Ocak 1968'de yani Vietnamlıların yeni yıllarını kutladıkları Tet bayramında, sürpriz saldırı başladı. Saygon'daki Amerikan konsolosluğu dahil her yere saldırdılar. Tet saldırısı için ellerindeki güçleri sonuna kadar kullandılar. Vietkong gerillaları ölümüne savaşmalarına karşın yenilmişlerdi. Ele geçirilen gerillaların beyinleri patlatılıyordu. Eski imparatorluk şehri Hue yerle bir edilmişti. Mekong deltasındaki Ben Tre şehrinin binaları dümdüz edildi. Gazze'nin ele geçirilmesi için tüm şehrin yerle bir edilmesini göze alan İsrail ordusu gibi Amerikalılarda 'şehri kurtarmak için imha etmek gerekiyor' diyorlardı.
Gerillalar halkın ayaklanacağını ummuşlar, fakat bekledikleri olmamıştı. Gerillalar şehirlerdeki güçlerini büyük ölçüde kaybettikleri gibi kırsaldaki bağları da sekteye uğradı. Büyük can kayıpları verdiler. Tet saldısına Amerikalılar Mai Lai katliamı ile cevap verdi. Amerikan birliklerinin başındaki yüzbaşı birliklerine, Mart 1968'de, Vietkong gerillarının çok güçlü olduğu bir köye baskın yapıp ele geçireceklerini söyledi. Saldırıya katılan bir asker o gün tam yirmi beş kişiyi öldürdüğünü söyleyecekti. İçinde olduğu takıma komuta eden teğmen ise yüz kişiyi öldürmüştü. Aynı asker şunları anlatacaktı: 'birkaç saat içinde beş yüz insanı öldürmenin nasıl bir şey olduğunu biliyor musunuz? Hitler'in gaz odaları gibi. Kadın, erkek, çocuk, elli kişiyi yan yana diziyorsunuz ve sonra biçiyorsunuz. Ve işte böyle oldu; yirmi beş , elli, yüz kişi birden. Onları topluyorduk, ben ve birkaç kişi daha. M-16'ları otomatiğe getiriyorduk ve sonra onları biçiyorduk.'
Gazze'deki El Ehli Arap (Babtist) Hastanesi'nin vurulmasından pek de farklı değil, değil mi? Ha Vietnamlı köylüleri katletmişsin ha hastaneye sığınmak zorunda kalmış Filistinlileri. Çünkü her ikisi de insan sıfatına layık olmayacak canlılar: 'insanımsı hayvanlar'. Tıpkı May Lai katliamında olduğu gibi El Ehli Arap Hastanesi katliamında da suç mazlumlara yüklenecekti. Hem katlediyorlar, hem de psikolojik harp teknikleri ile yaptıklarını öldürdüklerinin sırtına yüklüyorlardı.
Neale, Tet saldırısı ile ilgili nihai yorumunda şunu söyler; ' 1967'de ekonomi ve altın standardı Amerikan iş çevreleri için önemli endişe kaynaklarıydı, ama belirleyici değildi. Belirleyici olan Tet'ti.' Her şeyin iyi olacağını düşündükleri bir anda karşılaştıkları saldırı Amerikalıları tam anlamıyla şok etmişti. Savaşı kazanacaklarından, Hindi Çin'in de Çin'i çevreleyip, Sovyetlerin destekledikleri güçleri mağlup edeceklerinden emindiler. Bir köylü ordusunun savaş makinaları karşısında direnemeyeceğine inanmışlardı. Fransızların başaramadığını başaracaklar, Vietkonga diz çöktüreceklerdi.
68'in dünyası bugünkünden kökten farklıydı. Amerika'da siyahların sivil haklar hareketi ayaklanma boyutlarına ulaşmıştı. Meksika'nın başkentindeki öğrenci ayaklanması, ancak yüzlerce öğrencinin taranması ile bastırılabiildi. Mayıs ayı Fransa için tam bir deprem etkisi yaratmıştı. Önce öğrenciler ayaklanmış onları işçilerin genel grevleri takip etmiş ve De Gaulle ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Çekoslovakya'da güler yüzlü sosyalizmin temsilcisi Dubçek'in reformları, Sovyet tanklarının Prag'a girmesiyle durdurulabildi. Pakistan'daki öğrenci gösterileri işçilerin eylemleri ile birleşmiş askeri diktatörlüğü sona erdirmişti. Türkiye dahil onlarca ülkede sokaklar hareketlenmiş ve siyaset meclis koridorlarından uzaklaşmıştı. Her yerde insanlar yaklaşan devrimin ayak seslerini işitiyor, nabız atışını duyuyordu. Tet saldırısı yenilmez zannedilen bir güce tüm imkansızlıklara karşılık kafa tutulabileceğini göstermişti.
Hamas'ın başlattığı ve El Aksa tufanı adını verdiği saldırıyı Tet ile eşdeğer saymak ve benzer sonuçlar doğuracağını düşünmek hayalperestlik sayılıp küçümsenebilir. Realiteden kopuk romantik bir solculuğun göstergesi de kabul edilebilir. Ama saldırıyı küçümsemenin, ABD ile İsrail'in göz yumması ile olduğunu, bu güçlerin saldırıya izin vererek daha büyük planları hayata geçireceğini söylemenin de komploculukla malul bir siniklik olduğunu söyleyelim. Hamas ile hele İŞİD arasında koşutluk kurarak, birbirinden farkının olmadığını söylemeninse tam bir aymazlık olduğu düşüncesindeyiz.
Ezilenler tarih boyunca ümitsizliğin hakim olduğu zamanlarda isyan etmekten kaçınmadılar. MÖ 1.yüzyılda Sicilya'da köleler Roma'ya ayaklandığında başarılı olacaklarını düşünerek isyan etmediler. 6 ay boyunca önlerine geleni yendiler. Yeni bir düzen kurabilecek kapasiteden yoksundular. Tek istekleri ülkelerine geri dönmekti. En sonunda Pompei tarafından kılıçtan geçirildiler. MS 70 ve 130 yıllarında Yahudiler Roma'ya üst üste isyan ettiler. Roma, Yahudi isyanlarını bastırmakta zorlandı. İlk isyanın daha külleri soğumadan tekrar isyan ettiler. Büyük sürgünleri bu ikinci isyandan sonra başladı. Böyle onlarca örnek sıralayabiliriz.
Yenilginin ağırlığı üzerimize o kadar çökmüş ki ezilenlerin isyanının her koşulda meşru olduğunu bile unutmuşuz. İçinde olmadığımız, düşüncelerimize denk düşmeyenlere hemen mesafe alıyoruz. Türkiye'nin iç meselelerinden kalkarak jeopolitik yorumlar yapıyor, tavırlar takınıyoruz. Gazze'deki direnişe Hamas'ın liderlik etmesi, kendi çaplarında askeri olarak sarsıcı bir eylem yapması yüzümüzü ekşitiyor. Tarihe giderek, solun Filistin mücadelesine verdiği desteği hatırlayarak rüçhan hakkı tartışmasına giriyoruz. Filistin mücadelesine canları pahasına destek verenler en azından Müslüman mahallesinde salyangoz satılmayacağını biliyorlardı. Öncelikleri Filistin halkının ezilmişliği, mağduriyetiydi. Ezilen dünyadaki tüm mücadeleler birbirine bağlanıyordu. Vietnam Guevara için de, Mahir için de koşulsuz desteklenmesi gerekli bir mücadele veriyordu. Ho amcanın ellerinin çok temiz olmadığını biliyorlardı. Guavera Sierra Maestra'ya tatile çıkmamıştı. Bolivya'ya, Kongo'ya dinlenmeye gitmedi. Kapitalizm her şeyi tükettiği gibi devrimci ikonları da fantazmanın yüce nesnesi haline getirebiliyor. Ama sitüasyonistlerin dediği gibi kelimeleri düşmanın elinden nasıl geri almak gerekiyorsa devrimcileri de bir tüketim nesnesi olmaktan kurtarmak gerekiyor.