Descartes'in Tanrısı
Descartes, dostu ve sırdaşı Mersenne'ye yazdığı bir mektubunda; Tanrısını bir krala benzetmişti. Şöyle diyordu; 'Tanrı'nın tıpkı bir kralın, krallığındaki yasaları koyduğu gibi doğadaki bu yasaları koyduğunu her yerde ilan etmekten ve savunmaktan çekinme!'. Descartes'ın Tanrısı, görüldüğü gibi bir kralın mutlak yetkilerine sahipti. Mutlak iradesinin önünde sınırlayıcı hiçbir engel ve güç yoktu. Herhangi bir yasa, ilke, ölçüt veya değer tarafından belirlenmiyordu. Bütün bu hususların kaynağında o vardı. Ne ahlakın, ne bilgeliğin ne de akılcılığın zorunluluklarına tabi değildi. Descartes'ın Tanrı tasavvuru, Kartezyen akılcılığı ile bir çelişki yaşıyordu. Onun en iyi takipçilerinden biri olan Malabranche bu konularda felsefi akıl hocasından farklı düşünüyordu. Malabranche'ın Tanrısı, rasyonel bir Varlıktı. Tanrı ahlaki, evrensel ve mantıki zorunluluklarla kayıt altına alınmıştı. Yaratıcılığının, inayetinin önünde elbette ki herhangi bir sınırlama yoktu. Her şeyi yoktan var etmişti. Ancak yaratma eylemi, sırasında kendini bir takım ölçülerle sınırlamıştı. Örneğin; onun ahlaki, adil olmayan bir davranışın yanında yer alması düşünülemezdi. Daha yaratırken, kendini kayıt altına almıştı. 17.yüzyılda bu tartışmaların kuşkusuz politik sonuçları da vardı ve onlara daha sonra gelelim.
Descartes'ın, Tanrı'ya atfettiği mutlak iradeciliği, teologlar arasında dahi istisnaiydi. Tanrının kudretine ve mucizelerine sarsılmaz bir inanç içerisinde olan ve her biri son derece mutaassıp olan teolog kökenli filozoflar, bile böylesi bir aşırılığa sahip değillerdi. Tanrı tüm değerlerin, iyiliklerin, güzelliklerin ve doğrulukların tek kaynağı olamazdı. Tanrı yaptığını yapar; ancak iyi olduğunu bildiği şeyleri yapar. Başka türlüsünü yapmak elinden gelmez. İyi dediğimiz şey Tanrı'yı da bağlar. O şey; O, iyi dediği için olmamıştır. Onun dışında, ondan bağımsız bir biçimde iyi dediğimiz, bir kabul ve ölçü vardır ve Tanrı'da buna uymakla yükümlüdür. Uymadığı taktirde doğasına aykırı davranmış olur ve inanlar nazarında tartışmalı hale gelir. Tanrı'nın iradesinin önüne, bu tür engeller konulmuş olması gücünün sınırlanması demektir. Tanrı'nın kudreti, tartışmasız olmakla birlikte, bu kudretin önünde ahlaki, mantıki ve metafizik engeller vardır. Tanrı, bizatihi doğası gereği yapabileceklerini, kendi kendine sınırlamış olur. Bazıları sırf ilahilik vasfından dolayı, Tanrı'nın kendini erdemle bağladığını, söylüyordu. Tanrı; erdemli birini, örneğin cehenneme gönderemezdi. Bu tutum onun ilahilik vasfı ile bağdaşmazdı.
Ancak Descartes'ın Tanrısı, bunların hiç biriyle kendini bağlı saymıyordu. Yüzyılın en büyük matematikçisi kabul edilen ve modern geometrinin kurucusu sayılan filozofa göre, matematiksel doğrular dahi, Tanrı'nın iradesinin bir ürünüydü. Yine Mersenne'ye mektubunda ‘ebedi ve ezeli diyebileceğimiz matematiksel doğrular, Tanrı tarafından tayin edilmiştir ve Onun diğer yarattıklarından daha az olamamak üzere Ona bağımlıdır. Gerçekten de, bu doğruların Tanrı'dan bağımsız olduğunu söylemek; Ondan, sanki O, Jüpiter ya da Satürn'müş gibi konuşmak ve Onu Stiks ve Fates'e tabi kılmaktır.' Descartes'a göre, dünyayı yaratıp yaratmamak konusunda, tümden özgür olan Tanrı; kesin, şaşmaz, şüphe edilmez doğrular olarak bildiğimiz matematiksel doğruları da başka türlü yaratabilirdi. Onların öyle olması, kabul edilmeleri tamamıyla Tanrı buyruğuna bağlıdır. Kısacası her şey; O, öyle olmasını istediği için öyle olmuştur.
Bir şeyin olmuş olmasının, Tanrı'dan önce bir nedeni yoktur. Eğer olmuş olsaydı, Tanrı'yı bu nedenle kayıtlı kabul edebilirdik. Hâlbuki Onun iradesi ile müdrikesi diyeceğimiz, anlağı aynı şeylerdir. Tanrı'nın yapma iradesi ile yaptıkları üzerine düşünme gücü, bir ve aynı şeydir; birbirlerinden bağımsız değillerdir. Descartes, çağdaşlarının bir kısmının ayırdığı yetileri birleştiriyordu. Tanrı'ya rasyonel bir yeti izafe edenler, Onun yapabilme iradesini bu sayede sınırlıyorlardı. Biri Katolik diğeri Protestan olmasına rağmen; Malabranche ile Leibniz, böylesi bir Tanrı tasavvuruna sahiptiler. Farklı mezheplere, inanışlara sahip olmalarına rağmen rasyonel bir Varlığa inanıyorlardı. İnsanın kendine koymuş olduğu rasyonel sınırlamalar, Tanrı için de geçerliydi. Yaratma ediminde tümden bağımsız değildi. Yapıp, ettiklerinin mutlaka bir rasyonel izahı olmak zorundaydı. Teologların, filozofların öncelikli işi de bu rasyonel gerekçeleri bulmaktı. Bunu yaptığımız takdirde, tıpkı insan gibi Tanrı'nın da rasyonel davranışlara sahip olduğunu görecektik.
Descartes, müdrike denilen anlak ile iradeyi tek bir hamlede birleştirerek bu sorunları, tek bir hamlede çözmüş oluyordu. Şöyle diyordu; 'Tanrı'da irade ve idrak öyle öyle bir biçimde tek bir şeydir ki; O bir şeyi buyurmak suretiyle bilir ve tek başına bu nedenle böyle bir şey doğru olur.' Descartes'a göre Tanrı'nın iradesi, Onun bilgeliği tarafından yönlendirilemez, sınırlandırılamaz. Bu iki yeti arsında bir fark, ayrılık-gayrılık yoktur. Eğer olduğunu kabul etmiş olsaydık, rasyonel bir Tanrı tasarımına sahip olanlar haklı olurdu. Çünkü Tanrı, müdrikesi tarafından kendisini sınırlamak zorunda kalırdı. Halbuki irade ile anlak Tanrı için aynı şeydir: 'Tanrı'da, buyurmak, anlamak ve yaratmak, kavramsal olarak biri diğerine öncel olmayan, bir ve aynı şeydir.' Söylediklerinden bağımsız olarak Descartes'ın felsefi dehasının kendini gösterdiği yer de burası. Tek bir hamlede içinden çıkılması güç sorunların üzerinden gelebilmek. Cogito deneyinde de aynı şeyi yapmıştı ve tek bir hamlede yeni bir insan tanımına ulaşmıştı. Aziz Agustiniyus'dan Tommaso'ya kadar yüzlerce teolog ve filozofu uğraştırmış bir meseleye çok yalın, basit bir çözüm önererek işin içinden sıyrılmış oluyor.
Descartes'ın Tanrı tasavvuru ile Kartezyen akılcılığının bağdaşmadığını söylemiştik, başlangıçta. Nadler'de 'mümkün dünyaların en iyisinde uzun uzun bunun üzerinde durur. Descartes daha ilk yapıtında aklını kullanmak isteyenlere her şeyi yalına, basite indirgemelerini tavsiye etmişti. Ama bu indirgemecilik, keyfi olmamalıydı. Yöntemli düşünmenin ürünü olarak ortaya çıkmalıydı. Filozof, Tanrı'ya yönelik olarak da aynı yöntemi uygulamış ve Onu parçalardan oluşmuş, birleşik bir Varlık olarak değil; yalınlığı içinde yekpare bir Varlık olarak tasavvur etti. Bu Varlıkta o nedenle irade ile müdrike aynı şeydi. Birbirinden habersiz, birbirini sınırlayan ve ayak bağı olmayan yetilerdi. Yalınlığı içindeki Varlığın birbirinden ayrılmaz yetileriydiler