1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Darbe püskürtülebilir
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Darbe püskürtülebilir

A+A-

Turpun büyüğü heybeden çıkartıldı. Anlamakta zorlananların dahi her hangi bir mazeret ileri süremeyecekleri biçimde ahaliye gösterildi. Hukuk tartışmaları içinde boğulmanın ve hukuki süreçler içerisinde sonuç alınabileceğinin artık sonuna gelindi. Siyaset güç üzerinden yapıldığı için son duruşmada hukuk güçlü olanın karşısında direnemez. 13.yüzyıldan itibaren kentlerde toplanmaya başlayan tüccarlar zümresi ortaya çıkmasaydı ve bu zümre 16.yüzyılla birlikte dünya ekonomisinin Atlantik’e doğru kaymasıyla beraber bağımsız bir sınıf haline gelmeseydi, sömürgecilikten edindiği servet birikimi ile birlikte sanayi devrimine giden yolların taşlarını döşemeseydi modern burjuva hukuku da ortaya çıkmazdı. 18.yüzyıla damgasını vuran ve Montesquieu ile Rousseau’da simgelenen siyasal hukuk ve kuvvetler ayrılığı tartışması bütün bu sürecin hasılasıdır yalnızca. O nedenle hukuk içinde ilerlenecek yol bir yere bir vakte kadardır. Son tahlil veya duruşmada son kelamı gücün yoğunlaşmasından başka bir şey olmayan siyaset söyler.

Bu nedenle Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması ile başlayan süreç hukuksal değildir. Erdoğan kendisine muhalif olanların tümünden farklı bir biçimde meselelere siyasal yaklaşabildiği için hamle üstünlüğü elde edebiliyordu. Muhalifleri karşılarına çıkan siyasal meselelere siyasal yaklaşımlar geliştirmekten uzak duruyor ve hukuk içinde çare üretebilecekleri zannıyla davranıyordu. Bunun sonuç verecek bir yol olmadığını anlatana kadar dilimizde tüy bitti. Önce diplomanın iptali ve daha yarım gün geçmeden bir şafak operasyonu ile İmamoğlu ve onlarca kişinin gözaltına alınması asıl meselenin hukuk olmadığını artık anlamak istemeyen kafalara da fark ettirmeye yetti.

Daha seçimlere üç yıl varken iktidarı böyle bir hamleye yönelten şey CHP’nin Cumhurbaşkanı adayını daha üç yıl varken erken belirleme kararı alması ve İmamoğlu'nun bu seçime tek aday olarak girmesiydi. İmamoğlu rejimin muhalifleri için belirlediği sınırlar içerisinde siyaset yapmayı kabullenmiş olsaydı başına bu işler gelmezdi. Hakkındaki iddialar işin bahanesidir sadece. Eğer İmamoğlu Erdoğan’a karşı dişli bir siyasal rakip olarak ortaya çıkmasaydı ve iddiasının arkasında kararlı bir biçimde durmasaydı ne yolsuzluk ne usulsüzlük iddialarında bulunulur, her gün ayrı bir yargısal kuşatma ile karşılaşmazdı. Eğer İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğu ile yetinmeyi bilseydi ve belediyenin sağladığı imkânları Erdoğanist rejime karşı bir iktidar yürüyüşü başlatmak için kullanmamış olsaydı zinhar başına bu işler gelmezdi. Türkiye’nin düzeni iktidarın size tanıdığı siyasal alanı zorlamadığınız, çizmeyi aşmadığınız sürece size dokunmaz ve hatta her tür koruma zırhı ile sizi güvenceye alır. Belediye imkânlarını kullanmayı ve bu imkânlarla siyasetin merkezine doğru bir yürüyüş başlatmayı en iyi bilenler bugünün muktedirleridir. ‘İstanbul alan Türkiye’yi alır’ sözü Erdoğan’a aittir.

O nedenle hukuk içinde ilerlenecek yolun sonuna gelinmiş, iktidarın hukuku araçsallaştırarak uygulamaya koyduğu darbeyi halkın kararlı direnişi dışında önleyebilecek bir başka kuvvet kalmamıştır. İktidar bütün kuvvetleri birleştirmiş, emri altına almış ve Türkiye’yi bir parti devleti haline dönüştürmüştür. İktidar partisine mensubiyet imtiyazlı, ayrıcalıklı hale gelmiş, kamu ile ilgili işlerinizin halledilmesi iktidar partisi ile yakınlığınıza bağlı kılınmış, vatandaşlık ölçüleri baştan aşağıya değişmiş, iktidar partisine üye olanlar makbul vatandaş haline gelmiştir.

Haksızlıklar, hukuksuzluklar herkesin gözüne batar hale gelmiş iktidar mensupları bile bu durumdan rahatsız olmaya başlamıştır. İktidar topluma reva gördüğü haksız uygulamalar nedeniyle siyasi meşruiyetini kaybetmiştir. Siyasi iktidarını devam ettirebilmek için hukuk dışılıklara sığınmaya, algı mühendisliklerine başvurmaya ve devletin zorunu keyfi biçimde muhaliflerine karşı kullanan bir sürecin içine girmiştir. Bu gidişin sonu yoktur. Türkiye toplumu siyasi meşruiyetini kaybeden iktidarı sivil, şiddetsiz bir biçimde ancak demokratik haklarını kararlılıkla kullanarak tarihe gönderecektir. Eğer bu süreç iktidar lehine sonuçlanırsa bundan sonra en küçük bir muhalefetin bile kafasını kaldırmasına izin verilmeyecektir. Ülke adeta bir dikensiz gül bahçesi haline getirilecek ve ancak majestelerinin muhalifi olmayı kabullenenler siyaset yapma ayrıcalığına sahip olacaktır.

İktidar muhalifleri ile meşruiyet sınırları içerisinde siyasal rekabet yürütemeyeceğinin farkındadır. Muhaliflerini görece adil siyasi rekabet koşullarında yenemeyeceğinin ayrımındadır. Siyasal alanı istediği gibi düzenleyerek, siyaset yapmanın sınırlarını tayin ederek ve karşısına çıkacak siyasi rakipleri bizatihi kendisi seçerek siyasal alanı tümüyle kontrolü altına almak istemektedir. Böylesi bir ülkeye demokrasi denemeyeceği izahtan varestedir. Bu şartlarda seçme-seçilme hakkı ortadan kalkacak, sandık iktidara meşruiyet kazandırmanın bahanesine dönüşecektir. Bu şartlarda seçime girmek iktidara hizmet etmekten başka bir işe yaramayacaktır. Siyasi rekabet koşullarının adil olmadığı, anayasal organların bu vasıflarını kaybederek tümüyle iktidarın aracına dönüştüğü bir yerde artık seçimlerle iktidarın değiştirmek bir hayal olarak kalacaktır. Bugünün uluslararası koşulları sandığı tümüyle ortadan kaldırmaya uygun olmadığından buna cüret edilmemektedir. Yarın uluslararası ilişkiler kopma noktasına gelindiğinde, bir bölgesel savaşa taraf olunduğunda veya büyük bir uluslararası ekonomik kriz ortaya çıktığında sandığa bile gereksinim kalmayacaktır. Hiç şüpheniz olmasın dünyanın gidişatı da bu yöndedir.

Halk güçlerinin dağınıklığı, toplumsal muhalefetin cılızlığı ve düzen içi muhalefetin bugüne kadar hukuk sınırları içinde siyaset yapmayı alışkanlık haline getirmiş olması ve kritik eşiklerdeki acizliği iktidara bu cesareti verdi. Artık iktidar- muhalefet ilişkilerinde alışılmış düzenin sonuna gelindi. İktidar eğer hedeflerine ulaşır ve siyasal alanı tam anlamıyla kontrolü altına alırsa Türkiye’yi bekleyen bugünkünü bile aratan koyu bir karanlık olacaktır. Baskının, korkunun, tahakkümün altında sesini çıkaramayan halk daha yoksullaşacak ve çareyi iktidar sahiplerinden ulufe dilenmede görecektir. Halk muhalefetinin kaybetmesi korkuyu yaygınlaştıracak ve korkunun çoğalması en fazla iktidar sahiplerinin işine yarayacaktır. Korku yoksullukla birleştiğinde ahali artık yurttaş olmaktan çıkacak ve insafını efendi bildiklerine terk etmiş olacaktır. Halk yığınları kararlılıkla iktidarın darbesini bertaraf edebilir ve geri adım attırmayı başarabilirse eğer Türkiye gerçek anlamda hürriyeti solumaya başlayacak ve hepimiz onurumuzu, şerefimizi bu sayede kurtarmış olacağız. Dolayısıyla ülkenin içinde bulunduğu durum sürdürülebilir olmaktan çıkmış ve memleket bir karar anına gelmiştir. Ya yenilip zilleti yaşayacağız ya da insan olmanın temel değerlerini yeniden kazanacağız.

Önceki ve Sonraki Yazılar