1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Eski Ahdin Spinozacı Okuması
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Eski Ahdin Spinozacı Okuması

A+A-

27 Temmuz 1656 yılında Amsterdam’ın Houtgracht mahallesinde bulunan büyük sinagoga şöyle bir yazı asılmıştı: ‘Uzun zamandır şeytani görüş ve faaliyetleri bilinen Barucd de Spinoza’nın, bu şer yolundan dönmesi için ma’amad efendileri, çeşitli yollar deneyerek onu ikna etmeye çalıştılar. Onu bu lanetli yoldan döndüremedikleri gibi aksine, her gün artan ve onun sapkınlığının düşünce ve eylemlerine yansıyan örneklerini ihbar eden, şahitliğine güvenilir ve bu şahitliği onun doğumuna kadar uzanan tanıklarca gelen ihbarların doğruluğu teyit edilmiştir. (…) Meleklerin gösterdiği yol ve velilerin emirleriyle, Baruch de Spinoza’yı cemaatten çıkarıyor, dışlıyor ve lanetliyoruz. Tanrı’nın inayeti ve bütün cemaatin kararıyla, kutsal metinlerdeki 613 kaidede yazıldığı gibi, onu Joshua’nın Jericho’yu men ettiği gibi cemaatten dışlıyor, Kanun Kitabı’nda yazdığı gibi Elisha’nın, lanetleyip cezalandırdıkları gibi lanetliyoruz.’ Ma’amah yani cemaatin yaşlılar konseyi cemaatlerine şunu tavsiye ediyordu; ‘kimse onunla konuşmayacak, ona her hangi bir kolaylık sağlamayacak, aynı çatı altında ya da yakınında bulunmayacak ve dahası onun tarafından yazılan ya da hazırlanan herhangi bir eseri okumayacaktır.’ 

Cemaatin dışladığı kişi cemaatin o güne kadar gördüğü en yetenekli kişiydi. Onu aforoz eden baş rabbi hem kızgın hem de öfkeliydi. Talebesinin kutsal şeylere isyan ettiğini işittiğinde hemen sinagoga yanına koşmuş, tövbe etmesini ve pişmanlık belirtmesini istemişti. Baruch baş rabbiye şu cevabı verecekti:’ tehdit edildiğim şeyin ciddiyetini biliyorum, bana İbrani dilini öğretme zahmetinize karşılık, müsaade edin ben de size nasıl aforoz edeceğinizi öğretmiş olayım.’ Bu sözleri rabbisine söyleyen kişi daha henüz 22 yaşındaydı. Babasından kendisine dünyanın her tarafı ile bağlantıları olan bir iş ve rahat edebileceği bir servet kalmıştı. O bunların hepsini kardeşine bırakacak ve bilgide yol almayı tercih edecekti. Şimdi cemaati tarafından aforoz ediliyordu. Aforoz edilmek, onu en dar günlerinde bile koruyacak desteklerden yoksunluk demekti. Bu herkesin göze alabileceği bir şey değildi. Yakın dostlarından Prado’da benzer görüşlere sahipti, fakat o aforozu göze alamamış ve nedamet getirmişti. Tavrından taviz vermesi ve en azından ara sıra sinagogda görünmesi istendiğinde ‘on bin guilder teklif etseler bile’ buna tenezzül etmeyeceğini, ‘çünkü görüneni değil doğruyu aradığını’ söyleyecekti. 

Sonraki hayatını büyük zorluklar içerisinde, ama zihnen özgürleşmiş bir biçimde geçirdi. Hayatını gözlüklerde kullanılmak üzere mercek üreterek sağladı. Fazla toz yutmasından dolayı uzun yaşayamadı ve 45 yaşında, hayata veda etti. Spinoza tarihin göreceği ilk laik filozoftu. Descartes’ten etkilenmekle birlikte Kartezyen biri olmadı. O Descartes gibi ruh ve madde olmak üzere iki töze değil tek bir töze inanıyordu. Ruh sonsuz bir şey değildi. İnsan hayatının sona ermesiyle birlikte ruhta ortadan çekiliyordu. Gençlik döneminde etrafına Descartes’ci görüşleri aşılamış olsa da felsefi macerasında bu görüşleri aşarak başka bir yere ulaşmıştı. Spinoza’ya göre aslolan tek şey doğanın kendisiydi. Her şey doğadan geliyordu ve doğaya aitti. Bunun dışında hiçbir şey yoktu. Eğer bir Tanrı var idiyse doğadan başka ne olabilirdi ki?

Spinoza Eski Ahit ve Yeni Ahit’in vahiy ürünü değil insan ürünü olduğunu söyleyen ilk kişiydi. Ahitlerdeki yazıların zaman içinde değişim geçirdiğini ve önemli eklerle zenginleştirildiği gibi bir o kadar önemli düzeltmelere uğradığını da söyledi. Ona gelinceye kadar bu kitaplara kutsallık atfediliyor, kutsal oldukları ve bizzat tanrı ürünü oldukları kabul ediliyordu. Sözler ya doğrudan tanrı tarafından bildirilmişti ya da vahiy aracılığıyla elçilerine ulaştırılmıştı. Örneğin torah olarak da bilinen Eski Ahit’in ilk beş kitabı Musa’ya indirilmişti. Dünyanın yaradılışı ile başlayan kitap, insanın çoğalmasını, zürriyetinin gelişimini, cennetten kovuluşunu ve ilk günahı anlatarak başlayan kitap daha dünyanın başlangıcında insanoğlunun dünyaya gözlerini günahkâr olarak açtığını ilan ediyordu. Tanrı ilk ahitlerini İbrahim, İshak ve Yakup ile yapmıştı, ancak dünyaya suçlu olarak gözlerini açan insanoğlu her defasında ahdini çiğnemişti. Şimdi tanrı ahdini İbrahim soyundan gelen Musa ile yenileyecek ve onun halkını firavunlar altındaki esaretinden kurtaracaktı. Tanrının tek isteği ahde uyulması, yasalarına itaat edilmesi ve yüreklere işlenmekti. Musa topluluğun her şeyiydi. Daha sonra birbirinden ayrılacak olan peygamberlik, krallık, kâhinlik ve hâkimlik görevlerinin hepsini üstlenecekti. Musa’nın halkı ayrıcalıklı bir halktı. Tanrı onu kendisine özel olarak seçmişti. Onunla arasında özel bir ahit yapmıştı. 

Bir Yahudi’nin ilk beş kitaba harfiyen inanması, vahiy olduğuna inanç beslemesi, yasalarına uygun hareket etmesi, ritüellerini tekrarlaması kısaca onu yaşamının merkezi kılması gerekliydi. Bunu yapmadığı taktirde hafiften ağıra doğru sıralanan yaptırımlar onu bekliyordu.  Aforoz edilmek kuşkusuz bu yaptırımların en ağır olanıydı. Ama Yahudi tanrısının en önemli özelliklerinden birisi merhametli olmasıydı. O sert olduğu kadar bağışlayıcıydı da. Pişmanlık getireni, nedamet bildireni, af dileyeni merhameti ile bağışlardı. Spinoza’ya verilen ceza en ağırıydı. Bağışlanabileceğine ilişkin hiçbir imada bulunulmuyordu. Ona verilen cezaya İbranicede cherem deniliyor. Buna göre onunla artık iş ilişkisine girilemezdi. Bir şey alıp satamadığı gibi, pazarlık ve anlaşma da yapılamazdı. Başkalarından ders alması yasak olduğu gibi birilerine ders de veremezdi. Bu kişi toplumdan dışlanır ve her türlü münasebetten uzaklaştırılırdı. Toplumsal yaşamın cemaatler üzerinden sağlandığı ve daha cemiyet denilen olgunun ortaya çıkması için yüzyılların geçmesinin beklendiği bir zamanda cemaatin dışına sürülmek tekinsiz bir dünyaya adım atmak demekti. Spinoza bir gün, ortada hiçbir sebep yokken bıçaklanıp ağır yaralanacaktı zaten. 

Spinoza Eski Ahit veya Kitabı Mukaddesi laik bir gözlükle okuyan ilk kişi oldu.  Onun dünyasında mucizelere, tılsımlara yer yoktu. Mucize sayılan şeyler doğanın döngüleriydi. İnsanoğlu bunların sebeplerini bilemediği için onları mucize sayıyordu. Ceza ve mükâfatlar konusunda korkulacak herhangi bir şey yoktu. Tanrıya böyle bir rol tanımak ona insani özellikler atfetmekti. Bu durum tanrıyı ilahi bir varlık sayan görüşe tersti. Oysa kitap tanrıya hem insani özellikler atfediyordu hem de ona ilahi bir statü tanıyordu. O her şeyin üzerinde, her şeyin başlangıcında ise nasıl oluyordu da dünya işlerine bu kadar müdahil oluyordu?  Umutlar ve korkular bizzat dinsel otoriteler tarafından yaratılıyordu. Bunlar sonradan ideoloji diyeceğimiz mekanizmanın işlevlerini üstlenmişti. Korku bir baskı aygıtı gibi iş görürken umut rızayı sağlıyordu. Kitap her şeyden evvel bize bir tarih aktarıyordu. Bu nedenle bir anda ve bir çırpıda oluşmamıştı. Onun meydana gelmesi yüzyıllar almıştı. 

Yasalar sayesinde Yahudiler sosyal örgütlenmelerini sağlam tutabilmişlerdi. Ama bu onların seçilmiş, üstün halk oldukları anlamına gelmiyordu. Kitabın ahlaki savları yani on emir Yahudilere ahlaki bir zemin sağlamış, yasalar dağılmadan bir hayat sürdürmelerine yol açmıştı. Ancak kitabın artıları olduğu gibi zaafları da vardı. Seçilmişlik düşüncesi zihinlerini meflûç hale getirmiş ve dinin temelleri eğer zihinlerini bu kadar zayıflatmamış olsaydı bir gün imparatorluklarını yeniden kurabilirlerdi. Spinoza burada evrenselcilik ile tikellik arasındaki gerginliğe vurgu yapıyor. Yahudilerin ilahi bir statü atfettikleri tanrı ile merhameti ile onları yaptıkları her yanlışta yapılan ahdin hatırına bağışlayan tanrı arasındaki gerilim. Spinoza keskin zekâsı ile İsrail’in tanrısı ile Yahuda’nın tanrısı arasındaki farkı yüzlerce yıl önce tespit edecekti.  Kitabı Mukaddes araştırmacıları bu farka ancak arkeolojik buluşların, metin okumalarının sağladığı zenginlikler sayesinde varacaktı.

Önceki ve Sonraki Yazılar