Erdoğan Rejimi çökerken
Tunuslu düşünür İbn Haldun iktidara ulaşmak için iki şeyin gerekli olduğunu söylemişti: asabiye ve dava. Asabiye her hangi bir topluluğun iç birliğini, tutunumunu ve dayanışmasını sağlayan şeydi. Marjlardan, çeperlerden gelen güçler yoğun asabiyelerle yüklü olurdu. İktidarın sunduğu nimetlerden uzaklık asabiyeyi pekiştirirdi. Davaya ise biz modernler bugün ideoloji diyoruz. Asabiye iktidara ulaşmak için tek başına yeterli değildi. Asabiye ancak bir dava ile bütünleştiği taktirde iktidara giden yol kısalırdı. Bir çöküş düşünürü olan İbn Haldun için hiçbir devlet sonsuz değildi. Her birinin belli bir ömrü vardı. Düşünür yaşadığı dönemde o kadar çok hanedanın iktidara gelip yıkıldığını görmüştü ki devletlerin en geç dört kuşak içinde yıkılacağını öngörüyordu. Devletleri yıkıma götüren şey lükse dayanamamaları, karşı koyamamalarıydı. Lüks devletlerin yıkımındaki asli amildi. Lüks asabiye duygusunun altını oyuyor ve dava bilincini köreltiyordu. Lüks beraberinde konforu, sinikliği getiriyordu. Sınırların son derece geçirgen olduğu pre-modern dünyada marjlarda, çeperlerde yeni asabiyeler ortaya çıkıyor ve lükse bulaşmış hadiriler yani şehirliler onların aksiyon gücü yüksek atılımlarına direnemiyordu.
İbn Haldun kuşkusuz modern dünyanın düşünürü değildi. Modern dünyanın devletleri modern ulus/devletlerdi. Modern devlet ise sınırlarının kesinliği, netliği ile tanımlanırdı. Modern devlet egemenliği altına aldığı toprak parçası üzerinde yaşayan nüfusu standardize etmekle öncekilerden ayrılıyordu. Bunu ise okul ve askerlik aracılığıyla yapıyordu. Okul ve gazeteler sayesinde dil standardize ediliyor, askerlik kurumu ise nüfusa ülkesi için savaşma, bu uğurda şehit olma bilincini aşılıyordu. Pre-modern dünyada devletlerin hâkimiyeti kontrolleri altındaki toprak parçasının her yerinde aynı değildi. Çeperlere doğru gidildikçe kontrol gevşiyor ve başka iktidar odakları ortaya çıkıyordu. Bu anlamda modern ulus-devlet hanedan devletlerinden hiç kuşkusuz daha dayanıklıdır. Ancak bazı akademisyenler kabileleşme eğilimlerinin yeniden güçlenmeye başlaması ile birlikte modern ulus-devletleri de artık büyük risklerin beklediğini ileri sürüyor. Bunlar tartışmanın yeri burası değil. Ama İbn Haldun’un söylediklerini devletler için değil de uzun soluklu iktidar pratiklerine uyguladığımızda ilginç sonuçlara ulaşabiliriz diye düşünüyorum.
AKP iktidarı Türkiye’nin modern tarihinin en uzun soluklu iktidarı olmaya aday görünüyor. Eğer tek parti dönemini bir bütün olarak ele alacaksak yani bir kısım Kemalist’in yaptığı gibi Milli Şef dönemini Mustafa Kemal döneminden ayırmayacaksak tek parti iktidarı toplam 27 yıl sürmüştü. Tek parti iktidarındaki gerçek kırılmanın ne İnönü’nün Milli Şef ilan edilmesiyle ne de 1946 yılındaki ilk çok partili sistem denemesiyle başlamadığını, ikinci dünya savaşının başlamasının, Türkiye sıcak savaşın bir parçası olmasa bile gerçek kırılmayı yarattığına inanıyoruz. Çünkü bu tarihten sonra Türkiye savaşın getirdiği şartlar nedeniyle iç dinamiklerden daha çok dış dinamiklerin etkisi altına girmiştir. Milli Şefin savaş sırasında ve sonrasında izlediği politikalara dış dinamikler yön vermiştir. Her uzun sürmüş iktidarlarda olduğu gibi tek parti iktidarında kırılmaların olması olağandır. AKP için de aynı şeyler söylenebilir. Kuruluş dönemini 2007’ye kadar uzatabilir ve asıl iktidarlaşma sürecinin 2010 yılı 12 Eylül referandumu ile başladığını ileri sürebilir ve iktidarının en kudretli gibi göründüğü dönemin ise sonun başlangıcı olduğunu söyleyebiliriz.
Kudret ile güç arasındaki ayırıma dikkat çekerek devam edelim. Kudret gücün tahkim ve konsolide edilmiş halidir. Kudretli iktidarlar tebaasını yönetirken imgeler üretirler. Tebaanın hayal güçlerini ele geçirirler. Başka bir alternatife, seçeneğe yönelmelerine yer bırakmazlar. Kudretli iktidarları yine modern bir kavrama müracaat etmek gerekirse hegemonik iktidarlara benzetebiliriz. Hegemonik iktidar pratiklerinde de zor asla devre dışı kalmaz, varlığını geri plana çekmekle birlikte hissettirir, ancak tebaanın rızası artık sadece korku pratiklerinin yoğunluğundan geçmemektedir. Rıza artık aktif veya pasifte olsa tebaanın imgesel dünyasına hitap etmekle sağlanmaktadır. AKP iktidarları yüzde ellilere dayanan eşiklerde oy ile rıza devşirmeyi başarsa da asla kudretli, hegemonik iktidarlar haline gelemediler. Kendilerine oy veren kitlenin tamamının bile imgeseline nüfuz edemediler. O nedenle kudretli değil güçlü oldular.
Güç ise izafidir, merkezkaçtır ve değişkendir. AKP bugün devlet aygıtının en kılcal yerlerine dahi hakim görünüyor. Ama hükmettiği devlet aygıtı ile her defasında onayına ihtiyaç duyduğu ahali arasındaki ilişki giderek yabancılaşıyor ve uzaklaşıyor. AKP asabiyesini kaybedeli çok oldu. Türkiye’nin liberalleri İbn Haldun’cu bir okuma ile değil daha çok Amerikan sosyolojisinden mülhem merkez-çevre analizleri ile AKP’yi bir çevre partisi olarak değerlendirip saçma sapan argümantasyonlar ile bu partiye destek verdiler. Eğer İbn Haldun okumuş olsalardı bu mağribi düşünürün ‘iktidar döngüsü’ kavramından etkilenir ve bu partiyi otantik burjuva devriminin gerçekleştiricisi payesi ile kutsamazlardı. AKP asabiyesini demokratik değerleri siyasetin merkezine hâkim kılmak için değil merkezdeki lükse ulaşmak için harekete geçirmişti. Asabiyeleri demokratik değerlerle değil kaba maddi ihtiyaçlarla yüklüydü. Merkezin elindeki zenginleşme araçlarının sadece adresleri değişti. Üstelik bu konularda geçmişe rahmet okutacak bir talanın, vurgunun altına imza atıldı. Dava ise ülkenin rejimini değiştirmek, aydınlanma yolunda kazanılan birikimi dağıtmaktan ibaretti. Burada derdimiz bir cumhuriyet birikimi güzellemesi yapmak değil. Bugünü lanetlerken hayali bir geçmişe sığınanlardan da değiliz. Ama AKP’nin bugün geldiği yerde her hangi bir davasının kaldığına da inanmıyoruz.
Bu parti bugün devlet aygıtlarına hükmetse, elindeki yargı aparatı ile muhaliflerine yaşam hakkı tanımasa bile artık bir çöküşün sürecinin içindedir. Diyalektik yine hükmünü yürütmüş AKP’nin kendini en güçlü gördüğü anda ne kadar güçsüz olduğunu ortaya çıkarmıştır. Üstelik onun gücünün kırılganlığını artık bu ülkede yaşamayı düşünmeyen, kapağı ülke dışına atmak isteyen, ülkesinden umudunu tükettiği konusunda ciltler dolusu analizler, saatler süren tartışmalar yapılan gençlik ifşa etmiştir. İstanbul Üniversitesi’nden Saraçhane’ye doğru yürümelerine izin verilmeyen gençlik önüne çıkan polis barikatlarını yıkıp aştığında ahaliye de yol göstermiştir. Gösterdiği AKP iktidarının ve Erdoğan rejiminin zannedildiği gibi kudretli olmadığı gücünün ise kitleler harekete geçtiğinde ancak bir kâğıttan kaplan gücünde olduğuydu. Devam edeceğiz…