Erdoğan’ın Suriye Seferi
Muhalefeti zorlu bir sınav bekliyor. Çıkışlarıyla iktidarı sıkıştırmayı başaran Kılıçdaroğlu’nun kendisi şimdi büyük bir sınamayla karşı karşıya bulunuyor. Ya geleneksel çizgide ısrar edilerek iktidarın milliyetçi, şoven politikalarının kuyruğuna takılınacak ya da Suriye’ye yönelik sınırötesi harekatın Türkiye’nin değil Erdoğan’ın bekasıyla ilgili olduğu topluma anlatılarak önemli bir eşik geride bırakılmış olacak. İçeride sözü tükenen, ekonomiyi toparlayabilme kabiliyeti kaybolan Erdoğan, uluslararası koşulların da uygun olduğunu düşünerek yeni bir Suriye seferine hazırlanıyor. Erdoğan Ukrayna savaşını, İsveç ve Finlandiya’nın alelacele NATO’ya katılma isteğini iktidarını korumak için bir fırsata çevirmek istiyor. Eğer muhalefet bu oyunu bozmaz ise kaybeden Erdoğan’a yeniden kazanma fırsatını kendi elleriyle vermiş olacak. Muhalefetin seçimlere giden virajda bu oyunu bozarak Erdoğan’a bu imkanı vermemesi gerekiyor.
Erdoğan’ın Ukrayna savaşında benimsediği politikanın bir tarafsızlık politikası olmadığı anlaşılmıştır. Erdoğan’ın fırsatçılığını anlamadan, izlediği politikaya övgü dizenler şimdi gerçeği anlamıştır herhalde. Dış politikada keskin dönüşler yapmayı alışkanlık edinmiş bir iktidardan elbetteki barışa hizmet edecek bir tarafsızlık politikası beklenemezdi. Bu söylediklerimiz reel politikayı, ulusal çıkarları yok sayan ve soyut bir insancıllığı savunan düşünceler olarak anlaşılmasın. Uluslararası alanda sıkışmış, kimse tarafından artık güvenilir bir partner olarak değerlendirilmeyen Türkiye’nin dışarıdaki konumu tam bir müflis tüccarı andırmaktadır.
Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’ye yönelik bir somut tehdit bulunmamaktadır. Türkiye Pençe 2 operasyonu ile Irak’ın içinde yeni üs bölgeleri edinmek istemektedir. Bu üs bölgeleri ile hem bölgesel yönetim üzerinde markaj uygulanacak hem de bölgenin Rojava ile bağları kesilecektir. Yaklaşık iki aydan beri süren operasyonun detayları hakkında kamuoyu tam anlamıyla bilgi sahibi değildir. Meclis etkinliğini kaybettiğinden Meclis denetimide çalışmamaktadır. Muhalefet bu konuda kamuoyunun merak ettiği soruları sormaktan uzak durmaktadır. Yapılan resmi açıklamalar ile kamuoyu yatıştırılmakta ve halkın konuyla daha fazla ilgilenmesi engellenmektedir. Eğer beklenen başarılar elde edilmiş olsaydı hiç kuşkusuz büyük bir gürültü ile bunun içeride pazarlamasına çoktan girişilirdi.
Ukrayna Savaşı uluslararası alanda iktidara yeni manevra alanları açtı. İktidar bu imkanları hızlı hareket ederek bir an evvel kullanmak istiyor. Suriye’ye yeni bir sefer başladığında ABD’nin iktidarı memnun etmek için sessiz kalacağı, Rusya’nın kuvvetlerini Ukrayna’ya kaydırması nedeniyle istese de birşey yapamayacağı tahmin ediliyor. İçeride beka sendromu ve milliyetçi seferberlik karşısında muhalefetin sineceği ve çok karşı çıkamayacağı bir iklimin oluşacağı düşünülüyor. En azından muhalefetin bu konuda tek ses çıkartamayacağı hatta aralarında görünür bir uyumsuzluğun olacağı dahi hesaplanıyor. Bütün bu tahmin ve öngörülerin iktidara hizmet edeceği, içeride hayat pahalılığının yarattığı gergin havayı dağıtacağı, milliyetçi teyakkuz karşısında herkesin iktidarın arkasında dizileceği planlanıyor.
İktidar her geçen gün kan kaybettiğini, ülkeyi yönetemediğini, tartışma gündemlerini belirleyemediğini, kendi içinden farklı seslerin çıkmasını bile önleyemediğini görüyor. Türkiye tarihinde iktidarlar böylesi sıkışık anlarda içeriyi kontrol etmek için milliyetçi seferberliklere ihtiyaç duyarlar. AKP’nin elindeki imkanlar bugüne kadar ki yüm iktidarlardan misliyle daha çok olduğundan böylesi hezeyanları, teyakkuz ve seferberlikleri yaratmak için daha istekli olacağı ise aşikardır.
Suriye seferi seçimin anahtarını elinde tutan Kürt seçmeni sandıktan soğutmak üzerine tasarlanmaktadır. Muhalefetin bu sefere destek vermesi veya sessiz kalması Kürt seçmen ile muhalefet arasında kurulan gönül bağını zedeleyecektir. Sefer uzadıkça, çatışma arttıkça ve bilanço kabardıkça bu bağ kopma noktasına dahi gidebilir. İktidar aklı tam da bunu hesap etmektedir. Yanına çekemediği, kazanamadığı Kürt seçmenin muhalefetle birlikte olması önlenmek istenmektedir. Bugüne kadar denen tüm yöntemler boşa çıkmış ve en uyanık, en politik seçmen grubunu oluşturan Kürtler her defasında iktidarın hamlelerini geri püskürtmeyi başarmıştı. Ama Rojava’nın bağrına saplanacak bir hançer ve bunun karşısında muhalefetin iktidarın arkasında dizilmesi Kürtlerin muhalefetle kurduğu duygusal bağı koparabilir. Kürtlerin sandığa gitmemesi, değişim umudundan uzaklaşması veya kendisini onun bir parçası görememesi sadece Erdoğan’a kazandıracaktır. O kazanırken herkes kaybedecektir. Bunu önlemenin yolu muhalefetin iktidarın Suriye politikasını eleştirmesinden değil yeni bir Suriye politikası önermesinden ve Kürt’lerinde burada nasıl bir statüye sahip olacaklarını net biçimde tarif etmesinden geçmektedir.
Bunun için muhalefetin Kürtlerin Suriye’de izlediği politikayı milliyetçi önyargılardan uzak biçimde değerlendirmesine ihtiyaç vardır. Çözüm süreci devam ederken Suriye Kürtleri gözlerini Ankara’ya çevirmişti ve Salih Müslim en yüksek düzeyde ağırlanıyordu. Kürtlerin talepleri karşılıksız bırakılıp Erdoğan ve Davudoğlu’nun neoOsmanlıcı hayalleri dayatılınca ilişki koptu. Büyük güçler arasında sıkışan Kürtler ABD korumasına ihtiyaç duydular. Bu karşılıklı ihtiyaçların ortaya çıkardığı bir ilişkiydi. Türkiye’de kendi devletini eleştiremeyen ve kendine de hala solcu diyen çok olduğundan Kürtlerin bu ilişkisi sanki bir vasalite ilişkisi gibi değerlendirildi. Çok insan gerçeği tam yansıtmayan bu manipülasyonu tartışmasız kabul etti. Sanki Suriye Kürt’lerinin başka bir alternatifi varmış da ellerinin tersiyle itmişler gibi.
Bölge gerçeklerine daha dikkatli ve titiz bir bakış denklemin çok daha karmaşık olduğunu gösterecektir. ABD, Türkiye’nin K.Irak sahasında elini epeydir serbest bırakmıştı. Bu serbestlik Suriye’nin kuzey doğusunda Kürtlerin denetiminde olan sahada bir engele dönüşüyordu. Suriye sahasında ABD’nin çıkarları ile PYD’nin çıkarları kesiştiği için büyük güçler karşısında ABD Suriye Kürt’lerinin hamisi gibi görünüyordu. Halbuki bu bir hamilik ilişkisinden ziyade ortak çıkarların getirdiği bir yakınlaşmaydı. K.Irak’ta Türkiye’ye alan açan, istihbarat desteği sunan, hava koridoru imkanı sağlayan ABD Suriye’nin kuzeydoğusu’nda çıkarları gereği Türkiye’nin önüne set çekiyordu. Aynı şeyi yani K.Irak’ta izlediği politikayı, Rusya’nın kontrolünde olan Kuzeybatı Suriye’de de uyguluyordu. Bu defa Rusya ve Suriye’ye karşı Türkiye ve terörist ilan ettiği HTŞ ile birlikte davranıyordu. Halbuki HTŞ, BM’e göre terörist bir örgüttü ve Suriye El Kaide’sinin içinden çıkmıştı.
Bölgenin kaotik yapısı büyük güçlerle bölge ülkeleri ve yerel güçler arasında böylesi lokal işbirliği alanları oluşturuyor. Çözümsüzlüğün statüko haline geldiği bir durumda herkes bir alan tutarak ve o alanı egemenliği altına alarak büyük hesaplaşmaya hazırlanıyor. Bu karmaşık yapıyı önyargısız değerlendirmeden doğru tahliller yapabilmek mümkün değildir. Soğuk savaşa göre oluşmuş ittifaklar ve dengeler artık söz konusu değildir. Türkiye Suriye’nin bir kısmında ABD ile bir kısmında da Rusya ile işbirliği yapıyor. Suriye’deki durum kısaca böyledir.
Böylesi karmaşık bir denkleme sahip Suriye’de Kürtlerin nasıl yaşaması gerektiğine dair muhalefet tutumunu net biçimde ortaya koymalıdır. Bunu yapmadığı, yapmaktan kaçındığı anda zayıflayan bir Erdoğan’a yeniden hayata döneceği bir şansı kendi elleriyle vereceğini bir an olsun unutmamalıdır. Suriye’ye barış gelsin, sığınmacılar ülkelerine dönsün, Kürtlerde yeni Suriye’de statü sahibi olarak özgürce yaşasınlar. Muhalefet bunu söylemekten korkmamalıdır.