Dört soruda Recep Garip'le
Kucuksaat.com editörü Taner Talaş, AK Parti Adana Eski Milletvekili Recep Garip ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdi.
Edebiyat, kültür ve sanat faaliyetleriyle gündemden düşmeyen 22. Dönem Ak Parti Adana Milletvekili Recep Garip, kültür,sanat ve siyaset üzerine Taner Talaş'ın sorularını yanıtladı.
Türkiye’nin kültür sanat ve turizm alanına dair yeni beklentiler ve arayışlar olduğu görülüyor. Siz bu beklentiler ve arayışlar İçin neler söylemek istersiniz?
Türkiye'nin yıl boyunca dört mevsimi birlikte yaşadığı kesin. Dört mevsimi bir arada bulunduran nadir dünya ülkelerinden bir tanesidir Türkiyemiz. Sonsuz sınırların, coğrafyanın, tarihin kalbinden gelen bir ülkedir Türkiye. Sorumluluklarımız, büyük coğrafyanın tarihine, kültürel birikimine ortak dil mirasına, inancına, kadim birikimlerine hizmet etmekten geçiyor.
Türkiye'nin dört bir tarafı tarihle iç içe insanlık mirası ile dopdolu. Bir yandan dini turizm, öte yandan deniz ve doğa turizmini besleyen tarih turizmi ile dört mevsim yaşayan bir hazinedir.
Bütün bunlar mevsimlerle yan yana konulduğunda doğudaki cazibe'nin farklılık yansıması batıda, kuzeydeki cazibe'nin Akdeniz'e yansıyan yönü farklı. Bu zenginliğin yerli ve yabancı yatırımcılara açılmasıyla ülkemizdeki kültür, sanat hareketliliği ile turizm hareketliliğini birlikte ele aldığınızda bakireliği kendiliğinden fark edilir.
Dört mevsimin baharında, yazında, sonbaharında bir de kışında var olan kıymetlerin tanıtımlarıyla hem yerli hem de yabancı turist akımının gelmesi sağlanabilir.
İç Anadolu'daki şehirler de dâhil olmak üzere her birisi üzerinden müzakereler ortaya koymak Anadolu'yu Anadolu yapan ruhu yeniden inşasını idrak ederek dünya insanlığına kapıları açmaktır meselemiz.
Burada en önemli belirginlik; tarihi, sanat ve dini dokuların varlığının belirginleştirilerek çekiciliğini artırmaktır. Günümüze kadar yaşayabilmiş insanlık mirası bizim de mirasımızdır.
Mesele var olanı öne çıkarmanın dilini yakalamaktır. Teşhis edilmeyenleri bulup ortaya koymak da öncelikler arasındadır. Son yıllarda dünya turizminin en hareketli olduğu ülkelerden biriyiz. Yıllık 40 milyonun üzerinde turist ülkemizi, değerlerimizi görüyor ve huzurla ülkelerine dönüyor.
Bu sene bu aya kadar gelen turist hareketliliği 35 milyonun üzerindedir. Yıl sonhda 50 mılyon dünya insanının ülkemizi gezeceğini düşünüyorum.
Bu hareketlilikte en önemli unsur yalnızca para kazanmak değil aynı zamanda ülkemizin kültürünü, sanatını, edebiyatını, şiirini, musikisini, resmini, sinemasını dünya insanlığına iletebilme imkânını bulmak, dünya yazarlarının, şairlerinin, ressamlarının, ülkemiz yazarları, şairleri ve ressamları ile musikişinaslar, sinema dünyasıyla bir araya getirildiği bir ülkeden bahsetmek hayalin ötesinde gerçek bir iradenin hükmüyle mümkündür. Bizler bunu yapabiliriz. Dünya çapında kültür sanat festivallerine ev sahipliği yapabiliriz. Dünya yazarlarını sinemacılarını ülkemizde ağırlayabiliriz.
Ülkemiz doğal sinema plajlarıyla dopdolu. Sunada daha büyük atılımlar yapmaya milli kök değerlerimizi dünyayla paylaşmaya mecburuz. Büyük devlet dünyaya çare bulan devlettir.
Kültür ve sanat alanında sizce Türkiye kendi tarih ve medeniyet birikimiyle yarına dair yeni şeyler söyleyebilecek mi?
Büyük dünya devleti olmak demek; büyük bir kültürel sahip olmak demektir. Kültürünüz varsa içinde sanatın, edebiyatın, şiirin, bedi sabatların, lim ve irfanın varlığı kesindir, kuşkusuzdur. Bunlar olduğu için bir medeniyetten bahsedilebilir ve dünyaya kök değerlerimizden geçmişinizden, tarihin altın sayfalarından biriktirdiklerinizle dersler çıkarıp, dünya insanlığını yeniden inşa edebilirsiniz.
Tarihten bahsetmek demek, geçmişte kalmak, övünmek demek değildir. Geçmişin birikiminden azami ölçüde faydalanmak demektir. Dünyayı keşfeden ilim sahipleri eserleriyle bu keşfin anlamını bizlere anlatmıştır.
Hun Türklerinden, Göktürklere, Selçuklulara, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetine kadar gelen tarihi, kültürel ve devletler mirasımızdan ciddi dersler çıkartabiliriz. Güçlü okumalar eşliğinde ilim sahiplerinin rehberliğinde geçmişten aldıklarımızla bugünü şekillendirip geleceği örgüleyebiliriz. İlk Türk devletinden son Türk devletine kadar geçen yaklaşık iki bin yıllık süre içinde ya da Anadolu’da yerleşik olan uygarlıkların verilerinin, bulgularının haber verdiği kanıtlarla 13.500 yıllık bir mirasla ülkeleri, bölgeleri ve kıtaları yeniden yönetebilir, mirasımızla buluşturabiliriz.
Felsefe alanında Farabi, lügat ve edebiyatta Kaşgarlı Mahmut, İbrahim Harezmî, Muhammet el Biruni, Uluğ Bek'ten bahsedip yeni anlayışlar oluşturulmalıdır. El Biruni ve Uluğ Bek üzerinde yeni çalışmalara öncülük edilmeli, geçmişi inşa eden fikir, düşünce, sanat ve ilim sahipleri gençlere tanıtılmalı onlara alanlar açılmalıdır.
Bakınız üzerinde belgeseller, filmler, araştırmalar, eserler yayınlanması gereken ilim öncülerimizden kısaca bahsetmekte yarar görüyorum. Astronomi ve matematikte deha çaplı Ali Kuşçu'muz, Matematik biliminin kurucusu Cizreli büyük âlim El Cezeri bilim tarihine damga vurmuş olan bilim öncülerimizdendir. Cizre üzerine çalışmalar gerçekleştirilmelidir. Nuh Peygamberin kabri şerifi Cizre'dedir. Memu Zin Cizre’dedir. Bunlardan daha zengin dünya mirası var mı?
Tıp bilgilerimizden Akşemsettinmikrobu buluyor, Tıp ve eczacılıkta atılımlar yapıyor, kanser tedavisini nasıl tedavi ederim diye araştırmalar yapıyor. Özbekistan'da El Biruni çağları aşıp gelen bir deha, gökbilim konusunda bize çığırlar açmıştır. Günümüz modern bilim tarihinin, felsefenin oluşmasında Avrupa'ya ilham kaynağı olan Farabi'yi unutmak mümkün değildir.
Yine söylemekte yarar var; astronomi ve matematikte Takiyüddin RaşitSuriyeli - Şam bölgesinden İstanbul'da yaşıyor, vefat ediyor. Astronomide, optikte ve matematikte atılımlar gerçekleştiriyor. Modern kimyanın kurucularından Cabir bin Hayyan unutulması mümkün değildir. Üzerinde ciddi çalışmalar yapılıp filmler ortaya konulması lazım gelir. Nobel Ödülü alan Aziz Sancar'ı unutabilir miyiz? Elbette dünyaca ünlü Türk matematikçimiz Cahit Art, Kuantum fiziğinin dehası Mete Atatüre Ankara doğumludur. İsimlerini sayamayacağım İmamı Azamdan, Gazali'ye, İbni Haldun'dan, Şeyh Galibe, Nedim'den, Baki'ye, Namık Kemal'e, Yahya Kemal ve Mehmet Akif'e, Necip Fazıl'a, Sezai Karakoç'a, Nuri Pakdil’e doğru yolculuğumuz uzar gider ve bizi güçlü kılar.
Bunlar ham maddelerimizdir. Üzerinde mütalaa yapılması gereklidir. İsimlerini sayamadığım yüzlerce ilim, sanat, irfan mensubu bizlerden çalışma bekliyor. Kültür ve Turizm Başkanlığı en güçlü ve etkili Bakanlıklarımızdan biri olmalıdır.
Turizm denildiğinde deniz ve sahil odaklı bir bilinç hâkim. Oysa doğa ve tarih turizmin daha güçlü ve çekici bir yanı değil mi? Sizin turizm anlayışınız nedir?
Türkiye'nin dört bucağı cennetin dört bucağına benzetilebilir. Cennet vatan dediğimizde iki anlam yüklemiş oluruz. İlki Vatanın bölünmez bütünlüğünün şehit kanlarıyla alındığını, yani fetihlerle elde edildiğine vurgudur. Bu da bize, huzurun, güvenin tesis edildiği uçsuz bucaksız topraklarımızı anlatır. İkincisi de gizli hazineleriyle, yaylalarıyla, yaylaklarıyla, meralarıyla, akarsularıyla, gölleri ve şelaleleriyle altından ırmaklar akan cennetin dünyadaki tezahürünü ifade etmektir. Bilindik yerler kadar henüz keşfedilmemiş doğa ve tarihi zenginliklerimizin bulunduğunu da ifade etmiş olalım.
Anadolu tarih boyunca; en önemli yerleşim yerlerinden biri olmuştur. İlmin, bilimin, irfanın, uygarlıkların gelip konduğu, şehirler kurduğu diyarlardır. Çok sayıda medreselerin, hanların, kervansarayların, dini müesseselerin, camilerin, külliyelerin yerleşim alanlarının bulunduğunu ifade etmek yetmez, dünyaya tanıtmak bunu öncelemek bir görevdir. Bu Kültür ve Turizm Bakanlığının asli görevlerindendir.
Amacımız Anadolu coğrafyamızın doğal zenginlikleriyle, tarihten aldığı emanetleri yeniden keşfedip dünya insanlığının ibret alacağı, dersler çıkaracağı kadim anlayışlara dikkatleri çekmektir. Özellikle son elli yıla yaklaşan bir süredir kökü kazınamayan terörün Doğu Anadolu’nun geneliyle ülkemizin dört bir yanında nasıl zarar verdiğini, acılara neden olduğunu, mazlum halkımızın masum yüzünde, toprakla olan temasında köküne, soyuna, geçmişine nasıl da bağlı kaldığını görmek ve göstermektir. İlim ve irfanın, kültür ve sanatın hayatla iç içe geçtiğini ayrı düşünülemeyeceğini, tabiatın dokusunu kavradıkça gördüğümüzü hatırlamak ve hatırlatmaktır.
Güzel atlar ülkesi diye ifade edilen Kapadokya için Ara Güler; “Kapadokya öyle bir yer ki kendini dünyadan başka bir yerde hissediyorsun. Aydaymışsın ya da günün geç saatlerinde ruhlar dolaşıyor gibi etrafında. Kendinizi orada yalnız hissetmezsiniz. Sanki o ruhlar, peribacalarının içindeki kiliselere çağırır. Gizemli bir gezegendir” diyor.
Bilim ve kültür merkezi olan Batman ve Hasankeyf, Ağrı Dağı efsanemizle, Doğu Beyazıt Sarayımız, Kars ve Ardahan Kaleleri ve yaşanılmış canlı hayat öykülerimizin kayıtlarda hala canlı durduğunu, Sarıkamış şehitlerimizin varlığıyla direnen Anadolu insanın uhuvvetinin yeniden inşa etmek ödevimizdir.
Adıyaman, Kâhta’da bulunan Nemrut Dağı, dev heykelleri ve anıt mezarlarıyla dünyanın en muhteşem gün doğumu ve gün batışının filmlere, fotoğraflara aktarılması görevimizdir. Unesco’nun Dünya Kültür Mirası olarak ilan ettiği Nemrut Dağı daha bir muhteşem hareketlilikler bekliyor. Yine, Dünya Mimari Miraslarımızdan Sivas-Divriği Ulu Cami, Erzurum tepeden tırnağa tarih ve uygarlıkların, kültür ve sanatın merkezi durumunda. Bunlar bildiklerimizle henüz yeterince tanıtamadıklarımıza örnektir.
Doğu Karadeniz yaylalarının en güzeli ve bozulmamışlarından olan “Pokut” hizmet ve keşif bekliyor. Çeşitli bitki örtüleriyle yürüyüş yolları ve bakirliğini incitmeden sessizce doğanın sesini, şiirini, musikisini dinlemenin geciktirilmemesi gerekiyor. “Ayder”, ah “Ayder” betonlar içinde doğanın iniltilerinin duyulduğu yaylamız.
Kayseri Melikgazi’de bulunan Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemlerinin izlerinin birbirini tamamladığı “Ağırnas” Mimar Sinan Evi için Faruk Göksu; “Ermeni klasik mimari eseri olan “Ağırnas” yerleşiminde müthiş taş kemerler var. Sinan’ın bu kemer ve taş iş işçiliğinin içinde büyümesinin, mimarlığında çok etkili olduğunu” ifade ediyor.
Antalya, Serik’te bulunan Aspendos Akadlardan bize kalan bir Antik çağ kentidir. Önemli bir ticaret yolu üzerinde olduğu ve “Köprü çay” ırmağı ile limanla olan te4msı her asırda dikkatleri üstüne çeker.
Kendi şehrimden bir iki örnek de vermiş olayım; Adana Tufanbeyli’de “Şar Harabeleri”, Romalılardan kalma Antik tiyatro ile Bizans kilise kalıntıları henüz el dokunulmamış devleti bekliyor. Toros Dağlarının zirvelerinde bulunan bu yerleşim alanlarına krallıklar gelip yerleşmişler. Gebze mevkiinde Hititlere ait kaya kabartmalarına rastlanmaktadır.
Yine Karataş’ta Magarsos Antik Kenti ve tarihi Hanların, Karaisalı bölgesinde Bucak sınırındaki Büyük Han ve Kervansaraylarla Sarışık’ta bulunan Han henüz bakirliğini koruyor. Yumurtalıktaki denizin ortasında insanlığı bekleyen “Yumurtalık Kalesi” çekiciliğini sürdürüyor.
Yalnızca örnek olsun kabilinden anlatıyorum bunları. Siz bunları gün yüzüne çıkarmalısınız ki dünya Turizminden 50 milyon insanın geldiği ülkemizde yalnızca deniz turizminin olmadığını bildirmiş olalım. Tarihi ve doğal zenginliklerle göz kamaştıran Türkiye'mizde, bugüne kadar çok fazla dikkat çekmemiş ve az bilinen birçok yer keşfedilmeyi bekliyor.
İstanbul, ah İstanbul dünya şiirisin sen İstanbul. Şu boğaz harbinden bahsetmenin şimdilik sırası değilse de İstanbul boğazı, Asya ile Avrupa’yı, Karadeniz’le Akdeniz’i birbirine bağlayan Ceylan gözlü bir gelini andırır. Henüz şarkılarını söylemiş değildir İstanbul.
Adınız yeni kabinede geçiyor. Daha önceki dönemlerde de böyle beklentiler olmuştu. Kültür insanı olarak böyle bir görev için neler söylemek istersiniz?
Evet, bende sosyal medyadan duydum ve gördüm. Bir kabine değişikliğinden hem bahsediliyor hem de böyle bir beklenti var. İsmimin geçmiş olmasından onur duydum. Böyle bir teveccüh için teşekkürlerimi iletmek isterim. Ömrüm boyunca ülkemizin kültürüne, sanatına, eğitimine dair gayret içinde oldum, eserler ortaya koymaya gayret ettim. Şiirler yazdım, resimler yapıp, makaleler yayınladım. 40 yılı aşan bir zamandır yazarlığım, edebiyatçılığım sürüyor şükürler olsun. Bu vatanın bir evladı olarak vatanımdan aldığım emanetleri taşımak bir ödevdir. Havasından, suyundan, kültüründen, inancından beslendiğim emanet ağır bir yüktür. Ömrümce onu ödemek için okuyor, yazıyor ve konuşuyorum.
Elbette ki böyle bir görev tevdi edilirse; aşkla, gece gündüz, ülkemize ve coğrafyamıza hizmet etmeyi görev bilirim. Bu görevi ibadet aşkıyla yerine getireceğimden kimsenin endişesi olmasın. Kültür de, sanat da, düşünce de, tarihe tanıklık etmek de medeniyet görevidir.
Ülkemizin dört bir yanı yıl boyunca dört mevsimi birlikte yaşar. Kültür ve turizm cenneti olan ülkemizde bu güne kadar yapılanların asla aksatılmadan devam edilmesi, tedavi edilmesi gerekenlerin tedavi edilmesi görevdir. Var olan, bilinen ve bilinmeyenlerin keşfi ve inşasıyla dünya insanlığının dikkatlerini çekmek de bir görevdir.
Böyle bir görevlendirme elbette ki saygıdeğer Cumhurbaşkanımızın tensiplerine bağlıdır. Eğer böyle bir görevlendirme gerçekleşirse başımız, gözümüz ve gönlümüz üstüne der gereğini yaparız Allah’ın izniyle. Takdir edilmez ise asli görevimiz olan kitaplara olan dostluğumuzla, yazmanın, resim yapmanın ve şiir söylemenin erinci ömrümüzün ödevidir.
Söyleşi için müteşekkirim.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.