Depremden Sonra
Hep o saatlerde uyanırdı. Rahatsızlık veren durumdan kurtulmak için isteksiz de olsa sıcak yatağından çıkar, tuvaletin yolunu tutardı. Çoğu zaman yaptığı gibi, klozetin iç çeperlerine doğru çöğdürürken hep aklına gelirdi anasının o sözü:
“Destur, kiş kiş kiş!..”
Hafifçe gülümser, kiş kiş’leri kış, kış yaparak tekrarlardı bu sözü. Sonraları inanmasa da bu sözün gereğine, anasına olan sevgisinden dolayı söylemekten de geri durmazdı.
“Destur, kış kış kış!..” sözünü her söylediğinde kısacık da olsa geçmişe doğru bir yolculuğa çıkardı.
Kimi akşamlar yemekten sonra anası elini tutar, yakın bir komşuya oturmaya giderlerdi. Bazen yolda çişi gelir, bir ağacın altına yönelirken,
“Destur, kiş kiş kiş, de oğlum!” diye, uyarırdı anası. Bir defasında anasının sözünü tekrar etmiş, çişini yaptıktan sonra da sormuştu.
“Neden öyle diyoruz, ana?”
Anası onun kumral saçlarını şefkatle okşarken,
“Ağaçların altında göremediğimiz cinler, periler, şeytanlar olabilir, oğlum. Onları uyarmak için söylüyoruz o sözü. Söylemezsek bize bir zarar verebilir, hatta çarpılabiliriz de.” demişti de o günden sonra geceleyin ağaç altları hep ürküntü vermişti ona.
***
Bu kez hacet gidermek için uyanmamıştı. Oğlunun o güne kadar hiç duymadığı kadar telaşlı ve endişeli sesi uyandırmıştı onu.
“Kalkın, kalkın! Deprem oluyor! Korkmayın, korkmayın şimdi geçer!..”
Bizi cesaretlendirmek, korkumuzu gidermek istiyordu ama kendisinin daha çok korktuğu sesinden ve ne yapacağını bilmeyen hareketlerinden anlaşılıyordu.
Duvarlar üstümüze üstümüze geliyor, bina başımıza ha çöktü, ha çökecekmiş gibi dalgalanıyor, sinir bozucu çatırtılar duyuluyordu. Dakikalarca sürdü sanki. Durmuyordu, geçmiyordu bir türlü. Durmadı, bitmedi o uğursuz sarsıntı…
On ilimizde onulmaz yaralar açıp binlerce canımızı alana dek…
Kimini enkaz altında, kimini enkazın dışında çaresiz, bir başına bırakana dek…
Kimi ezilerek, kimi havasızlıktan kimi de kışın ayazına uzun süre dayanamayınca tir tir titreyip donarak can verene dek sürdü gitti öncüsüyle, artçısıyla deprem dalgası.
Çoğu da, kendisini kurtarmaya gelecek birini beklemekten umudunu kesip kahrından can verdi. Bize en çok koyan da bu oldu.
Şimdi kime kızacağız?
Kadere mi, coğrafyaya mı, müteahhite mi?
Yoksa devlete mi?
Devlet dediğimiz de sen, ben, o; yani insanların yönettiği bir sistem değil midir?
Öyleyse insana kızacağız. İşini savsaklayan, liyakate göre görevlendirme yapmayan yetkililere kızacağız. Kızmakla da kalmayıp yakasından tuttuğumuz gibi alaşağı edeceğiz.
Kader diye diye bizi kaderciliğin tepkisiz toplumuna dönüştürmeye çalışanları kendi kaderleriyle baş başa bırakıp aklın, mantığın, bilimin sesine kulak vereceğiz.
Yoksa daha çok yaşarız bu faciaları!
Yoksa daha çok yanarız kayıplarımıza!
Yoksa daha çok mezar olur deprem enkazları güzel yurdumun güzel insanlarına!..
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.