CHP Adaylarını Açıklarken
“Partimizde karar alma ve aday belirleme süreçleri neredeyse tamamen merkezileşmiş, üye ve örgüt yapısının sağlıksız olduğu iddia edilerek önseçim terk edilmiştir. Parti kararları çok büyük ölçüde atanmış danışmanların yönlendirmesi ile belirlenmektedir. Bu durum partimizde tabandan beslenen, farklı görüşlerle zenginleşen, yeni siyasal aktörler üreten bir yapıdan yoksunlaştırmakta, örgütleri tamamen edilgen bir hale getirmektedir. (…)
Bu amaçla:
-Mevcut mevzuatın getirdiği sınırlamaları aşacak şekilde her kademede seçimlerde doğrudan üyelerin etkin söz sahibi olacağı yöntemler geliştirerek, üye iradesi partinin esası kılınacaktır.
-Milletvekili, belediye başkanı ve meclis üyeleri adayların belirlenmesinde önseçim temel olacaktır.’’
Yukarıdaki cümleleri Özgür Özel’in Genel Başkan adaylığı için yola çıktığında kamuoyu ile paylaştığı ‘Değişimin Yüzyılı-Yüzyılın Değişimi’ başlıklı bildirgesinden aldık. 14-28 Mayıs tarihlerinde yapılan Cumhurbaşkanlığı ile Milletvekilliği seçimlerinde CHP liderliğindeki muhalefet büyük bir seçim yenilgisi yaşamış ve muhalif seçmen ağır bir seçim travmasına yakalanmıştı. Muhalif seçmem ‘yüzyılın seçimi’ olarak nitelendirilen seçimlerin kesin olarak kazanılacağına inandırılmıştı. Seçmen motivasyonunu arttırmak için en basit gerçekler bile karartılıyordu. En küçük eleştiri, uyarı bozgunculukla eşdeğer sayılıyordu. Seçimler kaybedildi ve muhalefeti oluşturan partiler derin bir sessizliğe gömüldü. Başta CHP liderliği olmak üzere kimse muhalif seçmene seçimlerin neden kaybedildiğine ilişkin samimi, inandırıcı bir açıklama yapmadı. Bu sessizlik hatta pişkinlik özellikle CHP seçmenini daha da öfkelendirdi. Muhalif seçmenin yerel seçimlerde sandığa küseceği, protesto edeceği ve siyasetle arasına uzun sürecek bir soğukluğun girdiği söylendi, yazıldı-çizildi.
Özgür Özel ve arkadaşları böylesi bir siyasi konjonktürde muhalif seçmende Kılıçdaroğlu’na karşı biriken tepkiyi de arkalarına alarak parti kamuoyunun karşısına çıktı. Değişim beklentisi çok yüksekti, ama Özgür Özel ve arkadaşları mıydı değişimin taşıyıcısı? Çünkü yanında toplanan ekip Kılıçdaroğlu döneminde önemli sorumluluklar almış ve itiraz edilen statükonun yerleşmesinde başrolleri üstlenmişti. Samimi bir değişim inancıyla değil, ama Kılıçdaroğlu ile artık gidilecek bir yol kalmadığını görerek ‘değişimi’ bir retorik olarak uhdelerine aldılar. Değişim samimi bir inancı, farklı bir siyasal yaklaşımı temsil etmiyor, ama parti liderliğine karşı yükselen öfkeyi arkasına alıyordu. Siyaset aşağıdan gelen örgütlü bir değişim iradesine sahip olamadığında son tahlilde bir pozisyon savaşına dönüşüyor. Siyaseti meslek haline getirenler için öncelik toplumsal değişim beklentisi olmaktan çıkıp kimin kazanacağına odaklanıyor. Kim kazanacak ve siyasi geleceğim ne olacak endişesi ağır basıyor. Bütün bunları CHP gibi bir partide siyaset yapmanın zorluklarını bilen birisi olarak söylüyorum.
Değişim söylemi Kılıçdaroğlu’nun oluşturduğu statükoya ağır bastı ve Özgür Özel genel başkan oldu. Özel’in seçilmesinde ‘değişim’ retoriği kadar etkili olan bir başka faktörde İmamoğlu idi. Taşra örgütlerinde ve özellikle belediyesi olmayan yerlerde İmamoğlu CHP siyasetinin gelecekteki yıldızı gibi görülüyordu. İstanbul Belediyesi’nin gücü ile bu tür beklentiler bir araya geldi. İmamoğlu’nun finanse ettiği ve CHP seçmenin yoğun izleyicisi olduğu televizyon kanalları adeta değişimin sözcülüğünü üstlendi. Değişimin en önemli alıcısı siyaset yapma hakları genel merkezin tek yanlı tasarrufları ile her defasında budanan meslekten siyasetçilerdi. Eleştirel düşünmek, genel merkez politikalarına itiraz etmek, seçimlerde genel merkez gözünde yanlış pozisyonlar almak bir siyasetçinin siyasi yaşamına mal olabiliyor. Tabanın karar sahibi olmadığı bir siyasi vasatta siyaset oligarşinin tunç yasalarına göre işliyor. Siyasi denklemin içinde kalmak hep genel merkezin iki dudağına kilitlenmiş bir siyasete zemin hazırlıyor. Partilerin içinde demokrasi işlemiyor ve dar bir kadro partinin ve ülkenin geleceğine yön veriyor. Cari siyaset gücünü taban dinamiklerinden değil genel merkezdeki kliklerle kurulan simbiyotik ilişkilerden alıyor. Siyasetin merkezileşmesi örgütsel kapasiteyi dumura uğratıp örgütleri afiş asıp bildiri dağıtan bir avadanlığa dönüştürüyor. Bu sistem 12 Eylül’ün toplumu politikadan uzaklaştırmak için getirdiği bir düzenekti. Genel Merkez hizipleri kazandıklarında her şeyi ellerine geçirdikleri için kurulu düzeneğe dokunmadılar. Bu nedenlerle siyasette değişim hep bir retorikten ibaret kaldı.
Özgür Özel seçimi kazandıktan sonra ilk elden çıkarılan şey en başta bildirgesinden aktardığımız cümleler oldu. ‘Milletvekili, belediye başkanlığı ve meclis üyeliklerinde ön seçim temel olacaktır’ vaadi şimdi buz üzerine yazılmış bir yazı gibi ortada kalmış görünüyor. Belediye Başkanlıkları ön seçimle değil atama ile belirleniyor. Çok az yerde temayül denilen yargı kontrolünde olmayan seçimlerle belediye başkan adayı belirlendi. Ucuz bahanelerin ardına saklanarak ön seçim tartışmasına son verildi. Ön seçimin yerini şeffaf olmayan anketler aldı. Bu anketleri kimlerin yaptırdığı, isimlerin nasıl belirlendiği ve çıkan sonucun ne olduğu tam bir muamma. Böylesi şeffaf olmayan bir yöntemle istediğiniz kişiyi belediye başkan adayı yapabilirsiniz. Parti dinamiklerinin dinamizminin meclis üyeliği seçimlerinde açığa çıkartılacağı hesaplanıyor. Burada bile parti içi demokrasiyi meflûç hale getirecek bir dizi belirsizlik var. Yargı teminatında yapılmadığından uyulmasının garantisi olmadığı gibi fermuar sistemi denilen atamalar ile kuşa da çevrilebilir. CHP tabanı ise kutuplaşmış siyaset ikliminde yenilen hakkını her defasında sineye çekiyor. Bu da parti içindeki oligarşik yapının sürgit devamını sağlıyor. Belediye Başkanları kendilerini seçtiren örgüt ve taban karşısında bağımsızlaşıp elindeki güç ile oraları dizayn etmeye başlıyor. Seçilenleri denetleyecek yapılar seçtirdiklerinin buyruğu altına giriyor. Kamu gücünü ardına almış belediye başkanları kendi yandaşı olan örgütler yaratıyor. Seçimler seçim olmaktan çıkıyor ve son tahlilde asıl karar verici olması gereken halkı yeniden bir tebaaya çeviriyor.
Yukarıda anlattığımız yapı aktörlerin niyetinden bağımsız olarak işliyor. Belki iyi niyetle değiştirmek için geliyorlar, ama yapının determinizmi sonunda galip geliyor. Aşağıdan dinamikler değişimin asıl faili olmadıkça da böyle devam edecek. Değişim sadece bir retoriğe indirgendiğinde bir algı manipülatörü gibi çalışır. Halkta biriken öfke, kızgınlık gerçek bir değişimi üretemez. Siyaset yapıcılar ellerindeki güç ile halkın değişim umudunu asıl menzilinden uzaklaştırıp kendi kariyerlerine hizmet eden basit birer enstrümana dönüştürür. O nedenle şimdi CHP ön seçimden kaçtığı için bir dizi yerde adayları belli olduğunda bir kaosla karşılaşacak. Küsenler, darılanlar, aleyhte çalışanlar gırla gidecek. Bir de kötü aday tercihleri ile kendi ayağına pranga vuracak.
DEM parti bu açıdan yanlışlarından en iyi öğrenen parti oldu. Milletvekili seçimlerinde yaptığı yanlışlardan dersler çıkardı. Aday olduğu bölge ile hiçbir bağı olmayan, halkın ve kurumların görüşünün alınmadığı bir sistemin öz eleştirisi yapıldı. Kürdistan dâhil 90 seçim bölgesinde adaylar toplam 100.000 üyenin bu hafta sonu kullanacağı oylarla belirlenecek. Kürt halkı kendi adaylarını kendi belirleyecek. Ayrıca ilgili sivil toplum kuruluşlarına davetiye çıkartılarak sürece dâhil olmaları istenildi. Ama Türk üstünlükçülüğü bu demokrasi deneyimine de burun kıvıracaktır. Üstünlükçülük bir hastalık olduğu için şimdilik üzerinde durmayalım. Kuşkusuz bu demokrasi deneyimi örgütlü bir halk olmanın doğrudan sonucudur. Bir halk eğer örgütlü ise kendine rağmen yanlışlar yapılmasına izin vermez. Bizim, bu ülkenin Batısında yaşayanların ve kendi üstünlükçülüğü ile hesaplaşmayanların en büyük talihsizliği ‘örgütlü bir halk’ olamamamızdır. Bu nedenlerle daha çok ‘değişim’ masalları dinler, ayakta uyutuluruz.