1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Demirtaş'ın Çizgisi (3)
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Demirtaş'ın Çizgisi (3)

A+A-

Demirtaş Edirne Cezaevi’nden siyaseti bıraktığını ilan etmişti. Neye gönül koymuştu neye tavır almıştı tartışması sadece spekülasyonun konusu olabilir. Kürt siyasetinin dinamiklerini okuma yetisinden yoksun Türk kamuoyu, gerçek bir okuma yerine daima kutuplaşmış taraflardan birinin Kürt siyasetini kendi politik karını gözeten okumasına eğilim gösterdi. Türkiye’de siyaset iki kutuplu bir denkleme sıkıştığından dolayı Kürtlerin aldığı her tavır kutuplardan birine yarayacaktı. Bu sıkışma her defasında Kürtleri ‘Türklük Sözleşmesi’ etrafında bir yere çağırıyor. Kürtlerin kendi bağımsız, müstakil siyasetlerini sürdürme hevesleri daha doğarken boğulmak isteniliyor. Egemen siyaseti tahakkümü altına almış her iki anlayışında Kürde dayattığı kendi kuyruğuna takılması. Kürdü dışarıda bırakma, siyaseten etkisizleştirme konusunda aralarında çok da gizli olmayan bir sözleşme var. Barış akademisyeni Barış Ünlü buna ‘Türklük Sözleşmesi’ demişti. Kürdün ‘makbul vatandaş’ sayılması, ancak sözleşmeyi kabul etmesiyle mümkündü. Egemen siyasetin hem yerli ve milli hem de seküler kanadı Kürt kendine kazandırsın, ama kendisi için hiçbir şey kazanmasın istiyor. Demirtaş bu denklemi dağıtmak, sadece Kürdün değil tüm yoksulların, ezilenlerin kazanacağı yeni bir durum yaratmak istiyor. Siyaseti bıraksa da siyasetin kendisini bırakmayacağını, başta Kürt halkı olmak üzere bu topraklarda demokratik bir cumhuriyetin ortak çatısı altında yaşamak isteyen herkesin kendisinden yüksek beklentilerinin olduğunu biliyor. Eşi üzerinden yaptığı son hamlelerde sadece bu amaca hizmet ediyor.

‘Türklük Sözleşmesi’nin körleştirdiği bilinçlerin ve egemen siyasetin tüccar zihniyetinin bu hamlelerin maksadını anlayabilmesi çok zor görünüyor. Çünkü egemen siyaset sorun çözmeye değil salt kazanmaya, ülkesinin yapısal dertleriyle ilgilenmeye değil partisel, hizipsel çıkarlarını muhafazaya odaklanmış. Siyasetin konusu hizmet değil rant dağıtmak, iktidar arzusunun itici gücü yandaşına arpalık dağıtmak olmuş. O nedenle memleket bir o yana bir bu yana savruluyor. Türkiye’nin temel sorunları el değmeden olduğu yerde durmaya devam ediyor. Siyaset sınıfını tümüyle etkisi altına alan bu anlayış seçmeni bir yurttaş olarak değil bir müşteri olarak görüyor. Elindeki malın en iyisi olduğuna, tercihini kendinden yana yapması halinde alışverişten kazançlı çıkacağına seçmeni inandırmaya çalışıyor. Seçmen bir yurttaş olmaktan çıkalı çok oldu. Seçmen reklam şirketlerinin elinde pazarlama stratejilerinin bir nesnesi haline getirildi. Sahicilik, gerçeklik duygusu yerini algı operasyonlarına bıraktı. Siyaset insanı yücelten bir varoluş hali olmaktan uzaklaşıp karşısındakini aldatma üzerine kurulu bir hile sanatına dönüştü. Çinliler bu sanatın ustasıydılar, ancak Konfüçyüsçü gelenek bunu savaşın yaratacağı tahribatı en aza indirmek için yapıyordu. En iyi komutan en usta stratejistti ve amaç düşmanı savaşmadan teslim almaktı. Kan dökerek değil. Aldatma sanatı savaş ve diplomasi için geçerliydi.

Egemen siyasetin tüccar yapısı Demirtaş’ın her hamlesinin altında kendini zindandan kurtarmaya dönük bir kasıt arıyor. Eşini adaylaştırma hamlesi iktidarla yapılacak bir pazarlığın prelüdü gibi görüldü. Demirtaş zindandan çıkmak için eşini siyaset sahnesine itiyordu. Kürdün siyaseten attığı her adımda tüccarca hesaplar gizliydi. Bu da onlardan biriydi işte. Seküler cepheye göre Kürde zaten güven olmazdı. İktidar sözcüleri ise Başak Demirtaş’ın adaylığının konuşulduğu yirmi gün boyunca Demirtaş ve Kürtlere karşı çözüm sürecindeki dile rücu ettiler. Demirtaş’ın terörist, bölücü olduğu bir yana bırakıldı. AKP’nin Diyarbakır milletvekili Salim Ensarioğlu ne kadar değerli bir siyasetçi olduğunu dillendirmeye başladı. AKP’nin belediye başkan adayları üsluplarına çeki düzen verdi. Her iki tarafta kendi siyaset algılarını Demirtaş’a yansıttı. Çünkü başka bir siyasetin mümkünlüğüne ihtimal vermiyorlardı. Siyaset denilen şey ilkelerden uzak bir alıp verme işiydi. Herkesin kendi günlük, kısa vadeli karına odaklandığı; ilkesel ve değersel yanları bulunmayan bir eylem alanı.

Demirtaş çizgisinin bu kasaba siyaseti ile hiçbir ilgisi bulunmuyor. O Türkiye’nin demokratik güçlerine siyaseten kazandırma dışında bir amaçla hareket etmiyor. Başta Kürtler olmak üzere arkasındaki halk desteğini iyi biliyor ve gücünü de sadece bu destekten alıyor. Eşinin adaylığı partisinin oylarını İstanbul’da iki katına çekti. Bu gelişme İmamoğlu ardında dizilen seküler güçleri kara kara düşündürmeye başladı. Demirtaş iki kutba sıkışmış ve bir üçüncü gücün çıkmasına izin vermeyen mevcut siyasal sistem de, taktik geliştirebilecek, yaptığı hamleler ile siyasetin ezberini bozabilecek tek siyasetçi. Bu desteği iktidar karşısındaki dik duruşundan alıyor. Demirtaş Kürt sorununun her hangi bir iktidarla değil, ancak devletle çözülebileceğini idrak etmiş bir siyasetçi. Çözüm sürecinin akamete uğratılmasının tüm faturasının iktidar tarafından kendisine kesilmek istendiğinin de farkında. İktidar Demirtaş’ı hem ‘Türklük Sözleşmesi’nin etkisindeki geniş kesimler nezdinde bir ‘terörist’ olarak yaftalayarak bir nefret nesnesine çevirmek istiyor hem de edindiği özgül ağırlığı Kürtler arasında bir kafa karışıklığı yaratmak için Öcalan’la karşı karşıya getirmeyi hesaplıyor. Devlet elindeki istihbarat dâhil tüm güçleri ile Kürtlerin kafasını karıştırmak için devreye sokuyor.

Demirtaş savunmalarında hakkındaki iddialara hukuksal bir savunma ile cevap vermemişti. Kamuoyunda Kobani davası olarak bilinen davanın uydurma bir dava olduğunu, işlediği cürümler sebebiyle değil izlediği siyaset nedeniyle sanık sandalyesinde olduğunu iyi biliyor. Siyasi davaların tamamında olduğu gibi, ancak siyasi konjonktürün değişmesi, Kürt meselesinin müzakere imkânlarının yeniden doğması halinde zindandan kurtulacağının da farkında. Demirtaş Öcalan ile bir liderlik kavgasının olmadığını, Öcalan’ın tarihsel bir önder olarak şiddeti sona erdirecek, dağdakileri ikna edecek ve barışın kilidini açabilecek biricik kişi olduğunu söylüyor. Kürtlerin özgür yaşam dışında hiçbir seçeneğe evet demeyeceğini, Kürt halkının başka bir seçeneği kabul etmesinin mümkün olmadığını belirtiyor. Demirtaş Kürdi yönünü belki de ilk defa savunmaları sırasında bu denli açığa vurdu. Kürdün barış ve demokrasi talebi herkesin kendi olabildiği bir ülkenin yaratılabilmesi içindi. Kürt de herkes gibi demokrasi geldiğinde kendini özgürce ifade edecek ve kimliğini dilediğince yaşayabilecekti. Demirtaş Kürdün İslam’ın dışında yaşayamayacağını da söyledi. Bu medeniyetin bir parçasıydı. Savunmaların bu kısmı da tüccar zihniyet tarafından yanlış yorumlandı. Tıpkı Öcalan’ın Newroz mektubunda ‘Kürtlerin ve Türklerin İslam bayrağı altındaki kardeşliğinden’ bahsetmesinde olduğu gibi Demirtaş’da iktidara bir mesaj mı veriyordu? Demirtaş iktidarla içeriden çıkmanın pazarlıklarını yapmıyor. Bir ara yüzü zorlayarak çözüm zeminini yeniden ihtimal haline getirmek istiyor.

Siyaset yapmak nasıl her insanın hakkı ise en çok da ezilenlerin hakkı. Aristoteles iki bin üç yıl önce insan bir ‘zoopolitikon’dur demişti yani politikhayvan. Kürtlerinde, ezilenlerinde siyaset yapma hakkı var ve Demirtaş bu konuda en mahir siyasetçilerden biri. Ama Demirtaş’ı tüccar siyasetçi gözlüğüyle takip edenler onda sadece kendileri gibi birini görürler: çıkarcı, ilkesiz, ahlaktan yoksun. Demirtaş ezilenler geleneğinin Türkiye siyasetine bir armağanı. Aybar ve Boran’lardan sonra, sistem dışına sürülmüş olanların büyük siyaset sahnesinde hamle yapabilecek, taktik yaratıcılıkta bulunabilecek kıratta çıkardığı yegâne siyasetçi. Elimizde olanın kıymetini bilelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar