1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Erzurum’un Düşündürdükleri
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Erzurum’un Düşündürdükleri

A+A-

Erzurum'da yaşananlar ne kadar tehlikeli bir eşikte bulunduğumuzu gösteriyor. Devletin kolluk aygıtının gözleri önünde yasal ve meşru bir mitinge faşist çeteler tarafından müdahale edildi ve miting yaptırılmadı. Bu çeteler işlerini kolluğun gözleri önünde yaptı. Onlara öncesinde bir dokunulmazlık teminatı verilmemiş olsaydı böyle bir şeye cüret edebilmelerinin imkanı yoktu. Çünkü Türkiye'nin ‘sıradan faşizmi’, ancak devlet katlarından himaye ve destek gördüğünde görevini yapabilir. Bu hamlenin şimdilik bir deneme, yoklama mı yoksa bir gözdağı verme mi olduğunu gelişmelere bakarak anlayacağız. 

Türkiye''de bir linç kültürünün bulunduğu ve fırsatını bulduğu yerde harekete geçtiği/geçirildiği aşikar. Türkiye'nin linç rejimi kabahati daima mağdurlara çıkarmıştır. Eğer onlar tahrik etmemiş, kaşımamış olsa ahali bu işlere tevessül etmez denmiştir. Muhafazakarlığı, milliyetçiliği ile maruf kentlere dokunulmazlık tanıyan, hak veren bir kamuoyu da vardır. Ancak geçmişten farklı olarak bu defaki lincin muhatabı ülkenin resmi muhalefeti olmuştur. Her hangi bir azınlık kesim, alışılmış muhalif unsurlar değil çoğunluğun içinde sayılan, fakat mevcut iktidardan sandık yoluyla kurtulmak isteyenler taş yağmuruna tutulmuştur. 

Erzurum'daki çetelerin bu işi devlet katlarından cesaret almadan yaptıklarını zannetmek bedahattir. Valilik ve Emniyet açıklamalarına bakıldığında bu durum net biçimde anlaşılmaktadır. Valiliğin saldırıyla ilgili soruşturma açması gerekirken İmamoğlu'nun olayları tahrik ettiği havası estirilmeye çalışılıyordu. Sivas Katliamı sırasında da katliamın sorumluluğu devletin en tepesindekiler tarafından Aziz Nesin'e çıkarılmıştı. Türkiye'nin linç rejiminin alışkanlıkları hiç değişmiyor. İmamoğlu'nun esnaf ziyareti yapacağını söylemesine rağmen izin almaksızın miting düzenlediği bu oldubittinin rahatsızlık yarattığı ifade ediliyor. Bunun böyle olmadığı ve miting başvurusunda bulunulduğu açıklandı. 

Yasal bir miting yetkililer tarafından suçlu olarak gösterildi. Bu husus Türkiye'de kağıt üzerindeki Anayasal hakların fiiliyatta nasıl askıya alındığını örnekliyor. Anayasaya göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemek için önceden izin almaya gerek yoktur. Sadece bildirimde bulunmak yeterli yeterlidir. Toplantının güvenliğini sağlamak kolluğun sorumluluğundadır. Kolluğun öncelikli görevi mitingi yasaklamak değil toplantının güven içinde yapılmasını sağlamaktır. Dolayısıyla aslında her defasında Anayasal bir hakkın kullanılmasını engelleyen şey kolluğun hiçbir yasal dayanağı olmayan bu keyfiliğidir. Bu nedenle demokratik hakların en önemlisi sayılması gereken toplantı ve gösteri hakkı karşısında sürekli engel çıkartan, hakkın kullanımını sudan bahanelerle neredeyse imkansız hale getiren bir kolluk pratiği ve kültürü vardır. 

Erzurum'da kolluğun yapamadığı iş anlaşılan faşist çetelere ihale edilmiş. Türkiye'nin tarihi dikkate alındığında bu da yabancısı olmadığımız bir davranış biçimi. Toplumun kendi başına davranmasından daima tedirgin olan, hele onun örgütsel kapasitesinin yükselişini alarm zillerinin çalması sayan devlet pratiği her defasında işi mecrasından saptırmak için elinin altındaki paramiliter unsurları sahaya sürer. Bu paramiliter unsurlara her tür lojistik sağlanır ve dokunulmazlık zırhı da verilir. Erzurum örneğinde bir kısmı gözaltına alınmış, fakat hemen serbest bırakılmışlardır. Gün boyu şehirde korku havası estiren, yasal bir mitingi engelleyerek Anayasal bir hakkın kullanımını sabote eden ve onlarca insanın yaralanmasına sebebiyet veren güruhun kim olduğunu devletin bilmediğini, tespit edemediğini zannetmek bu ülkede ömrünü geçirmiş biri için devlet dersinden sınıfta kalmak demektir. Bu kişilerin daha sırtı sıvazlanırken bir gözaltı ile kendilerini kurtaracakları kulaklarına fısıldanmış olmalıdır. 

İktidar sözcüleri sıkılmaksızın bu olayla Hopa arasında bağ kuruyor. Hopa halkı iktidara karşı protesto hakkını kulanmıştı. Protesto hakkı  yurttaşın en tabii hakkıdır. Konvoyunuz ile trafiği altüst ediyor, saatlerce ulaşımı aksatıyor iseniz yurttaşında size tepki göstermek en tabii hakkıdır. Bu hak kullanıldığı sırada bir vatandaşımız hayatını kaybetmişti. O vakit şimdiki iktidarın destekçisi liberallerin bir kısmı bu hakkın kullanılmasını hükümete darbeyle yan yana getirmişti. Türkiye böyle bir yer işte. Teorik derinliği en gelişkin adamlar bile ‘demokrasi aşkına’ gözlerinin önündeki merteği görmekte acizleşir. Bu kafaların eğittiği kafalar şimdi sandık yoluyla gerçekleşecek bir iktidar değişikliğini darbe telakki ediyor. Memleketin ufkunu bu hadiselere verilen tepkilerden ölçmek mümkün. Şimdi muhalefet saflarına katılmış ve yine akıl vermeye çalışan aynı adamlar  bu defa suhulet çağrısı yapıyor.   

Erzurum hadisesi iktidarın aklı selimini kaybettiğinde nelere başvuracağının somut bir örneğidir. Büyük kaybedeceğini bilen iktidarlar ilk önce aklı selimlerini yitirir. Aklı selimini yitiren iktidarları yola getirecek olan halkın örgütlü gücü ve kararlılığıdır. İktidar aklını kaybettikçe daha güçlü bir halk iradesini karşısında bulacaktır. Sabırla sandığı beklemeye ve oylarını korumaya karar veren bir halkı hiç bir gücün caydırabilmesi, verdiği karardan döndürebilmesi mümkün değildir. Türkiye'nin aydınlık geleceğine inananlar  bugün bu kararlılığa her zamankinden daha fazla sahiptir. Göz dağı ile, sandık hileleriyle, bir oldu bittiyle bu iradeyi çarpıtmak deneyenleri tarih önünde mahkum edecek ve büyük kaybettirecektir. 

Türkiye'deki iktidar değişiminin sancısız olacağını düşünmek bu memlekete dair hiçbir şey bilmemektir. Çünkü iktidar kaybettiğinde büyük kaybedeceğini bizden daha iyi biliyor. Düşünülen restorasyonun en ılımlısı dahi çok kişinin canını acıtacak. Yeni iktidar bundan kaçınmaya çalıştığındaysa kendi tabanı ile karşı karşıya gelecek. Halkını yoksulaştırmış, hazinesini boşaltmış, inanılmaz zenginliklere ulaşmış bir siyasi sınıftan elbetteki hesap sorulacak. Yargıya verilen talimatları, anayasanın aleni çiğnenmesini şimdilik bir yana bırakıyoruz. Bu iktidarın en tepesinde bulunanlar on binlerce insanın beton altında kalmasından, bile bile ölüme terk edilmelerinden sorumludur. Bunun hesabını sormak devri sabık yaratmak değildir. Devri sabık hesap sormaya siyasetin bulaşması demektir. Geçmişi siyaseten mahkum etmek için hukuku ensrümantalize etmektir. Bu da yapılmalıdır ancak hukuku bu işe  karıştırmadan. Ancak halkına karşı suç işlemişlerden, siyasi ömürlerini  uzatmak için yargıya talimat vermiş olanlardan hesap sorulmalıdır. Bu hesap sorulmaz ise Türkiye'nin yeni bir başlangıç yaptığından söz etmek asla mümkün olmayacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar