Erdoğanizmin Putinizme Dönüşme İhtimali
Erdoğan ile Putin'in iyi anlaştığını dünya alem biliyor. Bu anlaşmanın temelinde karakter özelliklerinden çok ülkelerini yönetme alışkanlıkları var. Her iki liderde uluslararası sistemde yaşanan karmaşaya, liderlik boşluğuna gözlerini dikerek yönettikleri ülkelerin önüne agresif, ihtiraslı politikalar koyuyorlar. Putin'in hedefi 19.yüzyılın ilk yarısında ve Sovyet dönemlerinde olduğu gibi Rusya'yı bir süper güç yapmak. 19.yüzyılın ilk yarısındaki Rusya hem Avrupa gericiliğinin bir kalesiydi hem de kıtanın hantal bir güç olsa da diplomaside en etkili ülkelerindendi. Bu gücünü Napolyon ordularını yenmeye ve Viyana konferanslarından güçlü çıkmasına borçluydu. Sovyetler döneminde ise faşizmin yenilgisi bu ülkeye dünya çapında bir prestij kazandırmıştı. Çöküş sonrasında ve Yeltsin dönemlerinde Batı'nın paryası bir ülke olmanın sınırlarına gelen Rusya bu zilletten iki binli yılların başından itibaren kurtulmaya başlamıştı. Nükleer silahlara ve doğal kaynaklara sahip olması bu ülkeyi avantajlı konuma getiriyordu. İç meselelerini demirden yumrukla çözmüş, bir oldu bitti ile Kırım'ı ilhak etmiş ve Avrupa'yı enerji ihtiyacında kendine bağımlı hale getirmişti. Rusya 90'larda yaşadığı düşkünlüğü üzerinden atıyor ve Putin'in agresif politikaları ile uluslararası sistemin yeniden dikkate alınması gereken bir oyuncusu haline geliyordu. Suriye'de yaşanan kaostan da karlı çıkmıştı. İlk defa sıcak denizlere inmiş ve yeni üsler edinip Akdeniz'de köprü başları tutmayı başarmıştı. Batı Rusya'nın bu etkinliğini kırmak için Ukrayna meselesini kaşıdı ve Rusya'yı takatten düşürme stratejisini devreye koydu.
Bir istihbaratçı olarak yetişen Putin'in bu başarıları Rusların örselenen gururlarına iyi gelmişti. Emperyal geçmiş yeniden diriltilmiş ve Rusya uluslararası güç oyununa yeniden etkili bir aktör olarak dahil olmuştu. Putin'in ilk yılları ülkenin elindeki en önemli zenginlik olan doğal kaynaklarında stratejik öneminin arttığı bir döneme denk geldi. Hem petrol hem de doğal gaz fiyatları yükseliyordu. Her iki emtianında önemli bir tedarikçisi olarak Rusya iktisadi olarak da belini doğrultmaya başlamıştı. Ülke ulusal onuruna yeniden kavuştuğu gibi genişleyen orta sınıfı sayesinde Putinizmin destekçileri de artıyordu. Siyasete devlet yön veriyordu. Medya ya devletin ya da Putin ile girift ilişkilere sahip oligarkların kontrolündeydi. Oligarklar servetlerini doğal burjuva ilişkilerle edinmemişlerdi. Sosyalizmin çözülüşü sırasında kamu kaynakları yağmalanmış uyanık bürokratlar parsayı kapmışlardı. Oligarklar bürokratların ve girişimci yuppilerin aralarından çıkmıştı. İnanılmaz servetlere sahip oldular. Bu servetin büyük bölümünü yurt dışına transfer ettiler. Futbol kulüpleri, lüks yatlar ve evler satın aldılar. Braudel'in doğum halinde incelediği kapitalist lüks, Sombart'ın emperyal aşamasını betimlediği gösterişçi tüketim, geç kapitalizmin postmodern burjuvaları Rus ve Körfez zenginlerinde temsil ediliyordu. Devlet otoritesinin çöktüğü yıllarda oligarklar adeta derebeylerine benziyordu.
Putin bu sınıfı önce kontrolü altına aldı. Özel mülklerine dokunmaksızın siyaseten mülksüzleştirdi. Çatışanlar ya hapishaneyi boyladı ya da yurt dışına kaçmak zorunda kaldılar. Putin'in partisi giderek devletin partisi haline geldi. Türkiye'den farklı olarak parti devleti değil devlet partiyi yutmuştu. Sıra majestelerinin muhalefetini yaratmaya gelmişti. Adında komünizm olan, ama var olan devlete uysalca bağlı bu parti resmi muhalefeti temsil ediyordu. Putinizmin sınırlarını çizdiği siyasal dili uysalca kabullenmişti. Sovyet düzeni bu parti için bir asrı saadetti. Komünizmden anlaşılan bir tür Rus milliyetçiliğiydi. Devrim yapmış ve bu devrimi enternasyonal hedefler doğrultusunda yaygınlaştırmak isteyen Lenin değil ikinci savaş sırasında Slav yurtseverliğini araçsallaştıran Stalin örnek alınıyordu. Rus Komünist Partisi sovyetik düzenin bir karikatürüne özlem duyuyordu. Tıpkı Putinizmde olduğu gibi otoriter bir siyaset tahayyülüne sahip. Önceliğini özgürlüklere, temel hak ve hürriyetlere değil Slavlığa veriyor. Sosyal hakları bir haklar manzumesi içinde değil devlete itaatin bir parçası olarak ileri sürüyor. Özetle milliyetçi ve devletçi bir komünizm vurgusuna sahip. Özel mülkiyetin ilgası ve özgürleşme tahayyülü olarak komünizmle uzak yakın bir ilgisi yok. Bu milliyetçi komünizm tasarımının dışında aşırı sağa çok daha yatkın siyasal partilerde var. Bunlar irili ufaklı Rus parlamentosu Duma'da temsil imkanı da buluyorlar.
Putinist rejime asıl muhalefeti liberal batıcı akım oluşturuyor, ancak bunların toplumsal karşılıkları çok zayıf. Liberal muhalefet geleneği Rus topraklarında hiçbir zaman güçlü olmadı. Devrim öncesinde liberal burjuvaziyi temsil eden Kadet'lerin gücü de çok zayıftı. Bir devrime öncülük edebilecek ufka ve cesarete sahip değildiler. Şubat devriminde Menşeviklerle yaptıkları ittifak kalıcı olamamış ve kısa sürede siyasetten silinmiştiler. Şimdilerde Rus liberalizmi yine çok güçlü bir temsile sahip değil. Rus düşüncesinde etkili olmuş Batıcı akımın bir uzantısı olarak etkinleşmek istiyor, ancak hem ağır baskılar altında sindiriliyor hem de dış güçlerin uydusu olmakla itham ediliyor. Navatni gibiler geniş kitleleri peşinden sürükleyecek bir toplumsal liderlikten yoksunlar. Marksist gelenek ise Türkiye'de olduğu gibi kırk parçaya bölünmüş ve ortak bir siyasal gündem oluşturmaktan uzak. Seçimlerde bir varlık gösteremiyorlar.
Putin girdiği her seçimi %70'lerden aşağı inmeyen bir destekle kazanıyor. Medyanın tamamı onun kontrolünde. Kurumlar muhaliflere göz açtırmıyor. Türkiye'de de kitapları ile tanınan, uluslararası düzeyde bugün en etkili Rus Marksistti olarak bilinen Boris Kagarlistki Putin'in seçimlerde yaklaşık %5'lik bir oyu maniple edebildiğini söylüyor. Putinist rejim bugün kendi muhalefetini yaratmayı başarmış durumda. Muhalefet Putin'in onu hapsettiği ' dil hapishanesi'nin gönüllü esiri olmayı kabullenmiş vaziyette. Ukrayna ile yaşanılan savaş Rus halkında büyük hoşnutsuzluklar yaratsa da muhalefetin bunu siyasallaştırmak gibi bir çabası yok. Bu savaşı bir vatanseverlik olarak görüyor. Asker kayıpları, askeri başarısızlıklar hasır altı ediliyor. Savaşa ilişkin rahatsızlıklar ancak devlet katlarında mırıldanıyor. Siyaset bir saray içi mekaniğe bağlanmış durumda. Savaşın komutasına ilişkin rahatsızlıklar bir ceza evi kaçkını Prigojin aracılığıyla dışa vurulmuştu. Cezaevinden devşirdiği adamlarla bir paralı ordu meydana getiren bu savaş baronu genelkurmaya başkaldıran bir hamle başlatmıştı.
Türkiye'de de eğer muhalefet kendini toparlayamaz ise, yerel seçimlerden yine bir fiyasko ile çıkarsa Türkiye'yi bekleyen akıbet Erdoğanizmin Putinizme doğru bir evrimi olacaktır. Muhalefetin seçim kazanma şansının olmadığı, buna dair umutların önemli ölçüde tükendiği, bir bütün olarak kendine dayatılan 'yerli ve milli' dili içselleştirip majestelerinin onayını almayı kabullendiği bir ülke. Asıl siyasetin devletin kontrolüne geçtiği, muhalefetin etkisizleştiği bir gelecek. Çok uzak bir ihtimal değil.