Dananın kuyruğu
Turgay Develi yazdı
Aslında her şey ayan beyan ortada olmasına rağmen, Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP Genel Başkanı olarak rolünün, yani ne yapmak istediği, neye, hangi amaca hizmet ettiği konularının hem CHP'liler tarafından, hem de Türkiye'deki siyaset esnafı tarafından doğru anlaşılamadığını düşünüyorum.
Yazılarımda, mütemadiyen, 12 yıl gibi uzun bir süreden beri CHP Genel Başkanlığı koltuğunda oturan Sayın Kılıçdaroğlu'nun, daha ilk günden itibaren (CHP Genel Başkanlığı dışında) kişisel bir kariyer hesabı yapmadığına dair örnekler vererek, bu kez de, Cumhurbaşkanı adayı olmayabileceğine işaret ediyorum.
Buradan yola çıkarak, eğer ben yanılıyorsam ve Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı adayı olacaksa da, artık Genel Başkanlık koltuğuna oturması ile başlayan yolculuğunun ikinci aşamasına geçilmiş demektir.
Bunun açıkça anlaşılabilmesi için ise kısaca geriye dönüp, hem CHP'de hem de ülkede olup bitenleri hatırlamak gerekiyor.
Hiç kuşkusuz bunun ilk adımı, Kılıçdaroğlu'nun ülkenin ikinci en güçlü siyasi figürü olmasını sağlayan, CHP ve Türkiye'nin geleceğinin şekillendirilmesinde rol almasına yol açan, CHP Genel Başkanlık koltuğunun boşalması/boşaltılması vakası. Bunun kim ya da kimler tarafından hangi gerekçeyle ve nasıl yapıldığını bilmiyoruz ve bu zaten ayrı bir tartışma konusu.
Bildiğimiz bir şey, delegelerin tamamını 'çaktığı' bilinen dönemin güçlü Genel Sekreteri Önder Sav'ın işaretiyle boşalan koltuğun sahibi olarak Sayın Kılıçdaroğlu'nun belirlendiği. Bir ilçe delegesi için bile muhataplarıyla kıran kırana mücadele ettiği bilinen Sav'ın, CHP'nin bütün kurultay delegeleri üzerinde tartışmasız bir hakimiyeti varken, yine kendi yazdığı delegelerle kendisinin de tasfiye edilmesine giden yolun taşlarını döşemeye hangi gerekçeyle ikna edildiğini de bilmiyoruz.
10 Mayıs 2010 tarihinde toplanan kurultayda, Deniz Baykal kurultay salonuna bile gelemez hale getirilince Önder Sav, o dönemde parti örgütü içinde hiçbir ağırlığı olmayan ve bürokrasi geçmişi dolayısıyla TBMM'de Grup Başkanvekili olarak görevlendirilen Kılıçdaroğlu'nu Genel Başkan olarak seçtirdi.
Kılıçdaroğlu da, aynı delegelerle ardı ardına toplanan Kurultaylarda oluşturduğu listelerle, partide yarış içinde farklı görüş ve dolayısıyla da farklı bir bakış açısına sahip birçok siyasi figürü önce Parti Meclisi'ne ve oradan da Merkez Yürütme Kurulu'na taşıdıktan bir süre sonra bu isimlerin neredeyse tamamını bırakın parti yönetiminde tutmayı, Milletvekili dahi yapmayarak parti kadrolarını tamamen boşalttı.
Bu süreç sonunda parti örgütleri belediye başkanlarına teslim edildi ve böylelikle de Genel Başkanlık için Kılıçdaroğlu'nun karşısına çıkmaya cesaret eden (İlhan Cihaner gibi) adayların topladıkları imzaların kolaylıkla geri çektirilebildiği bir süreç başladı.
Kılıçdaroğlu'na Genel Başkanlık yolunun açılması ve onun partiyi oturttuğu hat ile bunu yaparken oluşturduğu yönetimin ruhu, partinin ve ülkenin geleceğini şekillendiren kararların arka planını oluşturuyor.
'Anayasa'ya aykırı olduğunu biliyoruz.' denilerek dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek verilmesi ve bununla ilgili parti içinden cılız dahi olsa aykırı bir ses çıkmaması, mühürsüz oyların kabul edilmesi için parti örgütüne talimat verilmesi ve buna itiraz edilmesinin engellenmesi gibi gariplikleri buna örnek olarak verebiliriz. Ayrıca, bugün ülkemizin yaşadığı temel sorunların sebebi olan ekonomik politikaların uygulanmasında bürokrat veya siyasetçi olarak sorumluluğu olan isimleri parti yönetimine taşımak, buna rağmen halktan bu sorunları biz çözeriz diye oy istemeyi de bir başka can alıcı örnek olarak verebiliriz.
Bugün partiyi yöneten anlayış ve kadroların bir zincirin halkaları olduğu açık. Bu durum partide esaslı bir tartışmayı hak etmekle beraber, bu parti içi bir değerlendirme olacağından, şimdi zamanı ve yerinin burası olmadığını düşünüyorum.
Tüm bu anlattıklarım ve verdiğim birkaç örnek dışında daha onlarcasını sayabileceğimiz gerekçelerle ben, Sayın Kılıçdaroğlu'nun (eğer aday olup olmamak tek başına kendi kararı olacaksa) CHP Genel Başkanlığı koltuğunu, sonucu belli olmayan bir yarış için normal şartlarda bırakmayacağı kanaatindeyim.
Eğer aday olacaksa, yani ikinci aşamaya geçilecekse, Kılıçdaroğlu'nun CHP'de yapmak istediklerinin tamamlanmış olduğu düşünülüyor ya da emaneti sağlam ellere bırakacağı hesaplanıyor olabilir. Bu hesap tutar mı, hesap tutarsa da parti bu çalkantıdan tek parça olarak çıkar mı tartışması içine, yukarıda da değindiğim gibi, burada girecek değilim.
Ama kesin olan şey, Sayın Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığına aday olup yarışa girdiğinde, kazansa da kaybetse de partiye dönüşü ol(a)mayacaktır.
6'lı ittifakın kararının oluşmasında Kılıçdaroğlu açısından dananın kuyruğunun kopacağı nokta partisini, ittifak ortaklarını ve seçmeni, seçimi kazanabileceğine ikna edip edemeyeceği olabilir.
Dolayısıyla da, Kılıçdaroğlu'nun tek tek kendisinin belirlediği yakın çalışma arkadaşlarına, milletvekili ve belediye başkanlarına yönelik yaptığı 'Artık karar verin, gerçekten benimle misiniz?' şeklindeki son çıkışını, bu konuda yalnız kaldığına inanarak yaptığını düşünüyorum.
Bu bağlamda, planlanan ABD ziyaretinde Sayın Kılıçdaroğlu'nun görüşeceği Bernie Sanders'ın kendi Başkanlık aday adaylığı döneminde başına gelenler de kendisi için iyi bir örnek teşkil ediyor olabilir.
Demokrat Parti içerisinde çok güçlü bir taban desteği olan Sanders, bu desteğine rağmen başkan adaylığı yarışını iki defa, seçmen nezdinde pek popüler adaylar olmasalar da delegelerin desteğini alan Hillary Clinton (2016) ve Joe Biden'a (2020) kaybetmişti.
Delegelerin %70'i, Clinton ve Biden'ın Cumhuriyetçilere karşı seçim kazanma şansının daha yüksek olduğunu düşündükleri için Sanders'a oy vermediklerini söylediler.
Şüphesiz ki Kılıçdaroğlu'nun bugün partisi ve ittifakı içerisinde yaşadığına benzer bir durum...
Amerikan gençliğinin gözdesi olan ve sıkı bir ekonomik reform destekçisi olan Bernie Sanders'ın Sayın Kılıçdaroğlu'na vereceği bir diğer tavsiye, şüphesiz ki, partisinin içerisindeki neoliberalleri temizlemesi gerektiği olacaktır.
Aslında Sayın Kılıçdaroğlu'nun bunu duymak için binlerce kilometre yol gitmesine de gerek yok, Demokrat Parti'nin sol kanadı yerine kendi ülkesinin/partisinin soluyla görüşse benzer şeyleri duyacağına şüphe yok...
***
Aslında tüm bunların dışında, ve belki de en önemlisi, olası bir seçim galibiyetinde iktidarın değişimi ve bu değişimin içeriğinin ne olması gerektiği konusu...
6'lı masa içerisinde buna dair tartışmaların pek tabii ki yapıldığını düşünüyorum ancak seçimler yaklaştıkça bu tartışmalar kamuoyu önüne de taşınacaktır.
Sadece seçim kazanabilmek amaçlı olarak oluşturulmuş bir muhalif bloğun sonucu olarak, halkın tüm beklentilerinin aksine, siyasi yapının değişmediği, rejimin kozmetik değişikliklerle yoluna devam ettiği, kadim hiçbir sorunumuza el atılmadığı bir dönem bizi bekliyor olabilir.
Böyle bir durumda muhalif seçmen, bugün iktidar partisine yönelttiği şiddetli tepkinin bir benzerini kendi ittifaklarına da yöneltmekten çekinmeyecektir...
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.