Erdoğan Kabinesinin Şifreleri (3)
Türkiye ne zaman bir döviz krizine doğru sürüklense hep uluslararası sermayeyle ilişkileri organik düzeyde seyreden bir şahsiyet kurtarıcı olarak ülkeye davet edilmiştir. Sanayi sermayesinin açık hakimiyetine geçiş anlamına gelen 12 Mart faşizmi sırasında bu kişi Nihat Erim hükümetinde üstelik sol bir teknisyen olarak pazarlanan Atilla Karaosmanoğlu’ydu. Yeni bir faşizm dalgası geldiğinde 12 Eylülcüler ekonominin direksiyonuna Özal’ı oturtmuştu. Muhteşem kariyeri ile hem uluslararası finans kapitalin hem de İstanbul büyük sermayesinin güvenini kazanmıştı. Muhafazakar müktesebatı ise bunları cilalamak için bulunmaz bir avantaj sağlıyordu. 2001’de memleket topyekun soyulup büyük bir çöküşe sürüklendiğinde bu kez bir sosyal demokratın ipine sarılındı. Sosyal demokrattı, ama tek işi memleketi daha güçlü temellerde finans kapitale çıpalamaktı. Tek kişilik iktidar ortağı olarak on beş günde on beş yasa çıkarttırarak, herkesi teslim alarak çeyrek yüzyılımıza hükmetti. Babacanlar filan hepsi Derviş’in uysal öğrencisi oldu. CHP’nin ekonomi kurmayları da onun rahle-i tedrisinden geçti.
Yukarıda anlattığımız süreçlerin tamamında ortalık sopayla ya da seçimle düzlendikten sonra bu kişiler sahneye çıkıyordu. Karaosmanoğlu ve Özal’ı getiren faşizmin sopasıydı. Derviş’i iktidarı artık çökme eşiğine gelmiş olan Ecevit davet etmişti. Mehmet Şimşek vakasını ancak böyle bir bütünsellik içinde kavrayaliriz. Bu defa davet eden iktidarının çeyrek yüzyılına yaklaşan Erdoğan oldu. Her biri iktidarların kaybına yol açabilen tüm keskin dönüşlerin altından Erdoğan sağ salim çıkmayı başardı. Başka birinin böyle bir sihirbazlık yeteneğini göstermesi çok zordu. Erdoğan’a avantaj sağlayan şey görünüşte partiler arasında yarışmacı bir zemin bulunmuş olsa da tamamının tek bir ekonomi politikasını savunmasıydı. Neoliberal egemenlik biçimi ufku kapitalizm ile sınırlı tüm partileri tek bir ekonomi politikasına mahkum etmişti. Şimşek’in yapacaklarını Kılıçdaroğlu seçilmiş olsaydı Babacan veya başka bir isim yapacaktı. O nedenle CHP’nin medyadaki sözcüleri Uğur Dündar ve İsmail Küçükkaya gibi isimler şimdi herkesin Şimşek’e yardımcı olması gerektiğini söylüyor.
Erdoğan karşısındaki muhalefetin bu tek programa mahkumiyetinden dolayı bu tür keskin dönüşleri çok rahat yapabiliyor. Normalde iktidarını kaybetmesine neden olabilecek keskin u dönüşlerini fazla yara bere almadan atlatabiliyor. Şimdi çağırmak zorunda kaldığı Şimşek’i bir dönem kamuoyu önünde dolandırıcı olmakla suçlamıştı. Gıkını çıkarmayan ortağı Bahçeli ise hakaretler etmişti. Türkiye’nin alaturka siyaset sahnesinde bu tür şeyler artık olağanlaştı. Tutarsızlıkların, çelişkilerin, savrulmaların kaydını tutmanın bir getirisi yok. İktidar oyununda ayakta kalmayı başardıktan sonra bu tür dönüşler imrenmeye bile sebep olabiliyor. Erdoğan her defasında ayakta kalmayı başardığından mitolojideki janus gibi çifte bir suratla dolaşabiliyor. Söylediğinin tam aksini savunmasında türlü hikmetler bile aranıyor.
Erdoğan Şimşek’e mecbur kalmasaydı böyle bir şeye yanaşmazdı. Erdoğan seçimi kazanmak için faiz nasdır dedi. Nebati seçim kazanmak için heterodoksiden bahsetti. Ekonomi politik bilgisinden yoksun muhalefet bu açıklamaları saçmalık olarak değerlendirdi. Neden, niçin bu saçmalıklara maruz bırakıldığımızı topluma anlatamadı. Saçmalık denilen politikalar ülkeyi soluksuz bıraksa da Akp’nin gemisini limana yanaştırmasına yetti. Muhalefetin söyledikleri ise kulaklara ninni gibi geldi. Erdoğan’ın tercihleri çok açık ki sınıfsal tercihlerdi. Bu tercihler sayesinde kendi seçmenini konsolide etmeyi başardı. Sıkı para politikalarına değil büyümeye odaklandı. Türkiye bu dönemde aynı kategorideki ülkelerden daha büyük büyüme oranlarına ulaştı. Devlet bankalarından pompaladığı düşük faizlerle kendine bağlı Kobi’leri ihracata odakladı. Pandeminin yol açtığı yüksek işsizliği bu sayede makul bir seviyede tutmayı başardı. Görece yüksek asgari ücret artışları ve Eyt ile popülizm yapma fırsatını kaçırmadı.
Türkiye’nin jeopolitik ayrıcalıklarını kullanarak, küresel güç dengelerini doğru okuyarak ve tahterevalli gibi bir oyana bir bu yana salınarak herkesi kendine mecbur bırakmayı başardı. Seçim sathında dışarıdan swap girişleri ile dövizi bir noktada stabilize etmeyi başardı. Parası bol ülkelere Türkiye’nin askeri kapasitesini bir hizmet unsuru olarak sunmayı vaat etti. Nato içinde çıkardığı krizler ve Ukrayna savaşındaki dengeli duruşu ile Rusya’nın vazgeçilmezi haline geldi. Bunun mükafatı Rus oligarklarının parasının Türkiye’ye demir atması demekti. Mısır ve Libya’da makul çizgiye gelmek suretiyle tekrar Körfez’in güvenini kazandı ve onlara şükranlarını sundu. Korkak ve pısırık AB’nin ruh halini en iyi okuyanda oydu. AB’nin derdi Türkiye’nin demokratikleşmesi değil Asya, Afrika ve Ortadoğu’dan gelen göçmenler için bir duvar olmasıydı. Erdoğan tüm bu alanlarda rolünü bihakkın yürüterek seçimleri almayı başardı.
Bir yazımızda muhalefetin pısırık restorasyon özlemleri karşısında Erdoğan’ın bizzat kendi restorasyonunu başlatabileceğini söylemiştik. Yerel seçim baskısı belki buna tam fırsat vermeyebilir, ama Şimşek’in gelişi ve bir tür Derviş yetkileriyle ekonominin patronluğunun ona verilmesi bu açıdan düğmeye basıldığının işareti sayılabilir. Kontrollü döviz artışına izin verilmesi, Merkez Bankası’nın başına uluslararası finans kapitalin güvenini kazanmış bir ismin getirilmesi muhalefetin pekçok argümanını elinden alacak. Ey okuyucu bunları hayranlıktan anlatmıyoruz. Erdoğan’ın iktidar oyununda muhalefetten çok daha mahir olduğunun altını çizmek için söylüyoruz. Tek proğrama mahkumiyet var olduğu müddetçe muhalefet kazandığını zannettiği her oyunu kaybedecek. Çünkü rakibi gerçek dünyanın gerçek ilişkilerini onlardan çok daha nesnel okuma kabiliyetine sahip.