Edebiyatımızda Şiir Öykü Kardeşliği
Kimi zaman bir ressam okuduğu bir şiirden yola çıkar tablosunu yapar, kimi zaman bir şair baktığı tablodan yol alır şiirini söyler. Doğa ne kadar esin kaynağı ise sanata, sanatın oluşturduğu her ürün de yine yeni bir sanat eserinin oluşması için ilham kaynağıdır. Yahya Kemal’in şiirlerine bir bakalım ne kadar çoktur mimari eserlerinin şiirinde yer alması. Şiir yazarken malzeme olsun diye mi koymuştur o eserleri yoksa o eserler anlatılmak için mi şiir yazılmıştır. Şiirler okununca görülür ki şiir o mimari şaheserlerin yarattığı ilhamla yeni bir sanat eserleri olarak doğmuştur. Yahya Kemal Süleymaniye’de Bayram Sabahı isimli şiirinde Süleymaniye’ye karşı hislerini şu dizelerle anlatır:
“Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye'de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim”
Sanatın artık tek başına ele alınmamaya başlandığı günümüzde bir şairin bir tablodan esinlenerek şiir yazması, bir ressamın bir şiirin imgelerinden etkilenerek resim yapması, bir müzisyenin yazılı bir eserden yola çıkarak yeni bir eser var etmesi gibi durumlar hep olagelmiştir.
Edebiyat içerisinde yer alan bütün dallara baktığımızda, deneme, roman, öykü, şiir hepsinde benzetmeler, eğretilemelerle dili kullanarak yaşamı anlatma çabası var. Kimi zaman insanı insana anlatmak için, kimi zaman kendini topluma anlatmak için ama sonunda insan duygusundan yola çıkarak insanlarla buluşmak için yapılan edebiyatta (Hepsinde dil araçtır, anlam bütünlüğü var.) akışkanlık, disiplin, işçilik yani emek ve insan içinliği ortaktır. Bir yanıyla bireyin içselleştirdiği yaşantısını, diğer yanıyla onun toplum içindeki görüntüsünü yansıtırlar. Orhan Veli örneğinde olduğu gibi kimi zaman kendini sitemli sözlerle anlatır “Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda/dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle” diye, kimi zaman da savaşa giden bir çocuğun arkasından kendi duygu ve dileklerini paylaşırken toplum içinde bir sorumluluk taşıyan bireyi anlatmaktadır.
“Harbe giden sarı saçlı çocuk!
Gene böyle güzel dön;
Dudaklarında deniz kokusu,
Kirpiklerinde tuz;
Harbe giden sarı saçlı çocuk!”
İnsan kendini anlatmak ister, yaşadığını, hissettiğini, gördüğünü, hayal kurduğunu paylaşmak ister. Kendini bulduğu andan itibaren insan mağaraya, taşa, kayaya bunları anlatmıştır. Dili kullanmaya başlayınca da sözlü olarak ifade etmiştir. Sanatlı olsun olmasın dil düşüncenin ve duygunun paylaşım aracıdır. İnsan evrimleşince sanat kendini insanın içinde göstermeye başlamıştır. İşte o zaman da sözlü anlatı türleri ortaya çıkmıştır. Öykü de bunlardan biridir. Mitolojik anlatılardan, efsanelerden, halk edebiyatından beslenmiştir. Günümüz modern öykücülüğü olmuştur. Öykü yazmak zordur. Çünkü az sözle çok şey anlatmak beceri ister, yetenek ister. Tıpkı şiir gibi… İkisinde de her yerde bolca örnek bulmak mümkündür. Herkesin gençliğinde bir şiir yazmışlığı vardır. Çünkü hemen herkes aşık olmuştur, kızmıştır, sevinmiştir, hislenmiştir bunu da paylaşmak istemiştir. Kimi sonra usta şiirleri görünce utanıp bırakmış, kimi kötü yazdığının farkına varmadığı gibi bir de iyi yazıyorum diye böbürlenmiş, övünmüş olduğu kadar, gerçekten hakkını vererek yazmaya devam edenler olmuştur. İşte şiir sanatı hakkını vererek devam edenlerle bugün bizim ruhlarımızı okşamakta, beynimize düşünce tohumları ekmektedir. Öykü de tıpkı şiir gibi kısa yazıldığı için, çoğu edebiyat bilmeyene kolay gelir. Bilinmez ki sanatın en zor yapılanı yetenek yoksa eğer “Ben de yapabilirim diyecek kadar basit yazılıp, bir ömür harcansa bile yazılamayacak kadar zor olanıdır” Az sözle çok şey anlatan şiir bunun için dizeyi, öykü satırları kullanır. İşte bu nedenle her sanat kadar kardeş ama bu ikisi biraz daha yakın kardeştir. Bu kardeşliği daha da benzer kılan öyküyü şiir gibi anlatan ya da düz yazıyı şiir tadında yazan yazarlar vardır. Yazılarını okurken düz yazının dimağımızda bıraktığı şiir tadını buluruz.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Öyküsüz hiçbir sanat yoktur. Her yapıtın bir öyküsü var. Şiir yazarken, resim çizerken de kafamızda mutlaka bir öykü olur. Örneğin, bir ressam, sadece çizip , boyamaz. O kafasında kurduğu bir öyküyü çizimleri ile bize anlatır. Bu öykü kimi zaman Picaso da olduğu gibi iç dünyanın yansıması, kimi zaman da hem iç dünyasını hem dış dünyayı anlatan Van Gogh’un eserlerinde olduğu gibi kendini gösterir. Bir tablo, izleyeni içerisine alır, düşündürür, yorumlatır ve estetik bir haz verir. Devinen, kıpırdayan resimleriyle tanıdığımız Bedri Rahmi hem ressamdır hem şair. Gerek şiirlerinde gerekse tablolarında Anadolu’nun öyküsünü okuruz. Şiirinde de, resminde de öyküyü selamlarız. Nazım Hikmet’in şiirlerinde de öyküyle karşılaşırız. Ancak, şiirlerinin insanları etki atlına almasında sözcüklerinin taşıdığı melodinin, müziğin etkisi vardır.
Şiire gelince, insanlık kültürü çağlar boyu şiirle iç içe gelişti. Şiir, insanlığın gelişim serüveninde yol gösterici oldu. Ki bizler ulus olarak, yaşantımızdaki önemli olaylara şiirlerle tarih düşmüşüz veya tarihi güncele bağlamışız. Kişisel yazışmalarımızda ya da genel konuşmalarımızda, sohbetlerimizde sözlerimizi şiirle renklendiririz. Genellikle insanlar, hoşlandığı bir şiiri ezberleyerek , yeri gelince taşı gediğine koyma amacıyla, şiir okuyarak sözlerine güç katma yolunu izlemiştir. Atasözlerimizin birçoğuysa iki dizeli şiirler niteliğindedir.
Tekrar, şiir öykünün kardeşi mi diye soracak olursak yanıtımız yine evettir. Çünkü;
ikisi de sözcüklerin yoldaşlığıyla, gücüyle tınısı farklı bir durumda dokunur insana, duygularımızı uyararak, yaşamın bütün yönlerini, en ince ayrıntılarına varıncaya kadar serer önümüze. Şiir çığlıktır insana insanlığa, duyumsatır, düşündürür . Öyküyse sesleniştir, sezdirir, düşündürür. Her ikisi de insan içindir, yaşamla ilintilidir, bireyin içselleştirdiği yaşantısını, diğer yanıyla onun toplum içindeki görüntüsünü yansıtır, imgesiyle, simgesiyle düş gücünü canlandırır. İkisinde de dil araçtır, duygu , anlam bütünlüğü ve anlam parlatması vardır. İnsana çarparak sarsar. Öykünün anlatıcısı vardır ama ikisinde de yalın bir dil ve kısa tümceler vardır. İkisi de yaşamdan aldığını yeniden yaşama sunandır.
Bütün sanat dalları insan içindir, yaşamdan alınanın yeniden gerçekleştirilerek yaşama sunulmasıdır. Sanatı yaratan da kullanan da insandır. Bütün sanat dalları birbirine kardeştir ve birbirlerini gülümseyerek selamlar. Şiir ve öykü ise boyu posu, kaşı gözüyle en çok benzeşen kardeştir. Ve aralarındaki yaş farkı birkaç saatliktir.
Dünyada şu anda çok acı, savaş, gözyaşı, kan var. Bizler yazarak, çizerek bu acıları dile getirelim. Bunları gelecekte okuyacak insanların aynı şeyleri yapmayacakları umuduyla, insanlığın barışa, güzelliğe ve sevgiye yönlenmesi için mücadelemizi yapalım.
Şiirle kalın, öykünüzle mutlu yaşayın.. Sanatın ışığı hep üzerinizde olsun.