Değişimden Kastedilen Ne? (1)
Değişim yeniden sihirli bir sözcük haline geldi. Değişmeyen tek şeyin değişim olduğu ağızlarda bir sakıza dönüştü yeniden. Değişim isteğinin artması bu isteğin karşılanacağı anlamına gelmiyor. Kapitalizmin zaman ve mekandaki hızı arttıkça değişim tapıncı bir ideolojiye de dönüşüyor. Her şeyden bağımsız biçimde değişim retoriği her konuşmanın bir kenar süsü haline geliyor. Değişimden kastedilen, anlaşılan aynı şey olmuyor. Değişimi taraflar kendine yontuyor ve bir kurgunun mütemmim cüzü haline getiriyor. Değişim lafını ağzına en fazla alanlar hiçbir şeyin değişmemesine çabalıyor. Gerçek bir değişimin önünde takoz haline geliyorlar. Değişim her kapıyı açacak bir maymuncuğa çevriliyor. Değişimin içeriği anlaşılır olmadıkça bütün değişim çağrıları soyut kalıyor. Sözcüğü çiklet gibi çiğnemenin dışında bir imada bulunulmuyor. Değişim isteyenler değişimin gerektirdiği cesarete sahip değiller.
Şimdi değişim rüzgarları CHP'nin kapılarını dövüyor. Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri en çok bu partiyi sıkıntıya soktu. Yaşanılan hayal kırıklığı karşısında herkes değişim retoriğine sığındı. Herkes değişimden yanaymış da haberimiz yokmuş. Ancak ortaya çıkan tavırlara bakıldığında değişimi ağzına alanların beklentilerini siyaset alanına sürmek için sözcüğe bir joker gibi sarıldıklarını görüyoruz. Neden, niçin, nasıl olacak soruları cevapsız kalıyor. Değişim istekleri göze kestirilen mevkilerin bir şifresine çevriliyor. Tüm tarafların adeta ezop diliyle konuşmayı tercih ettikleri bir vasatta sözcülüğe soyunanlar değişimden ne anladıklarını toplumla birebir tartışmaktan kaçıyor. Değişim gizli saklı yürütülen bir diplomasiye çevriliyor. CHP tabanının değişimin bir faili haline gelmesine kimse yanaşmıyor. Değişim sanki gökten gelen vahiyde olduğu gibi sessiz sedasız gerçekleşecekmiş gibi bir hava yayılıyor.
Değişim retoriği zorunluluktan kaynaklanıyor. CHP seçmeni derin bir hayal kırıklığı yaşıyor. Seçimin kazanılacağına inandırılan insanlar kaybedilen seçimin doğurduğu şoku bir türlü atlatamıyor. Sırf seçimin kazanılması için en büyük özverileri göstermişlerdi. Partinin ideolojik çizgisinin belirsizleştirilmesine, sağcı siyasetçilerin partiye doldurulmasına, örgütlerin siyaset baronlarının emrine girmesine, milletvekili listelerindeki keyfiliğe, başarısızlığın mükafatlandırılmasına bu defa oluyor diyerek seslerini çıkarmamışlardı. Tek listeyle girilen örgüt seçimlerini, kamu gücünü kullanan belediye başkanlarının örgütlerde cirit atmasına, kazanılan belediyelerde üvey evlat muamelesi görmelerine seyirci kalmışlardı. Sağ ile yapılan ittifakın bir seçim ittifakı olmaktan çıkarak partinin ilke ve programını aşındıran bir işbirliğine dönüşmesini kayıtsızlıkla seyretmişlerdi. Parti elitlerinin mutlaka bir bildikleri vardı. Partiye yakın anket firmaları da bu stratejik ve taktik yönelime çanak tutmuştu. Demek ki yapılanlar seçim kazanmak için ödenmesi gerekli bedellerdi.
Seçimler kazanılmayınca dananın kuyruğu koptu. En büyük yenilgi milletvekilliği seçiminde alınmıştı. İttifak partilerinin hiçbir getirisi olmadığı gibi yaklaşık kırk milletvekili almışlardı. AKP'den oy getirmeleri ve alternatif bir odak olmaları için bonkör davranılan bu partilerle ilgili yapılan hesap tutmamıştı. Şener'in oy vermediğini söylemesiyse işin tuzu biberi oldu. Seçmenle yaşanılan güven ilişkisini çözmenin tek yolu değişim beklentilerinin karşılanacağı vaadi oldu. Uzun Genel Başkanlık döneminde Kılıçdaroğlu şimdi en büyük krizini yaşıyor. Önceki seçimlerin hiç birinde aday olmamıştı ve sorumluluğu başkalarına atmıştı. Bu seçimde olduğu düzeyde seçimlerin kazanılacağına dair bir beklenti ve hava da oluşmamıştı. Erdoğan karşıtı ittifakın kurulması için diğer partilere karşı hiç böylesi bir siyasi bonkörlük de yapılmamıştı. Tüm beklentiler iskambilden bir şatonun çökmesinde olduğu yerle bir oldu. Bu kriz geçiştirilecek, ötelenecek ve zamanla unutulacak bir kriz değil. Kaybetmenin ağır şokunu yaşayan kitleleri sıradan değişim retorikleri ile ikna edemezsiniz. Mesele salt genel başkanlık değişimi ile sınırlı da değil.
Kılıçdaroğlu klasik yöntemi ile krizi yönetmeye çalışıyor. Önceki yenilgileri parti içi aktörlerin reflekslerini okumasını bildiğinden rahatlıkla çözebilmişti. Uzun genel başkanlık yılları Kılıçdaroğlu'na CHP'ye dair müthiş bir deneyim kazandırdı. En karşıtı olanların dahi zaaflarını iyice öğrendi. Hem deneyimi hem de tüzüğün genel başkana vermiş olduğu yetkilerle önceki süreçlerden kazasız belasız kurtulmuştu. Ancak bu kriz parti ile seçmeni arasında oluşan bir kriz. Seçmen partinin genel başkanı da dahil kurumsal yapısına güvensizlik duyuyor. Kendine karşı şeffaf davranılmadığını, doğru bilgilendirilmediğini, söylenenlerin boş çıktığını duyuyor ve işitiyor. Önüne değişik kaynaklardan sürekli veri geliyor. En basiti sandık güvenliğine ilişkin yapılan resmi açıklamaların doğru olmadığını başka sözcüler söylüyor. Seçmenin kafası karışıyor, kime inanacağı ve güveneceği konusunda tereddüte düşüyor. Kılıçdaroğlu yaptığı ilk açıklamalar ile bu güvensizliği daha da körükledi. Bütün ıslak imzalı tutanaklar toplanmıştı ve seçim kaybedilmişti. Ancak seçmen seçimlere hile karıştığından tereddüt etmiyordu. 17 bin sandığın boş bırakıldığı söylenirken Kürt illerinde iki seçim arasında sandıklara yansıyan bariz tutarsızların izaha ihtiyacı vardı. İlk seçimde Kılıçdaroğlu'nun domine ettiği sandıklardan ikinci turda Erdoğan çıkmıştı. Kılıçdaroğlu daha bu konularda bile tatmin edici bir açıklama yapamamıştı.
Seçimin kaybedilmesinin temel nedeni TRT ve kırsal oylardı. Bu durum sadece bu seçime mahsus değildi ki? Bu sorun CHP açısından yapısal bir sorundu ve ilk defa yaşanılmıyordu. Bu sorunun aşılması konusunda ise en küçük adım atılmamıştı. Örneğin milletvekili listelerinin oluşumunda o kentin demografisine, etnik ve mezhepsel haritasına, sınıfsal özelliklerine, yerel hassasiyetlere hiç önem verilmemişti. Listeler parti içi klikler tarafından yapılmıştı ve öncelik klik ihtiyaçlarına verilmişti. Ön seçim ise zaten unutulmuştu. Bu yöntemi bir ilkeye dönüştürmek ve tabanı bu konuda eğitmek konusunda en küçük adımlar atılmamıştı. Nedenlerin üzerine gidilmeden sonuçlardan şikayet ediliyordu ve bundan kimse tatmin olmuyordu.
Kılıçdaroğlu için değişim her zaman yaptığı gibi kendi seçtiği, kendi atadığı kurulların değişiminden ibaretti. Dengelerle oynayarak, ekipleri birbirine karşı kullanarak ayakta durabilmişti. Şimdi ilk defa değişimin önündeki en büyük engel telakki ediliyordu. Değişimin en tepeden başlaması seslendiriliyordu. İsmi hiç olmadığı kadar tartışmalı hale gelmişti. Yaptığı açıklamalar ve değişimi kurullarla sınırlaması ile beklentileri karşılayamıyordu. Bulduğu formül benim dışımda her şey değişsin idi. Ancak tek seçici, atayıcı olarak şikayet ettiği yapı bizzat kendisinin eseri değil miydi?